Yaşar Değirmenci'nin haberi
Notlarda, Süleyman Efendi'nin gündemi yakından takip ettiği yer alıyor ve basın yayın hayatına dair de önemli takdirleriyle tavsiyeleri bulunuyor. Yazı dizimizin bugünkü bölümünde Süleyman Efendi'nin dikkat çekeceğimiz bir başka özelliği ise, talebelerine bir Mürşid-i Kamil'e yaraşır şekilde davranması ve onları sürekli araştırmaya sevkeden tavırları olacaktır.
Ömrünün ahir zamanları 20. yüzyılın ilk yarısına tekabül eden Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri'nin, yaşadığı dönemde meydana gelen sosyal ve siyasal olaylara sırtını çevirmediğini, bilakis sosyal hayatla yakından ilgilendiğini; sohbetlerinden talebelerinin tuttuğu notlardan anlıyoruz; Onun sosyal hayata bakışına dair aktarılanlar bize bugün ışık tutacak nitelikte.
Süleyman Efendi'nin sohbetlerinden talebelerinin bu husustaki notlarını takip edelim.
“Esrar bilgileri ‘ilm-i peygamberi'ye dahildir, hepsi şuuri bilgilerdir” (Mektubat). Bilmeliyiz ki tasavvuf da bir ilimdir. Söze gelemez, anlatılamaz, açıklanamaz bir şey değildir. Elbetteki “insanlara akılları miktarınca hitab etmek” kaidesi ilmin her şubesi için geçerlidir.
Tasavvufa girmeden önce ilim lazımdır. İtikadi bilgiler, fıkhi bilgiler, umumi tasavvuf bilgileri… Ehli sünnet alimlerinin bildirdiklerine göre itikadi esaslar öğrenilecek, fıkıh kitaplarından farz-vacip-haram-helal-sünnet-mekruh öğrenilecek sonra tasavvufa sıra gelecek...
Tasavvuf da bir ilimdir. İlmi ledün, şeriatın batını derûni demektir. Zahir ile batını takyid eder, sınırlar, çerçeveye alır. “Şeriatın zahiri ile batını arasında kıl ucu kadar bir ayrılık ve uyumsuzluk olamaz.” Namazın nasıl kılınacağını göstermek şeriatın zahiridir. Namazın hikmetlerini, berakatını, huşûunu, asli tecellilere mazhar kılıcı vasıflarını, Mirac'a vesile oluşunu anlatmak şeriatın batınıdır.
O büyüklerin ortak vasıflarından biri kendilerini sınırlamaları ve hata edebileceklerini kabul etmeleridir. Hatasızlık, kalıcılık planında tam bir kat'iyetle Rasulüllah'a (SAV) mahsustur. Çünkü o vahyin tekeffülü altındadır.
Büyükler, büyük hata yapmazlar. Çünkü ilmî metoda bağlıdırlar ve ihtiyat şartını tam bir hassasiyetle gözetirler.
Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri bir beldeye hizmet için bir talebesini gönderirken “Sana o vazifeyi verdik ki öğretirken sen de öğrenesin” der. “İcazetname, ihtarname ile beraber postalanıyor. Gurura kapılma, ‘Tamamlandım' deme, emanete layık ol. İlim hilimden ayrılmaz. İlim ve tefekkürde kabadayılık olmaz.”
İmam-ı Rabbanî'den misal vererek; “Bildiklerimi söylersem bazılarının sözlerine uymayacak. Susarsam hakkın batılla karışmasına cevaz vermiş olacağım. İzhar etmek mecburiyetindeyim.”
İmam-ı Rabbanî Hazretleri; “Falanca mektupta yazdığım yanlıştır. Şimdi doğrusunu yazıyorum” diyor. Aslında şunu da öğretiyor: “Hatasızlık izafe edip öyle bir vasfı tevarüs etme iddiasına kalkışma!” Kat'iyyet belirten teyidler dışında hata olabilir, o hatalar aslen tevhid sırrının ve tekamül hikmetinin hakikatine götürücü farklılıklardır. Hafifçe eğilirler ki arkasındakini göresin. Herkes o durumda olsun ki değişik noktalarda bulunanların yönelişleri “hatasız”da birleşsin.
