Kur’an-ı Azimüşşan‘da Allah-ı Zülcelal sanatına, sanat eserlerine bakmayı müteaddid yerde insana ayetleri ile anlatır. Çok zaman mahlukatının estetiğini, sanat inceliklerini nazara verir. İnsanı düşünceye ve incelikler üzerine düşünmeye davet eder. İnsan beş vakit Allah’ın huzuruna durur, onunla yüzleşir ama her daim Allah’ın sanatı ile yüz yüzedir. Bu kainat ve hilkat ile yüz yüze olmak onun bakmaya, görmeye, düşünmeye, tefekkür ve tezekküre eğitir. Ama insan kendisine verilen bu beş duyu ile alemi seyretmek, tabiatı ve nakışlarını görmeye mezun iken beş duyuyu gündelik işlerin ayrıntısına verir. Beş duyu şerikler tarafından çalınmıştır. Öyle ki insan bu modern hırsızlardan uzviyetini koruyamaz. Beş duyu bir uhrevi çiftlik iken dünyevi bir pazara dönüşür. Bu yüzden altıncı sözdeki çiftlik örneği manidardır. Kimse çiftliği verenin kuralları ile kullanmaz, artığını dibinde kalanı verir o da ne getirirki?
Bediüzzaman, harika sanat eseri canlılarına bakmayı öngörür. Din bir yere kadar bakmak, görmek ve düşünmektir. Çünkü canlılar nakışlı ve incelikle, fonksiyonel ve her yönü ile güzel yaratılmışlardır. Allah Ressam-ı Ezeli’dir, Nakkkaş-ı Ezelidir. Dinin bu yönü üzerinde durulmamış, Kur’an namazlarda okunan sureler ile hutbede dinlenilen surelere hasredilmiştir. Düşünmek bir tarafa toplumun neredeyse yüzde 99’u kitabını daha okumayı doğru dürüst bilmemektedir. Nerde kaldı temel temalar ve arkasından güzellik ve diğer yan ve tamamlayıcı temalar üzerinde düşünmek.
Kur’an sadece dini bir manaya hamledilmiştir. Halbuki Kur’an bütün ilim ve sanat dallarına kapılar açan bir büyük mana okyanusudur. Fiziki dünyadan da arınmamış her şey, fiziki ve manevi dünya içiçedir.
Bediüzzaman’ın eserleri bakmak ve görmeyi öne almıştır. Bakmaya ve görmeye endeksli Kur’an ile Bediüzzaman’ın öğretisi paralellik arzeder. Bu da Kur’an‘ın sanat yorumlarına uygun okunmaması ve izah edilmemesidir. Tegabün suresinde “Halakassemavati vel ardi ve bilhakkı savvereküm ve ahsene suvereküm ve ileyhil masir” buyrulur. Allah burada arz ve semayı olması lazım geldiği gibi yani hakkiyle kemaliyle yarattığını, özellikle de suretlere dikkat ettiğini, ayrıcı aynı fiili iki kere tekrar ederek de manayı güçlendirdiğini öyle sözgelimi suretler değil, en güzel suretleri verdiğini söyler. “Ahsene savvereküm” bu demek. Yani varlık en güzel suretlerde yaratılmıştır. Bunlara bakmayı örgütler Cenab-ı Allah.
Ünlü bir Marksist, Marksizm ve Biçim diye koca bir kitap yazmış. Halbuki bu felsefecikte biçimle ilgili çok şey de yok. Kur’an’ın biçim ve şekil konularındaki anlatımları koca koca kitaplar ortaya çıkarır ama Kur’an eğitimi klasik ve yenilikten uzaktır. Elimizde bir hazine var başımıza koymuş yatıyoruz. Kur’an açıp bakmak, ölü toprağına okumak için değildir, değil mi?
Bediüzzaman ağacın cismine bakar “ağacın suret-i cismâniyesi ise, öyle tenasüplü ve san’atlı ve süslü bir hulle, bir libas ve ayrı ayrı nakışlar ve zîynetler ve yaldızlı nişanlarla tezyin edilmiş” der. Ağaca nasıl bakmış? Güzellik ve güzeli anlatımda kullanılan on kelimeyi yukarıdaki cümlede kullanmış. Ne kadar etraflı bakmış? Aşığın biri de ağaca bakmış bak ne demiş?
Öt benim sarı tanburam senin aslın ağaçtandır
Ağaç dersem gönüllenme kırmızı gül ağaçtandır
Ağaçtır Kabe eşiği, Hasan Hüseynin beşiği
Ebu Vakkas bir ok attı o da yine ağaçtandır.
