Yeni Akit’teki yazılarımda Buti’nin Suriye rejimi ve ona karşı halk hareketine yaklaşımını nazara verdim. Buti’nin halk hareketleri karşısında, geçmişte Hama’ya karşı gösterdiği refleksin aynısını gösterdiğini yazdım. Gerçekten de öyle. Hala Buti’nin aklı fikri Hama olaylarına takılı kalmış vaziyette. Her iki olayı da aynı bağlama yerleştiriyor. Halbuki, Hama’dan bu yana Suriye’de kültürel bir devrim olmuş durumda. Köprünün altından çok sular aktı. Bugün Suriye’de ne Hama havası var ne de Mervan Hadid gibi aktörler. Arap dünyasında rejimlere karşı hoşnutsuzluk had safhada olmasına rağmen ciddi bir örgütlü muhalefet yok. Kapıya dayanmış devrimler karşısında Müslüman Kardeşler bile şaşkın. O da çözülme emareleri geçiriyor ve gençlere söz geçiremiyor. Suriye’de devrimi yönlendiren gücün İhvan olduğunu söylemek mümkün değil. Lakin bunun aksine Esat ve iktidar cephesini bazı ulema savunuyor. Şaşırtıcı olan işte budur. Rejim cephesini savunan ulemanın başında Muhammed Said Ramazan el Buti geliyor. Yıllardan beri aynı pozisyonunu koruyor. Bir yazımda Buti’yi gelenekçi ekole yerleştirerek onu Bediüzzaman’ın çizgisinden ayırmıştım. Bunun biraz daha tafsil edilmesi gerekiyor. Buti, reformist ekol karşısında gelenekçilerin refleksini gösteriyor. Bu nedenle de Buti’yi Bediüzzaman’dan ziyade Şeyhülislam Mustafa Sabri ve Zahid el Kevseri’nin çizgisine yerleştirdim. Lakin daha sonra bu meselenin yanlış anlaşılmasından da endişe ettim. Şöyle ki, gelenekçi karşılaştırmasında bu tamamen doğru. Lakin rejimlere yönelik refleks ve karşı çıkma açısından Buti ile Şeyhülislam Mustafa Sabri ve Kevseri’yi karşılaştırmak hakkaniyete uygun olmaz.
*
Şeyhülislam Mustafa Sabri ve Zahid el Kevseri hem İttihatçılara karşı çıkmış hem de daha sonra Ankara mezhebi veya doktrini olarak andıkları çizgiye sonuna kadar karşı çıktıklarını biliyoruz. Bu yüzden de soluğu Mısır’da almışlardır. II. Abdulhamit devrinde Mısır’a kaçanlar (Türkiye ve Şam bölgesinden)Hamidi devri muhalifleriydi. Cumhuriyet sonrasında da onların yerini Kemalist inkilaplara karşı çıkanlar almıştır. Buti ise adeta Cemal Paşa’nın modern muakkipleri olan Esat ailesine manevi olarak kol kanat geriyor. Bunu şahsi çıkarlara veya geçici reflekslere değil bir usule ve zihniyete bina ediyor. Esasında Buti fetvalarında teorik zeminde kaldığında herkesçe makbul görüşler serdediyor veya fetvalar veriyor. Lakin bunu yaşanılan duruma veya vakıaya adapte etmeye başladığında durum sapma gösteriyor. Bidat fırkalardan olarak andığı Şia’ya karşı olmasına rağmen bunu teorik zeminden günlük yaşanılan zemine çektiğinde; Suriye rejiminin ardından Hizbullah’a sahip çıkıyor. Hatta Suriye ile ilişkileri bağlamında Hadi Berik gibi kimileri kendisini Nasrallah’a benzetiyor. Kısaca Buti bidat ehli olarak nitelediği Şiiliğe karşı olmasına rağmen Hizbullah üzerinden Şiilere siyasi noktadan muhabbet besliyor ve bu durumda merhum Fethi Yeken’le aynı zemini veya yaklaşımı paylaşıyor. Dini teşeyyüe karşı olmasına rağmen siyasi teşeyyüe taraftar olabiliyor. Halbuki dini teşeyyünün(Şiileşme) yolu siyasi teşeyyüden geçiyor.
