Gelin beraber güzel bir hayal kuralım; Efenidimiz Aleyhissalatü Vesselam yanımızda imiş ve biz her işimizde ne yapacağımızı O’na sorarak istişare ederek yapıyormuşuz. Başımız dara düşse O’na müracaat ediyor ve karar vermekte zorlandığımız konuları O’na soruyormuşuz. Rüyada görmek falan değil, bizzat kendisine soruyormuşuz. Ne güzel değil mi?
Bizim sünnet-i seniyyeye ittiba etmemiz aynı manaya gelmiyor mu? Her işimde ve hareketimde sünnete uymak gayreti içinde isem ve sünnet benim rehberim olmuş ise sünnete uygun olarak yaptığım tüm işlerde Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’ı yanımda hissetmeye engel olacak bir şey var mıdır?
Şehitlere bile ölü diyemeyeceğimize göre şu kainatın vücudunun sebebi olan ve her şey O’nun nurundan yaratılmış Efendimiz’in hayattar oluşunu nasıl akıldan uzak görebiliriz. Hayat-ı Harranî Hazretleri bile şu dünyada tasarruf edebiliyor ise, yolundan gittiği ve yolundan gitmekle o mertebeye ulaştığı Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’ı hâzır zamandan uzak düşünebilir miyiz?
Cenab-ı Hak her an bizimle beraber, bizim buna şuurumuz olsa da olmasa da. Elbette buna ne kadar şuurumuz varsa o kadar ihlasa yaklaşırız. Allah’ın her an bizimle olduğunu idrak etmek için sünnet-i seniyyeye ittiba etmek en selametli bir yoldur. Sünnete uyarak bir işimizi yaptığımızda Efendimiz’i (asm) düşünürüz ve O’nu düşünmek bizi Allah’ı düşünmeye götürür. Efendimizi sevmek ve O’na uymakta ne kadar aşırıya da kaçsak doğru yoldan sapmaya sebep olmaz. Zira O Habibullah’tır. Allah’ın “Habibim” dediği bir Zata muhabbette ne kadar iftar de edilse sapkınlık sebebi değildir.
Hani bazen çocuklarımıza sorarız; “en çok kimi seviyorsun” diye. Ve onlara bizim en çok Allah’ı ve Resulünü sevmekte olduğumuzu öğretmeye çalışırız. Allah’ı sevmenin göstergesinin ise Habibullah’a ittiba etmek olduğunu biliyoruz. Hakikaten ayette Resulullah’ın “Habibullah” unvanı ile zikredilmesi çok manidardır. Allah O’nu (asm) seviyor ve eğer siz de Allah’ı sevdiğinizi iddia ediyorsanız Allah’ın sevdiği gibi olmaya çalışmalısınız.
Sünneti seniyyeye ittiba etmek dünyamızı ahiretimizi ihya eder inşallah. Fakat Efendimiz’in sünnetini doğru kaynaktan öğrenmek ve hangi durumda ne yapacağımız konusunda net bilgi sahibi olmak da çok önemli. Günümüzde direk hadis-i şerifleri okuyup kendisine göre yorumlayarak adeta Allah’ın dininden farklı bir din yaşayanları görmek insanı ürkütüyor doğrusu. Hadislerden hüküm çıkartmak ayrı bir ilmi gerektiriyor. Zira bir kelamda kimin dediği önemli olduğu gibi kime demiş ve ne maksatla demiş ve hangi makamda demiş olduğu da önemlidir. Mesela en faziletli amelin ne olduğuna dair farklı çok hadisler var, demek ki sorana göre cevap değişebiliyor. Öyle ise nasıl ki her insan için Kur’an’dan bir Kur’an var, her fıtrat için de sünnet içinde bir sünnet var.
Elbette Kur’an birdir ama her fıtratı terbiye eden hususi bir Kur’an ve Kur’an’ın her fıtrata hususî bir hitabı var. Her asırda bir müceddid gönderilmesi de zaman içinde insaniyetin olgunluğa erişmesinden. Her asrın insanının Kur’an eczahaneyi kübrasından ihtiyaç hissettiği ilaçlar ayrı ayrı. Allah kelamı olduğundan tek olmakla beraber insanlar adedince, çağlar adedince fertleri var. Kur’an çok fertleri cami bir tek fert gibi.
