Suriye’de süren savaşa askeri - siyasi parametrelerin de üzerinde, jeopolitik bir lens ile bakalım. Karşımıza çıkan tablo bize şu gerçekleri söylemekte: 2011-2012 döneminde çatışma, her ne kadar Baas rejimi ile silahlı muhalefet arasında başlamış olsa da, bugün Suriye, bölgesel, hatta küresel fay hatlarını tetikleyebilecek konuma gelmiş durumda. Suriye hava sahasında her an, bilerek ya da bilmeyerek, kontrolden çıkacak bir çatışmanın fitili ateşlenebilir. Dahası, sahadaki taktik parametreler, stratejik haritalardan farklı dinamiklere sahip. Taktik veya operasyonel düzeydeki komutanların vereceği kararlar, örneğin topçu ateşi altına alınacak bir nokta ya da yanlış yerde, yanlış zamanda çağrılan bir yakın hava desteği, deprem etkisi oluşturacak siyasi sonuçları beraberinde getirebilir. Özetle, savaşın yıktığı bu ülke, başka yıkımları da beraberinde getirebilecek tehlikeli bir potansiyele sahip.
Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri ve Baas rejiminin ülkenin tamamında hakimiyetini yeniden tesis etmesi artık çok güç. Yine de, rejimin karanlık bir avantajı var. 1980’lerin başındaki Hama isyanından bu yana, ülkenin demografik nitelikleri ilk defa Baas diktatörlüğünün istediği profile yaklaştı. Dolayısıyla Şam’ın, evlerini terketmek zorunda kalan ve çoğunluğu Sünnilerden oluşan Suriyelilerin ülkelerine dönmesini zorlaştıracak her türlü adımı atması beklenmeli. En azından kısa vadede durum böyle. Açıkçası, komuta kademesinin önemli bir bölümünün kendi vatandaşlarına karşı kimyasal harp faaliyetlerine bulaştığı bir ülkeye dönmek de savaş mağduru insanlar için şimdilik rasyonel bir tercih değil.
Suriye üzerine gerçekleştirilen gerek diplomatik çabalarda gerekse düşünce kuruluşlarının etkinliklerinde Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri’nin yeniden düzenlenmesi ve savaş suçları işlemiş Baas unsurlarından arındırılması da öncelikli olarak üzerinde durulan konulardan biri olmuyor. Mezhep esasına göre dizayn edilen teşkilat yapısının yeniden düzenlenmesi de şimdilik önem atfedilen bir konu değil. Dolayısıyla, güvenlik ortamının iyileşeceğine dair görünürde bir işaret yok.
Bölgesel savaş tehlikesi
Suriye hava sahası üzerinde kontrol, salt Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri’nin yetenekleri ile sağlanabilecek seviyede değil. Fiili duruma bakılırsa, söz konusu hava sahası Fırat Nehri’ni esas alarak ABD ve Rusya arasında paylaştırılmış durumda. Ayrıca, Rusya Federasyonu Silahlı Kuvvetleri, Suriye’de stratejik önemi yüksek bir mevcudiyete sahip ve aynı zamanda çok katmanlı hava ve füze savunma mimarisi de bulunuyor. Bu tabloda, İran Devrim Muhafızlarının ve Lübnan Hizbullahı’nın artık Suriye’de kalıcılaşan varlıklarını, buna karşın 2007 yılında Suriye’deki nükleer reaktöre askeri müdahalesini gizlemeyen İsrail’in, savaşın başından itibaren Hizbullah’a yönelik silah sevkıyatlarını ve hatta kritik pozisyonlardaki İran Devrim Muhafızları Kudüs Güçleri’ni doğrudan hedef aldığını ve bu süreçte bir uçağının da Suriye hava savunma sistemleri tarafından düşürüldüğünü unutmamak gerekiyor. Bir de, elbette, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarının sonucunda Türkiye’nin Suriye’den kaynaklanan DEAŞ ve PKK/YPG terör tehditlerini bertaraf etmek için sınır ötesinde konuşlandırdığı önemli konvansiyonel güçler ve yerel dost unsurlar var.
