RİSALE HABER
Tam adı Ali Osman Öztop olan, Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin tabiriyle Kötürüm Ali olarak bilinen bu fedakâr ve cefakâr ağabeyimizi vefat yıldönümünde rahmet dualarımızla anıyoruz. Kötürüm Ali 20 Ekim 1950 tarihinde 37 yaşında iken vefat etmişti. Onunla ilgili bilgiler Ömer Özcan’ın Ağabeyler Anlatıyor-2 kitabında özetle şöyle yer alıyor:
KÖTÜRÜM ALİ YARIM VÜCUDUYLA HİZMETTE ADETA UÇMUŞTUR
Bana sorulsa ki; “Bir nur talebesinin hayatını filme alalım?” Aklıma gelen ilk isimlerden birisi, “Kötürüm Ali” olurdu.
Kötürüm (Alil) Ali, Isparta Atabeylidir. 1913 yılında dünyaya gözlerini açmıştır. 20 yaşlarında iken yürüyemez olur, kötürüm olmuştur.
Sonra hemşerisi Tâhirî Mutlu ağabey vesilesiyle nur hizmetlerini tanır. Allah ayaklarını almış, fakat ona mânevî kanatlar vermiştir. Kısa ömründe, yarım vücuduyla hizmette adeta uçmuştur. Çok hızlı bir hizmet hayatı vardır.
Ona, dünyasına bedel âhireti yüzüne gülmüştür. Zira Üstadı, vefat ettiğinde öyle diyor: “…Tebrik ediyorum ki, vazifesini tam yapmış ve şimdi de Nur kahramanları Hâfız Ali ve Hâfız Mustafa yanında duama dâhildir” diye yazıyor taziye mektubunda.
Emirdağ Lâhikasında adı, “Alil Ali, Kötürüm Ali, Ali Osman, Demirbaş Ali Osman” şeklinde çokça geçmektedir. Ali Osman Öztop 1950 senesinde daha henüz 37 yaşında iken vefat etmiştir. Mezarı Atabey’dedir.
Hatıraları müsvedde olarak yazan Ali Osman ağabeyimizin yeğeni Ali Rıza Atadal’dır. Kendisi 48 yıllık kadim dostumdur. Ankara ODTÜ mezunudur. Dayısının vefat yılında doğmuş ve hizmetleri onun bıraktığı yerden devam ettirmektedir. Dayısına tam bir hayr-ül halef olmuştur. Hatıraları tekrar yazıp düzenlendikten sonra kendisine tashih ettirdim. (Ömer Özcan)
GENÇ YAŞINDA KÖTÜRÜM OLDU
Adım Ali Rıza Atadal. Ali Osman Öztop’un yeğeniyim. Dayım Kötürüm (Alil) Ali hakkındaki malumatlarım şöyledir:
Dayım kötürüm (Alil) Ali Isparta’nın Atabey İlçesinde 1329 (1913) tarihinde doğmuş ve 20 Ekim 1950’de daha 37 yaşında iken vefat etmiştir. Mezarı Atabeyde’dir. (Atabey, Agros ve Aras diye de bilinir. Her üç isim de Risale-i Nurlarda geçmektedir.)
Dayım ilkokulu bitirdikten sonra bağ-bahçe işleriyle meşgul olmaya başlar. Boylu poslu olan genç Ali Osman, tahminen 20 yaşlarında iken, halk arasında “yılancık” diye bilinen bir hastalık vücuduna arız olmuş ve birkaç sene içerisinde bacaklarının kas ve sinirleri tamamen zayıflayarak yürüyemez hale gelmiştir.
Artık kötürüm olmuştur, bir daha hiç yürüyemez. Çare olarak; yere dayanıp yürüyebilmesi için, altına deriden bir altlık, ellerine de birer ellik verilmiş. Bu şekilde önce ayaklarını öne atıyor, sonra elleriyle yere dayanarak vücudunu ileriye doğru verip yürüyebiliyormuş.
