Zamana hükmetmek bilek gücünü göstermekle olmaz.
Sesini zamanda yankılatmak nara atmakla da olmaz.
Zira zamana hükmetmek geleceğe yön vermekle mümkündür.
Ferasetle mümkündür.
Ama bir toplumu değiştirmenin en önemli yollardan birisi zamanı unutturmaktır.
Bütün nazarları bulunduğun güne çevirebildin mi iş tamamdır.
Artık o beldede ne köy çıkar ne kasaba…
Bu durumu sanırım en iyi kullanan Amerika olmuştur.
Eskiden beri seyrettiğim Amerikan filmlerinde en çok zoruma giden şey 50’li yıllarda Amerikan askerlerinin gittikleri ülke gençlerini kendilerine özendirmeleri olmuştur.
Özelikle genç kızlarla yaptıkları gayri meşru arkadaşlıkları beni çileden çıkartırdı.
Türkiye’de de böyle bir şeyin olabileceğini kesinlikle ihtimal vermiyordum.
Ama gün geçti şeflik dönemi Ankarasına vakıf oldukça o seyrettiğim filmlerden hiç farkımızın olmadığını gördüm.
Zaten farkımız dinimizdi ve dinimiz de ortadan kaldırılmak istendiği için kıblemiz de onlar olmuştu.
Ve tabi medeniyeti de “moda”ya endekslemiştik.
Modayı da günlük takip etmek gerekir.
Ve hala modayı takip ediyoruz.
Ve hala aklımız da, gözlerimize inmiş, gözlerimizin gittiği yerlere aklımız da gitmek zorunda kalmış.
* * *
Moda deyince insanların aklına her nedense günlük yaşam biçimi gelir.
Saç modelinden elbise giyimine konuşma şeklinden ev dizaynına kadar geniş bir yelpaze olarak karşımıza çıkar.
Daha da ötesi var;
Sanat, müzik, tiyatro, edebiyat, yemek, mimarlık, gibi duyuları uyaran her şeyi içine alır.
Bir de bana göre farkında olmadığımız bir moda daha var ki asıl bizi her zaman yerimizde saydıran da bu moda türüdür.
Yani ülkemizde günlük değişen gündemlerdir.
Toplumumuz, zamanın derinliğinden kopartılmış, günübirlik anaforların içine itilmiş, günlük modalara, günlük gündemlere indirgenmiş. Böylece ne gelecek kalmış ne de geçmişle olan bağlarımız…
Bu gün öyle bir hale gelmişiz ki bu işin farkında olanlar ortaya bir laf atıp arkasında istedikleri işi çevirmişlerdir.
Ve ne yazık ki yıllardır bu şekilde yönetilmişiz ve sanırım hala yönetiliyoruz.
Mesela son bir haftadır gazetelere bakmışsanız bu manadaki son örneğini görürsünüz.
Başbakan ortaya bir laf atmış tüm ülkenin düşünen adamları bu lafı konuşuyor.
Zira başbakan biliyor ki bu ülkeyi yönetmenin en basit yolu budur.
Eh o da arada bir böyle lafları ortaya atıyor.
* * *
Aklıma takılan konu ise sıradan bir vatandaş bakışıdır.
Sanki herkesin nazarını bir tarafa çekmek için kuvvetli bir bomba patlatılıyor.
Ve ardından mayınlı alanda kaçakçılık yapılıyor.
Başbakan bence cumhuriyet tarihinin en acımasız özeleştirisini yapıyor.
Yani bir başbakan olarak devletin, bir manada Osmanlının son dönemlerinden başlayıp cumhuriyetle devam eden yüzyılları aşan bir zihniyeti, belirgin bir politikayı eleştiriyor.
Bediüzzaman’ın bakışıyla baktığımızda son derece haklı bir eleştiri olduğu halde zamanlama açısında çok ama çok garip geliyor.
Mayınlı bölgenin 44 yıllığına temizleme karşılığında İsraillilere verilmesi kararının tartışıldığı bir zamanda böylesi tarihi bir özeleştiriyle eş zamanlı olması ister istemez insanı böyle farklı düşüncelere itiyor.
Hal böyle olunca; tabii ki her zamanki gibi yine “ne oluyoruz” sorusu dudaklarımızda dökülüyor.
“Acaba yine ülke günü birlik gündem değişiklikleriyle tarihi çıkmazlara mı sokulur” endişesiyle baş başa kalıyoruz.
Ve sıradan vatandaşlar olarak rahatlatıcı cevaplar bekliyoruz.
Şüphelerimizi giderin.