Yukarıda aktarılan unsurların oluşturduğu ortamda, Suriye’de savaş, içinden birçok bölgesel ve küresel çatışma çıkarabilecek riskli bir istikamette seyrediyor.
Bahse konu trendlerden ilki, İran ve İsrail arasındaki bölgesel gerilimlerin Suriye’de çatışmaya dönüşen bir mecra bulması. Somut biçimde ortaya koymak gerekirse, bundan 12 yıl öncesine, 2006 yılında Lübnan Hizbullahı ile İsrail Savunma Kuvvetleri arasındaki hibrit harp durumuna dönmek gerekiyor. Lübnan Hizbullahı, 34 gün boyunca kesintisiz roket atışları ile İsrail’in önemli bir bölümünde hayatı felce uğratmıştı. İsrail Savunma Kuvvetleri, korumakla yükümlü oldukları topraklara yönelik tehdidi tamamen bertaraf etmeyi başaramadığı gibi, özellikle güdümlü tanksavar füzeleri karşısında zırhlı birliklerinin zafiyetleri de belirgin bir hal almıştı. İlk bakışta birçok uzman, İsrail Savunma Kuvvetleri tarihinde ilk kez bir havacı generalin, Dan Halutz’un genelkurmay başkanı olmasının söz konusu neticeyi beraberinde getirdiğini öne sürdü. Bahse konu uzmanlar, General Halutz’un hava gücünün tek başına sonuç alıcı olduğuna ilişkin bir kanı taşıdığını, istediğini elde edemediğinde ise kara birliklerini eksik bir planlama ile harp sahasına sürdüğünü iddia etmişlerdi. Bir diğer açıklama ise, İsrail Savunma Kuvvetleri ile dönemin Ehud Olmert liderliğindeki hükümeti arasındaki iletişim kopukluğunu ön plana çıkarmıştı. Zira, İsrail askeri gücü, net biçimde belirlenmiş, berrak siyasi hedefler olmadan çatışmaya sürülmüştü. Tüm bu sayılanlar yakın dönem harp tarihinin konuları. Ancak daha önemli bir gerçek var: Hibrit harbin yükselişi ve bir vekalet savaşı fonksiyonu kazanması, Ortadoğu’nun düşük yoğunluklu çatışmalarının çehresini büyük ölçüde değiştirdi. Bunun en önemli sonuçları arasında da, İran’ın Lübnan Hizbullahı’nın kritik taktik yetenekleri, en önemlisi de füze ve roket envanteri üzerindeki etkisi bulınmakta.
Suriye’deki savaşın akıbetinin ne olacağı siyasi ve bölgesel bir konu. Ancak daha dar bir askeri çerçeveden balılırsa, Lübnan Hizbullahı’nın şimdiden galipler arasında yer aldığı kesin gibi görünüyor. Bu tabloya bir de, İran Devrim Muhafızları’nın oluşturmaya başladıkları -giderek kalıcı bir hal alan- de facto üsler ile füze üretim tesisleri eklenince, İsrail’in Suriye’yi bir harp sahası olarak algılaması kaçınılmaz bir hal alıyor. Özetle, 2018 yılı ve sonrası için bir İran & Lübnan Hizbullahı-İsrail çatışmasının Suriye topraklarında vuku bulması muhtemel.
Bir diğer bölgesel çatışma fay hattı da, İran’a bağlı Şii milislerin ve Baas rejimi güçlerinin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları ile terörist unsurlardan temizlediği bölgelerde istikrarı sağlama çabalarını sürdüren Türk Silahlı Kuvvetleri birliklerine yönelik olası provokasyonları. Açıkçası, özellikle Zeytin Dalı Harekatı sırasında bu tip provokasyonlar görülmüştü. Fırat Kalkanı Harekatı sırasında da rejim hava kuvvetleri Türk askerlerini hedef almış ve dört şehit verilmesine neden olmuştu.