NURLARI TÂHİRÎ MUTLU AĞABEY TANITIR
Kötürüm olan dayımın hayatı evinde böyle geçerken, tahminen 1938-1939 senelerinde Risale-i Nurları tanımakla şereflenir. Aynı memleketli, Tâhirî Mutlu ağabey bizzat eve gelerek dayımla meşgul olmaya başlar ve Risale-i Nurları ona tanıtır.
Zaten bekâr olan dayım Ali Osman, artık o tarihten itibaren kendini tamamen nurların hizmetine vakfeder.
YARIM VÜCUDUYLA, SANKİ ON AYAKLA HİZMETE KOŞMUŞTUR
Bedenî hayatı bir anda yıkılan dayımın, mânevî hayatı birden ayağa kalkmıştır.
Üstad’ına yazdığı bir mektubunda: “Allah’ıma şu dünyadaki bütün zerratlar adedince hamd olsun. Şu zamanın hatta mazi ve müstakbelin de en büyük ve en mühim uleması olan Risale-i Nur’u bizlere bahşetmiş” diyerek hayatını iman ile hayatlandırmış, yarım vücuduyla, kısa ömründe, sanki on ayakla hizmete koşmuştur.
Nurlarla ayaklanan Alil Ali, Tâhirî ağabeyin getirdiği nur risalelerini yazıp çoğaltarak, yakını olan eski arkadaşlarına da risaleleri tanıtmakla meşgul olmaya başlar. Dayım aynı zamanda kitap ciltlemeyi iyi bildiği için, diğer ağabeylerin yazdıkları kitaplar da ona gelir, onları da ciltlermiş.
YOKSULLUK İÇİNDE HİZMET ETTİ
Burada annem Ayşe Atadal’dan dinlediğim bir hatırayı arz edeyim. Ta ki o günkü hizmet şartlarının zorluğunu tekrar hatırlayalım:
“O tarihlerde en küçük bir ihbar olduğunda, gelip evleri basıyorlar ve yazılan risaleleri imha ediyorlardı. Bu sebeble risaleler ekseriyetle geceleri, kandil veya gaz lambasının ışığı ile yazılıyordu. Ancak şüphe çekmemek için dışarıya ışık sızdırılmadan yazılması lazımdır. Ali Osman da o yazanlardan biridir.
“Evimiz eski, ahşap, her taraftan soğuk alırdı. Yakacak odun ve kömür de fazla olmazdı. Bu sebeble akşamdan yanan sobanın kor halindeki ateşi, mangaldaki külün içine alınır ve mangaldaki kor ateş çabuk sönmesin diye de üzeri külle örtülürdü. Ali Osman yazdıkça üşüyen parmaklarını, sadece parmaklarını bu külü açarak ısıtırdı. Üşüdükçe tekrar ısıtır ve bu şekilde sabaha kadar yazıya devam ederdi.
“Rahmetli Ali Osman ağabeyim bu şartlarda çok fazla hizmet etmiştir. Bu ihlâslı fedakârlığı bana çok tesir ederdi. Arada bir parça nurlardan okuyuverdiğinde; sanki ağzından Cennet balı akıyor gibi tatlı lezzet alırdım.”
KÖTÜRÜM ALİ ÜSTAD’IN DA TASVİBİYLE EĞRİDİR’E TAŞINIR
Dayım Alil Ali, Atabey’de anne babasının evinde böyle hizmet ederken, Eğirdir’e birisinin gitmesi icap eder. Ağabeyler üstadımızla da istişare ederek, bekâr olduğu için dayımın gitmesini uygun görürler ve Eğirdir’de hizmet etmesine karar verirler.
Dayım Alil Ali nihayet Eğridir’e taşınır. Orada Çilingir Ali Savran, Kazım Ağabey vs. ile hizmete devam ederler.
