Aslında vücudumuzda ne kadar zerre var ise o kadar nimetlere nail olmuşuz. Hatta kâinattaki atomlar bile bizim için birer nimettir… Ve o zerrelerin dağılmadan bir arada durması ne harika nimettir. Yediklerimiz, içtiklerimiz, ihtisaslarına göre vücudun uzuvlarına ve o uzuvların küçücük azalarına göre dağılması ne büyük birer nimettir. Aynı midede, aynı asit havuzunda, aynı sınıfta, farklı farklı diplomalar alıp, anarşi çıkarmadan yerlerine gitmeleri bomba gibi süper bir nimettir… Her bir zerre yolbul (navigasyon) olmadan görev yapacağı kışlasına; buruna, göze, tırnağa, cilde vs. manevi asansörler ile ulaşır, emredilen görevini aşk ile yapar, paydos vaktinde ise sessiz – sedasız vücuttan ayrılır gider... Bugün şükür edebiliyorsak; mazideki nimetlerle hayatımızın, şuurumuzun devam etmiş olmasıdır... Unutuyoruz; silindir hacmi yüksek olan motorlardan daha yüksek olan kalp motorunun issiz – dumansız çalışmasını… Hiç aklımıza gelmez; göz merceklerine şükretmek, hiç aklımıza gelmez silecek olan göz kapaklarının otomatik şekilde çalışması. Atmosferimizin dağılmaması; hem nefes olup, hem de muhafız olması hiç akla gelmez, şükretmeyi hep unuturuz. Mazi yığınla nimetlerle dolu; şükür bekliyor…
İnsan sanıyor ki; sadece şimdi ki yediklerine içtiklerine şükredecek. Elbette şimdi yerken içerken şükürde bulunmak ubudiyetimizin (kulluğumuzun) gereğidir. Söz konusu olan; şükretmeği ihmal ettiklerimiz nimetlerdir. “Cenab-ı Hak seni ademden vücuda ve vücudun pek çok eşkâl ve vaziyetlerinden en yükseği müslim sıfatıyla insan suretine getirmiştir. Mebde-i hareketin ile son aldığın suret arasında müteaddid vaziyetlerin, menzillerin ve etvar ve ahvalin herbirisi sana ait nimetler defterine kaydedilmiştir. Mesnevi-i Nuriye”
Babadan anaya intikalimizde, insan olma yolunda aldığımız ilk vaziyet ve geldiğimiz son şekil arasında envai çeşit nimetlerle karşılaşmışız... Her ne kadar tohum halindeyken veya bebeklik, çocukluk döneminde bizden şükür beklenilmiş olmasa da ve o zorunluluğumuz bulunmasa da yetişmiş ve akıl sahibi olduğumuz bu istasyona oralardan; mesul olmadığımız karışık yerlerden geldiğimiz için ve o anlarda aksaklıklar olsaydı bugünkü hale gelemezdik diye düşünüp, toplu halde şükür etmek gerekir… Nasıl ki Hz. Peygamberimiz (sav) Miraç’da bütün varlıkların fıtri ve hayat hediyelerini onların namına şanı yüce Allah’a sunmuştur. Bizlerde sevap ve günah işleminin yazılmasından önce, bebeklikte, çocuklukta kavuştuğumuz nimetlere ve bir nevi mevcudat olan vücudumuzdaki zerreler ve uzuvlar için onlar namına şükürlerimizi Allah’a sunarak şükür Miraç'ı yaşamış olacağız... Madem Hz. Peygamberimiz, günah ve sevap işlemi olmayan mevcudatın namına hayatlarının teşekkürünü Allah’a sunmuştur, bizlerde elbette ve elbette toplu şükürlerimizi kendimiz ve zerrelerimiz adına Allah’a sunacağız… Sunmamız bütün nimetlerin farkında olduğumuzu Yüce Makama arz olacaktır. O zaten biliyor ama bizim bildirmemiz kulluk olacaktır ve çok da güzel olacaktır...
Önce yokluktan varlık âlemine gelişimize şükürler olsun… Varlık âleminde cansız, bitki veya hayvan olmadan insan olduğumuz için şükürler olsun… İnsan olmanın başlangıcında ise yüz milyonlarca spermin girdiği yarışı kazanıp, ana rahmine ulaştığımız için şükürler olsun… Ana rahminde hiç haberimiz olmadan beslenip, iyice teşekkül edip arızasız dünyaya geldiğimiz için şükürler olsun. Dünya ve vücudumuz birbirine uyumlu çalıştığı ve her şey bizim hizmetimizde olduğu için şükürler olsun... Biz dünyaya gelirken annemizin yüreğine şefkatin, memesine de sütün verilmesine şükürler olsun. Tepemize vurulmadan bezimizin değiştirilmesine, emzirilmemize ve her türlü hastalıklardan muhafaza edilmemize, itina ile bakılmış olmamıza şükürler olsun. Çocukluktan gençliğe, genlikten yetişkin hale gelişimize, bizim için yaratılan nimetlere, hiç aksamadan gündoğumlarına ve akşamlara kavuştuğumuz için ve uyuyabilmemize, uyanabilmemize şükürler olsun. Bize emek veren anne ve babamız için ve onların hayatımızı devamında üstlendikleri rol için şükürler olsun… Bize iman hakikatlerini öğretenler için, devletimizin başında imanlı bir kişi olduğu için, vatanımız, bayrağımız, mazideki şerefli ecdadımız için, ezanlar için, kardeşlerimiz için, evlatlarımız için, kapısını çalacağımız dostlarımız için şükürler olsun…
Mazi şükrünü unuttuğumuz nimetlerle doluyken, ebedi âlemlerin hülyasını kurmak; orda ki ağaçlarımızın yemişsiz kalmasına sebep olacaktır. Mazideki nimetlere şükretmenin semereleri ebedi hayattaki sonsuz nimetlere kavuşmak olacaktır. Bediüzzaman’ın şu sözü: “Öyle ise, mazide şükrünü eda etmediğin nimetlerin şükrünü kaza etmek lâzımdır.” söylemesi bizim şükür etmekteki fakirliğimizi ve maziyi nasılda unuttuğumuzu ortaya koyuyor. Madem mazinin nimetleri bizi bu günümüze taşımış o halde şükrün ahbapları – dostları olan mazideki nimetleri anıp, Allah’a şükretmek lazım...
Düşünebilmeye, konuşabilmeye, anlayabilmeye, görebilmeye, en önemlisi de; şükür edebilmeye sonsuz şükürler olsun. Mazide kalan saymayı ve şükrünü unuttuğumuz nimetlerin tümüne şükürler olsun… Allah, “âhirette semere veren ağaçlara çekirdek olacak a'mâlinizi” şükürle taçlandırmayı nasip etsin ve şükre de bu muhteşem bakış açısını sağlayan Bediüzzaman’dan ebediyen razı olsun, bizleri de talebe etsin. Amin…