Bölgesel savaştan fazlası: Rusya-ABD fay hattı
Yukarıda özetlenen fay hatlarının bölgesel ölçekte bir savaşı tetiklemesi olası. Yine de, Suriye’de dikkatle izlenmesi gereken başka bir gelişme var, Rusya Federasyonu ile ABD’nin karşı karşıya gelmesi… Böyle bir senaryo, bölgesel çatışma limitlerini gerçekten zorlayabilir ve gerilim kontrolden çıkabilir.
Açıkçası daha önce müşahede edilen bazı ciddi emareler Rus-Amerikan temaslarını gözler önüne serdi. Örneğin, çatışmasızlık sahasında muharip hava devriyesi gerçekleştiren savaş uçakları arasındaki tehlikeli gelişmeler ve Rus özel askeri şirketlerine mensup personelin ABD Hava Kuvvetleri tarafından hedef alınması kritik eşiklerin çoktan aşıldığını gösteriyor.
Durumu daha da ciddi hale getiren husus, Baas rejiminin Guta’daki kimyasal saldırılarını müteakip, Trump yönetiminin askeri seçeneği değerlendirdiğini açık biçimde belirtmesi. 2017 yıkında, İdlib kimyasal saldırılarının ardından önemli bir hava üssü olan Şayrat’a yönelik Tomahawk seyir füzeleri ile bir müdahale gerçekleştirilmişti. Bu gelişme, Moskova’nın Suriye hava savunma kabiliyetini ciddi oranda yükseltmesi çabalarını da beraberinde getirdi. Nitekim, bu çalışmanın kaleme alındığı sıralarda, Rus basın kaynakları 2017 yılında 40 adet Pantsir S-1 alçak-orta irtifa gelişmiş hava savunma sisteminin Suriye’ye sevk edildiğini duyurdu. Dahası, kısa süre önce, Duma Savunma Komitesi Başkanı Vladimir Şamanov’un Suriye hava sahasının yabancı ülkelere kapatılmasına ilişkin açıklamalar yapmış olması önemli. Şamanov, sıradan bir Rus politikacı değil. 2008 Gürcistan ve daha önce Çeçenistan’da muharip tecrübeye sahip, Rusya Federasyonu Silahlı Kuvvetleri’nin en seçkin unsurlarından biri olan Hava İndirme Birlikleri’ne (VDV) komuta etmiş, Devlet Başkanı Putin’e yakın bir general. Dolayısıyla Şamanov’un sözleri, Moskova’nın resmi dış politikasını değilse de, Rus askeri elitinin düşüncelerini yansıtıyor.
Şu tespitin yapılması önemli; jeopolitik olarak Suriye’nin Rusya için önemi, Ukrayna ya da Baltık ülkeleri düzeyinin uzağında. Yani Suriye, Moskova’nın doğal yayılma alanı içinde gördüğü, NATO varlığından da yaşamsal tehdit algıladığı bir ülke değil. Ancak, Batı’yı zor durumda bırakmak, NATO içindeki çatlakları -örneğin ABD ile Türkiye arasında PYD/YPG’ye ilişkin sorunları- derinleştirmek için ciddi bir platform. Bu nedenle Kremlin’in, ABD’nin Suriye çıkışını boşa çıkaracak ve hatta küçük düşürecek her fırsatı değerlendirmesi muhtemel.
Elbette, bir de tarihin akışını değiştirebilecek hesaplama hatası ihtimali göz önünde bulundurulmalı. Örneğin bir ABD füze taarruzunda üst düzey Rus askeri personelinin hayatını kaybetmesi ya da Doğu Akdeniz’de ABD ve Rus donanmaları arasında yaşanacak tırmanmalar olayların akışını kontrolden çıkarabilir.
Özetle Suriye’de çatışma, 1980’lerdeki isyanı, özellikle de Hama’da yaşan trajediyi andıran bir şekilde başlasa da, artık bölgesel ve küresel güvenlik için felaket senaryosu olarak kabul edilen gelişmelerin fitilini ateşleyebilecek seviyede.
[Dr. Can Kasapoğlu İstanbul merkezli bir düşünce kuruluşu olan Ekonomi ve Dış Politika Araştırma Merkezi’nde (EDAM) savunma analistidir]
AA