KÖTÜRÜM ALİ’NİN DAYISI EĞRİDİR HALK PARTİLİLERİN BAŞIDIR
Eğridir’de enteresan bir inayet-i İlahiye ile hizmetler cereyan eder. Şöyle ki:
Şimdiki gibi her yerde nur dersaneleri olmadığı için evler kullanılırdı. Nur talebelerinin evleri de hem genişlik, hem de emniyet bakımından müsait değildir.
Eğirdir halkı da ekseriyetle Halk Partililiği ile meşhur olduğu için; nurların tanıtılması ve risale yazma hizmetleri oldukça müşkül şartlarda yapılmaktadır.
Orada ikamet eden büyük dayım Hasan İnce vardır. Yani, dayım Ali Osman’ın ve annemin dayısı olan büyük dayımız; onun iki katlı, o günkü şartlara göre güzel ve geniş olan evi vardır.
Fakat büyük dayım Halk Partilidir ve Eğirdir Halk Partililerin başıdır.
KÖTÜRÜM ALİ, HALK PARTİ BAŞKANININ EVİNDE MUSA (AS) GİBİ KORUNUR
Kaderin tecellisine bakın ki; Halk Parti başkanı olan büyük dayımızın hanımı olan yengemiz Şehriban İnce, ‘Musa’nın Asiye’si gibi’ çok safi, salâbetli ve dindar bir hanımdır. Yeğeni olan kötürüm Ali Osman dayımı, oraya yerleştirir. Hizmetlerin kendi evinde yapılmasını ısrarla ister. Ve evinin, hem de üst katını hizmetler için ayırır. Büyük dayımız da buna mecburen muvafakat eder.
Artık ilçenin Halk Parti başkanının evi dersane-i Nuriye olmuştur. O andan itibaren bu ev arama ve baskınlardan -şikâyet bile olsa- müberra ve mahfuzdur. Burada arama ve baskın yapılamazdı. Çünkü o günkü idarecilere göre; en emniyetli şahıs, elbetteki kendi partilerinin başkanı olan şahsın evidir.
İşte kaderin tecellisi; Allah (CC) geçmiş devirlerde Hz. Musa aleyhisselamı hangi saraylarda büyütmüşse, benzer bir tecellisi Eğirdir gibi bir yerde görülür. Ve o günkü dehşetli şartlarda böyle bir evde Kur’an nurları çoğaltılır, her tarafa neşredilir.
EĞİRDİR KÖYLERİNDEN GELEN BİRÇOK İNSAN NURLARI TANIR
Üç-dört sene gibi uzunca bir müddet büyük dayımızın evi böylece nur dersanesi olur.
Orada Eğirdir köylerinden gelen birçok insan nurları tanır ve imanlarını arttırırlar. Bu insanlar köylerine dönerken dayım onlara okumaları ve yazmaları için birer risale verir. Onlar da yazdıklarını ertesi pazar getirirler. Dayım Ali Osman da tashihatlarını yapar, ciltler ve yazmaları için onlara başka risaleler verir... Böylece epeyce bir nur talebesi yetişmiş olur.
Sonra dayımı merkezî bir köy olan İmrahor’a taşırlar. Bir müddet de orada hizmetlere devam eder.
EĞRİDİR’DEKİ BU HİZMETLERİ ÜSTAD’IMIZ BAKINIZ NASIL TEBRİK EDİYOR:
“Atabeyli alîl (kötürüm) Ali Osman'ın yazdığı uzun mektubu ve Asâ-yı Musa Risalesi ve Nurların neşrinde cidden tesirli çalışması ve hizmet-i Nuriyede çok çalışkan Çilingir Ali ile ve dayısı Hasan'ın ona yardım etmesi ve mübarek hülyaları ve tevafukları bizleri ferahlandırdı. Eğirdir kasabasını bana ziyade sevdirdi. Cenab-ı Erhamürrâhimîn onlardan razı olsun.” (Emirdağ Lâhikası 159)
“Sâlisen: Hüsrev'in mektubunda, Atabeyli Kötürüm Ali ve Eğirdir'li Kâzım'ın Nurlara tam şevkle hizmetleri, hattâ ruhanîleri de onları tebrike ve tahsine sevkeder.” (Emirdağ Lâhikası 154)
“Atabey kardeşlerimizden, Lütfü vârislerinden Ali Osman'ın mektubundaki sualine cevab vermeğe vakit bulamadık.” (Emirdağ L. 96)
“Alîl Ali Osman ve Çilingir Ali, Nur'un pek çalışkan kardeşlerimizin tebriklerini ruh u canımızla hem bayramlarını, hem Leyle-i Kadir'lerini, hem hârika ve kıymetli ve çok sevablı hizmet-i Nuriyelerini tebrik ediyoruz ve muvaffakıyetlerine ve mahfuziyetlerine dua ediyoruz.
