20 Ocak 2010’da bir yazı kaleme almıştım. Başlığı şuydu: Afganistan direnişi cihat mıdır?
Bu yazı hayli tepki almıştı, tepkilerin bir kısmı menfi idi hatta yazının içeriği anlaşılmadan sadece başlığa bakılarak verilen tepkiler vardı.
Yazılan yorumlardan yanlış anlaşıldığımı fark edince iki yazı daha kaleme aldım. Meseleyi düzelttim mi bilmiyorum. Ama kendimce amacım Müslüman kardeşlerin yanlış basmalarını önlemekti. Çünkü zalime meyletmekten men var Kur’an-ı Kerim’de…
Bugün Suriye’ye bakıyorum aynı senaryo orada da yaşanıyor.
Amerika mı saldırmış? Hayır.
Avrupa ülkelerinden her hangi biri veya bir kaçı mı saldırdı? Hayır.
Elli yıllık rejim mi değişti? Hayır.
Peki ne oldu da birden bire böyle bir direniş hareketi başladı?
“İnsanlar uyandı” diyeceksiniz. Kış uykusuna yatmışlardı ve Arap Baharı adı altında uyandılar öyle mi? Ne uyanış ama!...
Bir mahalleyi yerle bir eden bombayı atan direnişçi patlamadan sonra “Allahuekber” diye haykırıyor. Düşman (!) saflarında bir gedik açtığı için seviniyor.
Yol doğru mu?
Eh burada herkes hayır diyor. O nedenle benim bir şey dememe gerek kalmıyor.
Bediüzzaman Hazretleri İngilizlerin İstanbul’u işgal ettiklerinde yayınladığı Hutuvat-ı Sitte adlı eserinde altı habis menbadan (kaynak) bahseder ve o habis ruh şeytan ve arkadaşlarının bu menbaları işlettiğinden bahisle buna karşı yapılacak mücadelede yol ve tarz gösterir. O gün Üstad tarz olarak İngilizlere karşı yine fikir mücadelesi vermişti ve galip gelmişti.
Şu anda Arap Baharı adı altında meydana gelen hadiselerde bu altı menbaın işletildiği açıktır. Ve şeytan bu altı habis menbaları işleterek iş yaptırıyor.
Özetle şöyle; “Şimdi beşerde insan suretinde şeytanın vekili olan ruh-u gaddar, fitnekârane siyasetiyle cihanın her tarafına kundak sokan el-hannas, altı hutuvatıyla âlem-i İslâmı ifsad için insanlarda ve insan cemaatlerindeki habis menbaları ve tabiatlarındaki muzır madenleri, fiilî propaganda ile işlettiriyor, zayıf damarları buluyor.”
“(1) Kiminin hırs-ı intikamını, (2) kiminin hırs-ı câhını, (3) kiminin tamahını, (4) kiminin humkunu, (5) kiminin dinsizliğini, hattâ en garibi, (6) kiminin de taassubunu işletip siyasetine vasıta ediyor.” (Hutuvat-ı Sitte sh. 98)
Burada dikkat edilirse “kiminin taassubunu” derken oraya bir şerh koyuyor. “En garibi” diyor. Dini duygular bu gibi durumlarda işletilebilir mi? Aslında mantıken cevap hayır olmalıyken ama maalesef durum mantık dinlemiyor.
“Neden bu gibi durumlarda dini duyguların işletilememesi lazım?” diye sorarsanız. Cevap gayet basit… Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (ASV)’in savaşa gidilirken verdiği talimatları açıktır. Özellikle sivil halka dokunulmaması noktasında açık emir var. Ki, bu düşman topraklarında yapılan savaş için bu böyle, peki kendi ülkesinde ve Müslüman topraklarında Müslüman kardeşine karşı olunca nasıl olmalıdır? Elbette hiç olmamalı, böyle bir eyleme aklı başında hiçbir Müslüman evet diyemez. Diyorsa orada bir problem var demektir. Dini bilmemek ve dini duyguları yanlış kullanmak gibi bir durum var demektir.
Dinsizliğe, zorbalığa, katı rejimlere karşı mücadele mutlaka yapılmalı, ama tarz ve yöntemde dinin emirlerinden sapmamak kaydıyla.
En önemlisi cihad-ı maddi ile chad-ı maneviyeyi karıştırmamak şartıyla. Dahilde cihad manevi olur. Kur’an’ın elmas kılıçları ile olur.