Güzel İstanbul’umuzun güzel bir Nisan ayında üç gün devam eden 5. Bâb-ı Âlem uluslararası öğrenci buluşmasında stand açan bazı vakıf ve derneklerimizin davetlisi olarak programa iştirak ettim. Bâb-ı Âlem; farklı coğrafyalardan üniversite eğitimi almak için ülkemizi tercih eden misafir öğrencilere yönelik, gönüllü çalışmalar yapmak üzere kurulmuş uluslararası bir öğrenci derneği ve her sene misafir öğrencilere bu organizasyonları düzenliyorlar.
****
Tabi etkinlikler uluslararası olunca Bediüzzaman ve Risale-i Nurları tanıtma ve neşretmede bu alanda öncü olan Rumeli Anadolu ve Balkanlar İlim ve Eğitim Vakfı (RUBA), İstanbul İlim ve Kültür Vakfı (İİKV), Kültürlerarası Eğitim ve Dostluk Derneği (KADDER), Kültürlerarası Köprü Derneği (ICBA), Uluslararası Eğitim Gönüllüleri Derneği (ULEGDER), SUFFA gibi bazı vakıf ve derneklerimiz de stand açarak büyük ve küllü bir hizmete vesile oldular.
****
Bu etkinliklerde beklentilerimizin de üstünde ilgi gösterilmesi açıkçası beni çok duygulandırdı. Çok uzak değil yakın geçmişte onca yaşanan sıkıntılara rağmen bugün Sultanahmet meydanında on binlerce yerli ve yabancı misafirlere Bediüzzaman ve eserleri; çeşit çeşit dillerde anlatılabiliyorsa kimi duygulandırmaz ki?
Konu duygudan açılmışken aklıma 2005 yılının yine böylesi bir bahar ayında KKTC’nin Girne şehrinde düzenlenen “2.Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu” geldi. Sempozyum, Kıbrıs’ın en lüks otellerinden biri olan Rocks otelde, bin beş yüz kadar yerli-yabancı misafirlerle, Üstadın talebelerinden muhterem Said Özdemir ve Mehmet Fırıncı ağabeylerin de iştirakleriyle gerçekleşmişti. Bence sempozyumun en önemli hatıralarından biri, genç bir bayan kardeşimizin Said Özdemir ağabeye sormuş olduğu: “Siz üstadın hizmetinde bizzat bulundunuz, türlü türlü işkencelere maruz kaldınız, hapse atıldınız ta ki bu kitaplar bastırılsın, insanlar istifade etsin ama şimdi de Kıbrıs’ın en lüks otellerinden birinde bu kitapların tanıtımını yapıyorsunuz, neler hissediyorsunuz?” sorusuydu. Bu soruya Said abi hiç cevap vermeyip sadece gözlerinin dolduğunu müşahede etmiştim.
****
Sultanahmet’te de durum böyleydi, tam üç gün boyunca lisanımızın döndüğü kadarıyla on binlerce yerli ve yabancı misafirlere; Almanya’dan Rusya’ya, İran’dan Japonya’ya, Nijerya’dan Kanada’ya kısacası dünyanın bütün farklı ırklarına nurlu hakikatleri anlatmaya çalışarak şerefyab olduk.
Programın asıl gayesi misafirle tanışmak ve hakikatleri anlatarak kitap ve broşür hediye etmekti. Bu vesileyle şunun da farkına vardım ki; ekser insanlar bir arayış içindeler, dünya hayatının cazibesi onları tatmin etmiyor. Risale-i Nurların saadet-i dareyni temine çalıştığını, bu eserleri okuyanların maddi ve manevi sıkıntıların azaldığını izah etmeye çalışınca onlarda öyle bir rahatlama hissi vücuda geliyor ki sanki yıllardır bu standın kurulmasını bekliyor gibiydiler.
****
Zaten standımızın girişinde; “Risale-i Nur answers all such curious questions about life (Risale-i Nur hayat hakkında tüm bu meraklı sorulara cevap veriyor): Who am I (Neciyim), Where do I come from (Nereden geliyorum), Where am I going (Nereye gidiyorum)” afişini görenler akın akın içeri girip meraklı sualler sordular.
****
Dinleri bir meditasyon yöntemi olarak algıladığını belirten Güney Koreli bir misafirimiz “onlarca meditasyon yöntemlerini kullanarak mutlu olmaya çalışıyorum, on sene önce biraz Hıristiyanlığa ilgi gösterdim fakat aradığımı bulamamıştım” deyince ona iman hakikatlerini anlattık, bizi can kulağıyla dinledi. Soru üzerine sorular sordu. Akabinde de “ben İslamı bu kadar teferruatlı bilmiyordum, 35 yaşındayım bu tür mevzuları ilk kez sizden duyuyorum, bütün müslümanlar sizin gibi mi? Herkes İslamı bu şekilde mi yaşıyor?” şeklinde sualler sordu. Üstad ve Risale-i Nurlardan da bahsederek kendisini uğurladık.
****
Ayrıca masamıza Danimarkalı 50 yaşlarında bir bayan-turist geldi. Ben hoşgeldiniz deyip hemen başladım Üstadı ve eserleri anlatmaya. Sözümü aniden keserek “bunları bana anlatmanıza gerek yok, ben edebiyatla uğraşıyorum. Ülkenizden bir Orhan Pamuk’u bir de Said-i Nursi’yi çok araştırdım, kendisi 1960 yılında vefat edip bütün dünya genelinde yazdığı kitapların hala okunduğunu ve bu alanda bir fenomen olduğunu” söyledi.
****
Evet muhterem dostlarım, bunlar gibi birçok müşahhas misaller, müşahedeler oldu elhamdulillah. Üç gün boyunca bu manzaralarla karşılaştıkça bu nurlu hakikatleri okumanın ve anlatmanın ne kadar kıymetli olduğunu biraz daha anladım. Anladım ama üç gün sürdü maalesef, keşke her gün olsa, yılın 365 günü bu tanımadığımız insanlara bunları anlatsak, onların imanını sahil-i selamete ulaştırmak için gayret göstersek…Zaten her birimizin vazife-i asliyesi değil mi? Risale-i Nur talebesi kendi imanını kurtarıp başkasının imanına kuvvet verecek derecede çalışanlar değil midir? Günde yaklaşık otuz bin yabancı misafirin İstanbul’a geldiği ifade ediliyor, biz tebliğ için o diyarlara gideceğimize sanki onlar bizi irşad edin diye tekkeye geliyorlar. Onun için ne gerekiyorsa yapılsın Sultanahmet meydanında küçücükte olsa bir yer yapılıp misafirlerimize hakikatler anlatılsın. İstanbul’a gelenler bilirler, tam meydanda Almanların 1900’lü yıllarda yaptığı bir “Alman Çeşmesi” var, içi altın mozaikle kaplı bir eser. Ben de bir “Nur Çeşmesi” yapılsın istiyorum ama öyle altın maltın kaplamalı olmasına gerek yok. Küçücük ve içi alüminyum kaplama olup yeter ki üstünde “Who am I (Neciyim)” sorusuna tafsilatlı cevaplar veriyoruz yazsın…
Kamuoyuna duyurulur…
Vesselam