CEREYAN EDEN HADİSELERİ YAKINDAN TAKİP ETMELERİ
Zamanının, ilim-irfan ve irşada temayüz eden dersiam ve ilim adamlarına, talebelerini gönderir; talebelerini onların imtihan etmelerini, din ilimlerinin yeniden ihya edilmekte olduğunu görerek sevinmelerini arzu ederlerdi. Nitekim dersiamlardan Ali Haydar Efendi, Ömer Nasuhi Bilmen ve Hasan Basri Çantay gibi pek çok zevata, bu vesile ile talebelerini göndermişlerdir. Said-i Nursi, Abdulhakim-i Arvasi Hazretleri ve Sami Efendi dahil tanınmış birçok zevatla muhabere etmiştir. Ayrıca talebelerini Bayezıd'a sahaflara gönderir, oradan kitap aldırır, Muzaffer Özok'a “Paraları yetmezse onların istedikleri kitapları ver” diyerek onların kitap-sahaf-okuma-tetkik-tetebbuat gibi mefhumlara aşinalık kesbetmesini temine çalışmışlardır.
İmam-ı Rabbanî Hazretleri'nin “Zamanının gidişatını bilmeyen arif-i billah olamaz” sözünü içinde bulunulan şartların bilinmesi bakımından sık sık zikrederlerdi.
Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, cemiyetten uzakta yaşamak yerine, cemiyetin içinde Müslümanlığı yaşatmayı tercih etmiş ve “Zahirimiz (dışımız) halk ile, batınımız (içimiz) Hak ile” buyururken, İslamiyete ters düşen kılık ve kıyafete de katiyyen itibar etmemiştir. (Kendileri kış-yaz ceketten uzunca, pardesüden kısaca olan bir kıyafeti tercih etmişlerdir.)
Talebelerini hayatlarında, daima itidale teşvik etmiş, ifrat ve tefritten uzak kalmalarını tavsiye etmiştir. Süleyman Efendi, hayatının hiç bir zerresinde şer'i hükümlerden ve emirlerden hiç birisinden zerre kadar fedakarlık göstermemiştir. Yakın arkadaşlarının Süleyman Efendi hakkındaki şikayetleri şöyle idi: “Efendi Hazretleri çok iyi insan fakat pek fazla müteşerri!” Yani Efendi Hazretleri çok iyi insan, fakat şeriata çok fazla bağlı. Pek tabii bu bir kusur değil, meziyetlerin en büyüğü. Süleyman Efendi, şer'i meselelerde son derece celalli, beşeri münasebetlerinde ise halim, salim ve müşfik idi. Esasen, Peygamberimiz'in (sav) takip ettiği irşad metodu da bu değil miydi? Huzuru şeriflerine girenler hiç bir sıkıntı duymazlar, istedikleri her mevzuu rahatlıkla kendisine anlatabilirlerdi.
MATBUATA OLAN ALAKASI, TAKDİRLERİ, TEŞVİKLERİ
Dünya hadiselerini yakından takip eder. Her sabah bir “Yeni Sabah” gazetesi aldırıp, dış politika yazarlarının yorumlarını ve önemli haberleri talebelerine muntazaman okuttururlardı. O günkü şartlarda “Ah bir gazetemiz olsa! Müslüman zenginler bu işin ehemmiyetini kavrasalar da bir gazete çıkarsalar” buyururlar, sonra da “Gazete, bir milletin gözü, kulağı, dili mesabesindedir” derlerdi.
Diğer günlük hadiseleri ve dünyadaki Müslümanların meselelerini yakından takip eder, yerine göre cami kürsüsünden dile getirirdi. O devirde bir çok vaizler günlük hadiseleri cami kürsüsüne getirmeye cesaret edemezken; O, zaman zaman devlet adamlarını ikaz ederdi. Cami kürsülerinde; Fransa işgalindeki Cezayir'le ilgili, “Hükümet Cezayirli Müslümanlara yardım etmiyor, bari biz dualarımızla oradaki kardeşlerimize yardım edelim.” diyerek dua etmişler, talebelerinin dikkatini “Dünya Müslümanları”nın üzerine çekerek onlara “Ümmet Şuuru” vermeye çalışmışlardır. Keza yine müteaddit vaazlarında “Menderes Ayasofya'yı aç!” hitaplarıyla devrin Başbakanı'nı ikaz etmişlerdir. Ayrıca halkı, CHP'ye rey vermekten şiddetle men etmiştir.
Yeni Akit