*
Gözlemcilerin tamamının dikkatini çeken hususlardan birisi Suriye devriminin kenardan başlaması ve hala merkeze tam olarak sıçramamasıdır. Hala Şam ve Halep Suriye devrimine mesafeli duruyor. Kenar merkezde merkez ise kenarda duruyor. Ulema açısından da durum bu merkezdedir. Şam ve Halep de kenara katılmış olsaydı belki de sonuç daha kestirmeden alınabilirdi. Suriye’de çekişmenin uzamasının temel nedenlerinden birisi Halep ve Şam’ın devrime tam olarak katılmamış olmasıdır. Şam’da rejime destek noktasında başı Buti çekmektedir. Ratip Nablusi gibi bir takım ulema devrime destek verse de Şam uleması genelde hala suskun ve meselenin uzağındadır. Fethülislam Medresesi ve benzeri kurumlar da rejime olan desteklerini kesmiş değiller. Aksine onlara rüşvet kabilinden Beşşar Esat bir başkanlık kararı yayınlayarak Fethülislam ve Ebu’n Nur medreselerini üniversite kapsamına aldı, onlara üniversite statüsü verdi. Bir de yanlarına özel Şii Üniversitesi katarak kendince kayıplarını asgariye indirmiştir. Bir tabuyu da yıkmıştır. Bir taraftan toplumsal baskı karşısında Sünnilere taviz verirken diğer taraftan da şiileştirmenin yolunu açmıştır. Şam’da M. Said Ramazan el Buti rejime destek olurken Halep’te ub işi Müftü İbrahim Ahmet Salkini yapmaktadır. İlk günlerde olayların başlamasıyla Dera Müftüsü Rızk Abdürrahman Abazeyd istifasını vermiştir. Maalesef hala ulema arasında Rızk örnekleri azınlıkta kalmaktadır. Lakin diğer ulema ve hocalarda bir çözülme olmamıştır. Halkın taleplerine bigane kalmayı tercih etmişlerdir. Ordu ve Baas Partisi rejimin yanında iç bütünlüğünü muhafaza ederken geleneksel ulema da tavrını ve tarafını değiştirmemiştir. Ulema da Baas Partisi ve milis güçler gibi rejimin arkasında sağlam duruyor. Bunu en iyi gözlemleyenlerden birisi Şam’a giden ve durumu yerinde temaşa eden Serdar Akinan olmuştur ve 'Mezhep Çatışması Kapıya Dayandı' başlıklı yazısında şunları not etmektedir:”
Konuştuğum insanlar Suriye'de yaşanan olayların büyümemesini biraz da ülkedeki Sünni din alimlerinin Esad'dan yana tavırlarına bağlıyorlar. Büyük saygınlığı ve etkisi olan Sünni din alimi Ramazan El Buti'nin yönetimden yana tavrı ve olan biteni 'fitne'' olarak nitelemesi özellikle gençlerde huzursuzluk meydana getiriyormuş. Her cuma camilerden yükselen protesto gösterilerinin kitleselleşmemesi ve yayılmamasını başta El Buti ülkedeki Sünni alimlerin tavrına bağlıyorlar. Hizbullah ise başlı başına bir mesele... İnsanların Hama'yı unutmadıklarını hatırlatıyor. Bir başka konuştuğum insan, 'Hizbullah'ın yayın organı Manar TV, Suriye Devlet Televizyonundan bile abartılı yayınlar yapıyor. Suriye rejimini savunup protestocuları suçluyor... Komplodan bahsediyor. Nasrallah'ın bu çevrede tüm dükkanlarda posterleri ve Hizbullah bayrakları vardı. Esnaf tepkisini dillendirmek için bunları indirdi'' diyor…”
Buti gibi Türkiye’de hala kimileri söz konusu rejimleri gönüllerinden atabilmiş değiller. Özellikle de bazı İslami kesimler. Halbuki mecra ve süreç İttihad-ı İslam’a doğru ilerliyor. Bütün gelişmeler ittihad-ı İslam'a hizmet ediyor ve çıkıyor. Mevcut yapılarla bunun olması ise neredeyse muhali taleptir. Halkıyla ittihat edememiş rejimlerle ittihat nasıl olacaktır? Halkları nezdinde meşruiyetleri olmayan rejimlerle elbette ki ittihad-ı İslam temin edilemez. Belki bu köhne rejimlerin yıkılmasıyla birlikte yeni dönem böyle bir açılıma ve bütünleşmeye zemin hazırlayabilir ve imkan verebilir. Kanaatime göre, tam da bu sürecin başındayız. Herhalde hep birlikte bu süreci ve getirdiklerini temaşa edeceğiz. Halep ordaysa arşın buradadır.