Dün akşam Üsküdar'daki Bedi dersanesine gittim. Malum Perşembe günü idi ve ders vardı. Sungur ağabey 1 Aralık'ta vefat etti. 2 Aralık Pazar günü Eyüp Sultan'daki makamından Hakk’a uğurladık. Ve o günden beri ancak dün akşam Bedi apartmanına gidebildim.
Gerçeği gizlemeye hiç gerek yok, ben Sungur Ağabeyin vefatından sonra Bedi’de böyle bir kalabalığın olabileceğini hiç düşünememiştim. Ama daha içeriye girer girmez şaşkınlığımı gizleyemedim ve kapıda gördüğüm ilk arkadaşa “ne oldu bir şey mi var” diye sordum. O da benim şaşkınlığıma şaşırmış olacak ki “yooook” diye cevap verdi.
Namaz kılınmış tesbihat yapılıyordu. Fırıncı ağabeyin de yeni geldiği belli oluyordu zira arkalarda bir yere oturmuştu. Ben de yanına oturdum. Tesbihat bittikten sonra Muhammed Sungur, Fırıncı ağabeyi baş köşeye çağırdı ve onu babasının yerine oturtmak istedi, ama Fırıncı ağabey Sungur abinin yerine oturmadı. Muhammed Sungur'un bütün ısrarlarına rağmen o nezaket ve zerafet abidesini Sungur ağabeyin yerine oturtamadı.
Gerçekten o kocaman salonda bir kişinin bile oturacak yeri yoktu. Sadece Sungur ağabeyin makamı boş duruyordu. Ders başladı ve bir zaman sonra İhsan Atasoy içeri girdi ve boş gördüğü tek yere oturdu. Artık Sungur ağabeyin gelmeyeceği kesinleşmişti. Ben 2005'ten itibaren muntazam olarak oraya derse gidiyorum. Oraya hiç kimsenin oturduğuna şahit olmamıştım. Sungur ağabey yurt dışında veya yurt içinde bir gezide olabilir, yani İstanbul'da değildir, ama hiç kimse Sungur ağabeyin makamına oturmazdı.
Evet Sungur ağabey cismani olarak belki orada değildi fakat Necmi Eroğlu’nun dediği gibi “eskiden Sungur ağabey bazan yurt dışına çıkıyor, bazan yurt içinde dolaşıyordu ama artık Sungur ağabey hep burada Bedi'den dışarıya hiç çıkmayacak ve biz ona göre tevrımızı takınalım.” Zaten akşamki manzara onu anlatıyordu her bir kişinin Sungur ağabeyin karşısında oturuyormuş gibi adeta bir hal içre olduğu görünüyordu.
Taziye ziyaretleri tabiki devam ediyor. Dün akşam Hür Adam filminin baş rol oyuncusu, Bediüzzaman rolünü oynayan sayın Müdşid Ağa Bağ gelmişti Amerika'dan ve Azerbaycan'dan taziye için gelenler vardı.
Ders arası sohbetleri bilirsiniz. İşte tam o arada vakıf kardeşler beni çağırdılar. Baktımki hepsi çok üzgün. Dersiniz ki Sungur ağabey şimdi vefat etti. Merak edip sorunca birisi bana şöyle bir soru sordu. “Abi bizim şehadetimiz kabul edilemeyebilir zira biz Sungur ağabeye çok yakındık sen söyle Sungur ağabeyin şuurunda herhangi bir zafiyet ya da Sungur ağabeyde alzheimer hastalığı emaresi var mıydı?”
Sevgili dostlar, bazı mahfiller hangi art niyete mebni olduğunu bilmediğim bir sebeple böyle bir söylentiyi çıkarma gayretine girdiler. Sebebi ne olursa olsun, ayıp ve günah kelimelerinin manasını bilen insan bu iddianın iftira olacağını da bilmeli zira Sungur ağabeyi hastaneye kaldırmadan bir hafta önceki derste yanlış okuyan bir arkadaşı uyardı ve kelimeyi düzeltti. Hastaneye kaldırıldığı gün acil bakım odasında doktorun sorduğu her soruyu cevapladı ve istediği her hareketi yapmaya çalıştı. (Sağ tarafı tamamen felç olduğu için her hareketi yapabilmesi beklenemez.)
Ondan önce her Cumartesi ve Perşembe günlerinde yüzlerce kişinin önünde derste önünde kitap takib eder ve son olarak o okur ve fatihayı verirdi. Hatta vefat etmeden 10 dakika önce onu ziyarete giden Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez beyefendinin verdiği selamı aldığını hem başkan hem başhekim hem de o esnada orada bulunan diğer zatların şehadetiyle sabittir.
Şu unutulmamalıdır ki Sungur ağabeyin gittiği yere hepimiz gideceğiz. Hiç kimse yarına kadar yaşayacağını iddia bile edemez. O halde ona göre konuşmak, ona göre davranmak ve ona göre yaşamak lazım.
SAADET VE MUHABBETLE kalınız.