“Suretler, basit bir maddeden gayet muntazam açılıyor ve gayet rahîmâne terbiye ediliyor ve gayet mucizâne bir kısmının tohumlarına kanatçıklar verip, onları uçurmak suretiyle yayıyor…”
Rüzgar ve ağaçlar nöbetleşen bahçıvanlar. Ağaçlar, çiçekler, meyveler tohum üretir, kuşlar onları ayakları ile taşır, bahçıvanlık yaparlar. Rüzgar o çiçek ve tohumları aleme yayar. Herkesin nasıl harika görevleri var? Hem sesiyle hem ayakları ile tabiatımızı süsler kuşlar. Bediüzzaman seyretmeyi yüz sinema ve tiyatroya değişmez, ne kadar farklı şeyler hissetmiş. Siyasetten nefret eden Bediüzzaman siyasete kurban edilmeye çalışıldı Allah yine kurtardı.
Varlıklar, “muayyen bir suret ve mümtaz bir şahsiyet ve has sıfatlar ve hikmetli keyfiyetler ve maslahatlı cihazlarla dünyaya gönderiliyor.” Biyologlar neden böyle bakamazlar? Bir koyun yavrusu, bir arı, bir kedinin yavruları hep farklı şekillerde farklı psikolojide yaratılırlar. Kimi beşeridir, sana sırnaşır kimi ise saldırır. Hepsinin mümtaz ayrıcalıklı bir şahsiyeti var. Ona has sıfatları var, keyfiyetleri var, maslahatlı faydalı cihazları var. Ne kadar farklı noktalardan bakıyor? Allah’ın yarattıklarına onun kimya, fizik, matematik ve biyoloji felsefesiyle bakamayan ilimler, soğuk, oluşmuş, yapılmış gibi iğreti fillerle hakikati nasıl yoldan çıkarır, beşeri tesadüflerin arasında görürler.
“Ziynetli suretler, haller ve sair sıfatları bildiren bütün deliller, sıfat-ı hayatın delilleriyle beraber, hayat sıfatının tahakkukuna delâlet ettikleri…“
Allah sadece suret vermemiş bir de onu süslemiş, insanların dikkatini çeksin, üzerlerinde düşünsünler diye. Sadece ziynet değil başka sıfatları da var, bütün bunlar hayat sıfatının delilleridir. Sadece biçim yönünden güzellik değil canlı ve görevli güzellikler.
”Nakışlı bir sûrette icad edilen haliçeyi yapacak ve her vakit kemâl-i hikmetle tecdid edip…” Bitki böcek ve hayvanlardan oluşan yeryüzünün yeşil halısı yani haliçe. Her bitki nakışlı özenle yaratılmış.
“Küçücük zîhayat, küçücük hayvancıklar, en büyük mahlûklardan daha ziyade san’atça acip, hilkatçe bedî…“ Bediüzzaman bu cümlede küçücük canlılara bakar, hayvanlara değil hayvancıklara bakar, ne kadar dikkatli. Sonra onların büyük mahluklardan daha ilerde sanatça acip yani zor bir geometride yaratıldıklarını, toprağın üzerinde biçim olarak ne kadar harika ve acip canlılar var onlara da bakmış. Bunlar hem de hilkatçe bedi’dirler. Bedi çok farklı güzellik demektir. Bazan yollarda kitap okurken bir küçük sinek gelip kitaba konuyor, o kanatlar ne kadar ince. İnce bile ifadede kalın kalır. Bakmakla doyamazsın o zerafet ve bedii güzelliğe. Kendi de bedii olduğu için bedii ile güzeli farklı anlatır.
Bu cümlede suretlerin en hafif, en kısa yolda, en kolay tarzda, en faydalı şekillerde yaratılmasını anlatır. Kur’an buna bilhakkı yani hakkiyle kemalli der. “En hafif sureti, en kısa yolu, en kolay tarzı, en faydalı şekli ehemmiyetle takip ettiği gösteriyor ki, israf, abesiyet, faydasızlık, fıtratta yoktur.”
“Nakkaş-ı Ezelî, gözümüzün önünde, kışın beyaz sayfasını çevirip, bahar ve yaz yeşil yaprağını açıp, rûy-i arzın sayfasında üç yüz binden ziyâde envâı, kudret ve kader kalemiyle ahsen-i sûret üzere yazar; birbiri içinde birbirine karışmaz. Beraber yazar; birbirine mâni olmaz. Teşkilce, sûretçe birbirinden ayrı, hiç şaşırtmaz; yanlış yazmaz.”
Tegabün suresinde ahsen suret der, yani en güzel suretlerde yaratmıştır Allah. Üstelik kader kalemi ile birbirinden ayrı, karışmaz, şaşırmaz ve şaşırtmaz. Alemi lahuti güzellikler galerisi gibi görmüş, onlara dikkat etmiş, Allah’a böyle kul olunur. Onun adına bakar, onun adına göre düşünür.
