Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Sâd Suresi 34-40. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
34 . And olsun ki Süleymân’ı (bir rahatsızlıkla) imtihân ettik ve tahtının üstüne (kendisini) bir cesed olarak (o hâlsizlikte) bıraktık; sonra (o, sıhhate) yöneldi (şifâ buldu).
35 . Dedi ki: “Rabbim! Bana mağfiret buyur ve bana, benden sonra hiç kimseye nasîb olmayacak bir saltanat ihsân et! Şübhesiz Vehhâb (çok ihsân edici) olan ancak sensin!”
36 . Bunun üzerine rüzgârı ona boyun eğdirdik; onun emriyle istediği yere yumuşak olarak akıp giderdi.
37,38 . Her binâ yapan ve dalgıçlık eden şeytanları (cinleri) de ve (zarar vermemeleri için) zincirlerle birbirlerine bağlı olan diğerlerini de (ona boyun eğdirdik). (*)
39 . Bu bizim ihsânımızdır; artık ister (dilediğine) hesabsız olarak ver, ister tut!
40 . Ve muhakkak ki katımızda onun için gerçekten bir yakınlık ve güzel bir dönüş yeri (olan Cennet) vardır.
(*) “مُقَرَّن۪ينَ فِي الْأَصْفاَدِ [Zincirlerle birbirlerine bağlı olanlar] (...) (meâlindeki) âyetiyle diyor ki: Yerin, insandan sonra, zîşuûr (şuur sâhibi) olarak en mühim sekenesi (sâkinleri) olan cin, insana hizmetkâr olabilir. Onlarla temâs edilebilir. Şeytanlar da düşmanlığı bırakmaya mecbûr olup, ister istemez hizmet edebilirler ki, Cenâb-ı Hakk’ın evâmirine musahhar olan (emirlerineitâat eden) bir abdine (kuluna), onları musahhar etmiştir. Cenâb-ı Hakk, ma‘nen şu âyetin lisân-ı remziyle (işâretiyle) der ki: Ey insan! Bana itâat eden bir abdime cin ve şeytanları ve şerîrlerini (şerli olanlarını) itâat ettiriyorum. Sen de benim emrime musahhar olsan, çok mevcûdât (varlıklar), hattâ cin ve şeytan dahi sana musahhar olabilirler.” (Zülfikār, 25. Söz, 82-83)