Kur’an’ın bir insan suretinde görünüşü diyebileceğimiz Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam’ın sünnet-i seniyyesi de kıyamete kadar gelecek insanlara kâfidir. Burada bir insan üstülük var ki bir tek insana kıyamete kadar gelecek tüm insanlar, fıtratları farklı farklı olmasına rağmen uyabiliyorlar ve bu fıtratı zorlamıyor, hayatı zorlaştırmıyor, kolaylaştırıyor. Çok ilginçtir ki bir tek insana uymak, uyan insanları bir şeklî kalıba da sokmuyor. Öyle bir geniş cadde ki her insan kendi farklığını, kendi fıtratını koruyarak dahil oluyor.
Efendimizin ashabına baktığımızda hepsinin de farklı yaşam tarzları ve farklı fıtratları olmakla beraber ve bu farklılıkları koruyarak Efendimiz’e ittiba ettiklerini görüyoruz. Beşerî ideolojilerin başarısızlığı da belki bu noktada gizli farklı ihtiyaçları olan farklı fıtratlar tek tipleştirilmeye çalışılıyor ve bu da fıtrat kanunlarına muvafık olmadığından ancak zulüm ile ve bir süreliğine varlığını sürdürebiliyor. İstibdad ne kadar uzun sürerse ve ne kadar fazla zulüm ederse o kadar uzun hükmünü koruyabiliyor ama fıtri olmadığından er ya da geç yıkılıyor ve insanlar yine fıtrî olanın izini sürüyorlar. Ve hidayete kâbil olanlar fırtat dini olan İslam ile şerefleniyorlar.
Sünnet-i seniyye bir dizi kalıplara uymak değil fıtratı aslî mecrasında yaşamak anlamına geliyor. İnsan Esma-i İlahiyye’nin en câmi ayinesi, tabir-i caiz ise Esma’dan yapılmış. Esmanın nakş-ı azamı. Ve sünnet demek, esma-i ilahiyye’nin hudutları içinde nasıl hareket edileceğinin talimi demek. Yani kendini bulmak, aslına rücu etmek, olduğu gibi olmak demek. Yoksa kalıp bir davranışı alıp hayatını o kalıbın içine sıkıştırmak demek değil.
Nasıl oluyor da bir kişinin hayatı böyle bütün kişilerin hayatına yetecek kadar güzelliği içinde taşıyabiliyor dersek; Efendimiz’in misyonuna ve yaratılışına ve “ümmeti, ümmeti” diyişine daha dikkatli bakmalı ve kab-ı kavseyn’in ne anlama geldiğini, miracın ne olduğunu, tahiyyatın ne anlama geldiğini irdelemek lazım ki Risale-i Nur hepsini halletmiş.
Sünnetin belki de en önemlisi, O’nun iman ettiği gibi iman etmektir. Her derdin ilacı imanımızı kuvvetlendirmekte gizlidir. İmanı taklitten tahkik mertebesine çıkartmak öncelikli ve elzemdir.
Sünneti hangi kaynaktan öğreneceğimiz konusu ise ayrı bir önem taşır. Her asırda bir müceddid gönderildiğine ve o asrın insanına Kua’an’ın o asırda nasıl yaşanacağına dair kılavuzluk yaptığına göre asrın müceddidinden ders almak en selametli yol olacaktır. Bana göre asrın müceddidi Risale-i Nur’dur. Bir ağaç meyvesinden tanınacağı gibi bu asırda en selametli, istikametli, metanetli, fedakarane, müspet şekilde dinini yaşayanlar kimlerdir ve din yıkıcılığına karşı canları pahasına hizmet edenle kimlerdir diye baktığımızda da hakiki Nur Talebelerini görmekteyiz.
Risalelerde binden fazla hadis bulunuyor bunlar çeşitli kaynaklarda var. Her hadis hadistir denerek zikredilmemiş. Mesela “Bismillah her hayrın başıdır.” Hadis olmakla bereber metinde hadistir diye belirtilmiyor. Elbette bunun çok sebepleri var fakat şimdi irdelemeyeceğiz. Risale-i Nur’un düsturlarını yaşamak, sünneti yaşamak ile aynı anlama geliyor. İhlas ve uhuvvet düsturları, lahikalardaki düsturlar bize sünnet-i seniyyenin geniş caddesini gösteriyor.
Allah’ım bizi sünnet-i seniyyeye ittiba ile rızıklandır.