Yazıya bir not ile başlamam gerekiyor şöyle ki; bu gezinin sonunda Hatay’da iki kahraman vakıf ağabeyler beni bir kenara çekerek şöyle dediler: “Ağabey biz yapıyormuşuz gibi görünen hizmetlerde bizim payımız senin ve herkesin payı kadardır. Bizim de bir nefsimiz ve pusuda bekleyen şeytanımız vardır. Vakıflık müessesesinin zarar görmemesi için senden ricamız bizim resim ve isimlerimizi yazmamandır. Lütfen bizden bahsetme.” Bunu dediklerinde zaten bir haftadır yaptıkları hizmetlerle gözümde çok büyük görünen bu hizmet kahramanları ağabeyleri biraz daha tanıdım ve bu hizmetin gerçekten ismi sanı bilinmeyen böyle gerçek mütevazi, fedakarların omuzlarında yükseldiğine şahit oldum. İşte bu iki vakıf ağabeylerden bahsetmem gerektiğinde onlardan “kahraman” diye bahsedeceğimi şimdiden söyleyeyim.
Bereketli topraklar rahmetten aldıkları torpilli paylarını almaya devam ediyorlardı. Her damlası bereket, her damlası rahmet olan sağanak altında Ceylanpınar yolunda ilerlerken 70 km’lik yolun içinde olduğu ovanın güzelliği misafirlerle birlikte bizi tefekküre sevk ediyor. Bir saat sonra Ceylanpınar’a vardık. Molla Halil, Suriyeli misafirleri ve talebeler bizi bekliyor. Kahvaltıya oturunca Merhum Molla Sabri’nin oğlu işadamı Ahmet Alkış da geliyor.
Bizim hedefimizde Şanlıurfa var. Kahvaltıdan sonra oraya devam edeceğiz diye düşünüyoruz. Kahvaltı bitip de kenara çekilince o iki vakıf kardeş yanıma yaklaşarak “ağabey Gaziantep’ten Kahraman ağabeyin selamı var dedi ki; eğer müsaitlerse bu ağabeylere valilikten izin alalım Suriyelilerin kaldıkları kamplara girip onlara Risale-i Nuru anlatalım. Misafirleriniz Arap oldukları için tesiri büyük olur.” Bu benim için gerçekten harika bir teklifti, misafirlerime de aktardım. Onlar da kabul ettiler. Zira biz zaten seyahat edecektik, artık seyahatimiz manevi bir ticarete dönüşecekti. Kısa bir telefon trafiğinden sonra yola çıktık. Öğle namazı vakti Akçakale Süleymanşah çadırkentindeydik. Orada bizi bekleyen kardeşlerimiz vardı. İsimlerimizle bize izin alınmıştı. Ve öğle namazını çadırkentte bir çadırda evlerinden yurtlarından, vatanlarından kopmuş Suriyeli mülteci kardeşlerimizle birlikte kılıyoruz.
Gaziantep’teki kahraman ağabey anlatıyor: “Ben onlarca defa Suriye’ye gittim. Belki bir Suriyeliye nurları anlatırım da, o da nurları sahiplenir ve Suriye’de bir hizmet başlatırız diye; fakat olmadı. Tek bir Suriyeliye nurları okutamadım. Fakat Cenab-ı Allah şimdi binlerle Suriyeliyi nurların ayağına getirdi. Şimdi çadırlarda yüzlerce Suriyeli var ve bu hizmeti artık onlar götürüyor. Çadırlarda dersler yapılıyor. Çok şükür. İnşallah az bir gayret olsa batıdan biraz yardım gelse nurların burada intişarı ve bütün Suriyeliler içinde okunması yakındır, mukadderdir.”
Çadırkent içinde bir Suriyeli kardeşimizin her sıkıntıyı unutup hizmeti kendine dert edinmesi bizi çok duygulandırmıştı. Evinin (çadırının) duvarlarına Suriye ve Türkiye bayraklarını, Hadis-i Şerifleri, Bediüzzaman’ın resimlerini, nurdan pasajları, vecizeleri asmış. Adeta bir Bediüzzaman köşesi olmuş. Ona neden böyle yaptın diye sorduğumda, “hem çocuklarım böyle görerek büyüsün, hem de komşularım sorsun da anlatayım diye” cevabını verince artık kahraman ağabeylerimizin çaldıkları mayanın tuttuğunu, ektikleri tohumun yeşerdiğini görmenin hazzını yaşadım. Şükürler olsun.
Saadet ve muhabbetle kalınız.
Gezi fotoğrafları için TIKLAYINIZ