Bediüzzaman, yine suretlerden bahseder. Ayrı ayrıdırlar, birbirlerine karışmazlar ve hatasızdırlar. “Ayrı ayrı suretlerini şaşırmayarak hatasız, sehivsiz, noksansız yapılmalarıyla, ilminin herşeye ihatasına ve hikmetinin herşeye şümulüne, adetlerince işaretler ederler.“
Bütün bu suretler Fettah isminin sayesinde açılırlar. Fettah, açan demek.
”Yani Fettâh isminin tecellîsiyle, basit bir maddeden ayrı ayrı, çeşit çeşit, hadsiz muntazam suretlerin, beraber, her tarafta, bir anda, bir fiil ile açılmasıdır.
Evet, nasıl ki umum kâinatın bağistanında ayrı ayrı hadsiz mevcudatı, çiçekler misilli, Fettâh ismiyle her birisine münasip bir tarz-ı muntazam ve bir şahsiyet-i mümtâze kudret-i fâtıra açmış, vermiş. Aynen öyle de, fakat daha mu’cizâtlı olarak, zemin bahçesinde dört yüz bin enva-ı zîhayata dahi, her birisine gayet san’atlı ve hikmetli bir suret-i mevzune ve müzeyyene ve mümtâze vermiş.”
Milyonlarca canlı ve bitkinin hepsi birbirinden maddi manevi imtiyazlı yaratılması ne kadar büyük bir fettahiyetin denetiminde ve faaliyetinde olduğunu gösterir.
Bu fettahiyet yani açmak fiili “tevhidin en kuvvetli delili ve kudretin en hayretli mucizesi, suretleri açmasıdır.”
Ey Mustafa İslamoğlu! Bu hakikatleri Said Nursi'den başka anlatan var mı? İnsafın varsa söyle. Yoksa sus! Yoksa edebi hayatını mahvedersin. Bu tevhid bayraklarını karartmak bu milletin imana muhtaç zihinlerini dalaletin karınlığına atar. Bu yük ağırdır sen bunu götüremezsin. Ateist, nihilist olsan ne ise...
Bu hikmete binaen, feth-i suver hakikati tekrarlarla Risale-i Nur’da izah edilmiştir. “Fenn-i nebatat ve fenn-i hayvanatın şehadetiyle ve tetkikat-ı amîkasıyla, bu feth-i suverde öyle bir ihata ve şümul ve san’at var ki, birtek Vâhid-i Ehadden herşeyde herşeyi görebilecek ve yapabilecek bir Kadîr-i Mutlaktan başka hiçbir şey bu cemiyetli ve ihatalı fiile sahip olamaz. Çünkü, bu feth-i suver fiili ise, her yerde ve her anda bulunan, nihayetsiz bir kudretin içinde nihayet derecede bir hikmet, bir dikkat, bir ihata ister. Ve böyle bir kudret ise, ancak bütün kâinatı idare eden birtek Zâtta bulunabilir.”
Ta yüzyılın başında Şam’da biyoloji ve zoolojinin alemdeki güzelliğin en büyük şahitleri olduğunu söyleyen Bediüzzaman, bütün fen bilimleri ile konuşur. O klasik İslam algısı gibi düşünmez, çünkü fen ve bilim asrıdır. Akıl ve nefsin kavgası hakimdir dine. Bunları yok etmek lazımdır. Kalp ayağı ile değil akıl ve kalbin kavgasından galip çıkan ancak bu asırda dikkatli ve tetkikli bir iman elde edebilir. Geçmiş asırların ne Marks’ı ne de Niçe’si ne de materyalist filozofları yoktu. Bu adamlarla Bediüzzaman kavga etti. Ey İslamoğlu, sen yazdığın kitaplarla bu gibi adamlarla mücadele edemezsin. Sen ancak itikadı olan kişilere hitap edebilirsin. Senin Esmsül Hüsna kitabını okudum güzel ama Bediüzzaman gibi gözlemlere dayanan bir esma kitabı değil. İstersen karşılaştır. Birbirimizin ayağına basmayalım, bak memleketin haline!
Bediüzzaman, suretlerin birbiri içinde karanlıklarda açılmasını anlatır. “Evet, meselâ mezkûr âyetlerin ferman ettikleri gibi üç karanlık içinde bütün validelerin erhamında insanların suretlerini ayrı ayrı, mizanlı, imtiyazlı, ziynetli ve intizamlı olarak, hem şaşırmadan, yanlış etmeden, karıştırmadan, basit bir maddeden açmak ve yaratmak olan fettâhiyet; ve umum rû-yi zeminde aynı kudret, aynı hikmet, aynı san’atla umum insanları ve hayvanları ve nebatları ihata eden bu feth-i suver hakikatı, vahdâniyetin en kuvvetli bir bürhanıdır.”
Özellikle “yusavviriküm filerhamı keyfe yeşa” yani rahimlerde canlıların suretlerinin yapılması, çizilmesi, doldurulması, can verilmesi ne kadar farklı?
Bediüzzaman’ın suretler ve bunlara bağlı güzellikleri anlatması bu kadarla kalmaz…