Risale Haber-Haber Merkezi
Yeni Akit yazarı Hüseyin Öztürk, Mustafa Sungur ağabeyin insan ilişkilerindeki prensibini yazdı. Sungur ağabeyin derslerde dünyalık meselelere dair bir şey konuşmadığını, konuşulmasına müsaade etmediğini belirten Öztürk'ün yazısı şöyle:
Mustafa Sungur Ağabey
Koca bir nur daha Hakk’ın rahmetine uğurlandı. Hem Allah’a hem de Üstad’ına vardı.
Bize düşen ise yazdıklarını, konuştuklarını ve hatıralarını paylaşarak, nefsimizdeki dikenleri temizleyip, onlar gibi gül bahçelerine kavuşmak düştü.
Mustafa Sungur ağabeyin insan ilişkilerindeki prensibi; “Allah ne diyor” felsefesine bağlıydı.
-“Allah memnun olursa yapın, olmazsa yapmayın” diye kestirmeden giderdi.
Nurlarla ilgili soruyu da;
-“Üstadımız iman hususunda, Kur’an’ın ve hadislerin dışında bir şey söylemez. Yaşadıkları ve söyledikleri, Kur’an ve hadislere dayalıdır” derdi.
Mustafa Sungur ağabey hastahaneye yattığı güne kadar, Üsküdar’daki dershanesinde nur hizmetine devam etti.
Rahatsızlığının dayanılmaz olduğu zamanlarda bile Perşembe günleri yapılan derslere tekerlekli sandalyesiyle iner, cemaate katılırdı.
Derslerde dünyalık meselelere dair bir şey konuşmaz, konuşulmasına müsaade etmezdi.
-“Konuştuklarınızdan mes’ulsunuz, nerede olursa olsun, sözleriniz Allah’ın hoşuna gitmeli. Peygamberimiz memnun olmalı, üstadımız mahzun olmamalı” derdi.
Bediüzzaman Said Nursi Hz.lerinin en yakın talebelerinden birisi olan Mustafa Sungur ağabey, 1929 yılında, eskiden Zonguldak’a, şimdi Karabük’e bağlı Eflâni ilçesinde doğdu.
Kastamonu Gölköy Enstitüsü’den mezun oldu. Köy enstitülerinin din düşmanlığı zehirinden etkilenmeyenlerden birisidir. Yedi çocuğu dünyaya gelmiştir.
Mustafa Sungur ağabey, Risale-i Nurları ve üstadı ilk defa ne zaman duyduğunu hatıralarında şöyle anlatır:
“1944 senesinde mezuniyetten bir sene önce stajyer olarak Kastamonu’nun Oğul köyünde bir ay kalmıştım.
Oranın muallimi Şevket Bey (merhum) 23 Nisan tatili için Kastamonu’ya gelirken yolda mütemadiyen Hz. Üstad’tan, büyük bir hocadan bahsediyor, uğradığı zulümleri bana anlatıyordu. Demek Rahmet-i İlahiye de bu suretle ruhumuzda ilk tohumlarını ekiyordu.
Ayrıca validemin, çocukluğumda okuduğu Envarü'l-Âşıkîn gibi kitaplardan; son asırda gelecek ve dine büyük hizmet edecek ve Deccala karşı savaşacak, muzaffer olacak bir büyük hakikatın ve mananın hükmettiği bir zamanda yaşadığımızı ve ‘Deccalizmin, Komünizm gibi dinsizlik ceryanı’ olduğunu, bu Nur-u Kur’an’ın da ona mukabele eden bir hidayet rehberi olduğunu idrak ediyordum.
Hazret-i Üstad’tan ve Nur talebelerinden mektuplar, lahika olarak her tarafa neşroluyordu.
Lahikalar evvelâ yeni yazı ile geldi. Sonra Hatt-ı Kur’an-iyi kısa zamanda lillahilhamd öğrendikten sonra eskimez harfle gönderilmeye başlandı.
Hiç itiraz etmeden üstadımızdan ve talebelerinden gelenleri, yazılanları kabul ediyorduk. Sanki onları hep içiyor, içiyor, susuzluğumuzu gidermeye çalışıyorduk.
O günlerde en büyük emelimiz, Nur talebesi olabilmekti. Nur dairesine girebilmeyi, ebedi kurtuluşa giden bir gemiye binmek gibi, necat ve kurtuluş vesilesi telâkki ediyorduk. Ruhumuz öyle hissediyordu.”
Elbet Mustafa Sungur ağabeyin hatıraları bu kadar değil. O şimdi bu ruhla ebedi aleme sevenlerinin dualarıyla uğurlandı. Mekânı Cennet olsun. El-Fatiha.