Onlar, Nur dairesini ebede kadar bir cihette minnetdar ettiler, Allah razı olsun, âmîn! Ali Osman, mektubunda isimleri bulunan kardeş ve hemşirelerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz ve dualarını istiyoruz. Ve mübarek bir kardeşimiz olan Kâzım'ın ruhuna Cenab-ı Hak binler rahmet eylesin ve kabrini pürnur etsin, âmîn!
Ali Osman'ın mübarek kaleminin bir kerametidir ki; gönderdiği onbeş parça risalecikler, aynı vakitte Konya Medrese-i Nuriyesinin iki mühim şakirdi geldiler, aynı o risaleler bize lâzımdır dediler, onlara verildi. Ali Osman'a daha geniş bir sahada sevab kazandıracaklar. Umuma birer birer selâm ve dua ediyoruz.” (Em. L. 250)
“Sâlisen: Nur santralı Sabri'nin (R.H.) Lâhika'ya girecek güzel mektubu ve Ali Osman ve Çilingir Ali'nin Nurların neşrindeki kudsî hizmetleri … ve Eğirdir köylerinde Ali Osman'ın ve Halil İbrahim'in tasdikiyle çok hâlis Nurcuların yetişmesi… Cenab-ı Hak onların umumundan razı olsun. Hususî ve ayrı ayrı mektub yazamadığımdan gücenmesinler.” (Emirdağ Lâhikası 271)
HASAN FEYZİ’NİN YERİNİ DEMİRBAŞ ALİ OSMAN DOLDURUR
Emirdağ Lâhikasında Denizli Kahramanı Hasan Feyzi’nin vefatı münasebetiyle Üstad’ımızın bir mektubu vardır. Bu mektupta Üstad Hazretleri Hasan Feyzi’yi müjdelerle tâziye ettikten sonra; mektubun hâşiyesinde Onun yerini Ali Osman’ın doldurmasını tavsiye ediyor. Şöyle ki:
“…İnşâallah Cenab-ı Hak onun vazifesini dünyada gördürecek Nur dairesinde çok Hasan Feyzi'leri yetiştirecek.” (Haşiye)
“(Haşiye): Bu merhum kardeşimizin Nur'a ait müteaddid vazifelerini tamamen görecek ve şakirdlerin tensibiyle ve meşveretiyle intihab edilecek bir yeni kahraman bulununcaya kadar, o vazifeleri taksim-ül a'mal suretinde herbir şakird bir vazifesini yapmağa başlasın. Demirbaş Ali Osman, bu vazife Isparta'da sana düştü. Hem oradaki kardeşlerin meşvereti ile, onun yeri boş kalmamak için Nur'la onun gibi çok alâkadar birisi, şimdilik Denizli Hüsrev'i vaziyetini alsın. Ona hediye ettiğim takkeyi muhafaza etsin, tâ hakikî sahib çıkasıya kadar.” (Emirdağ Lâhikası 190)
MALUM VE MEŞ’UM AFYON HAPSİNDE ALİL ALİ OSMAN
Bu arada 1948’lere gelinmiştir. Malum ve meş’um Afyon hapishanesine Üstad’ımızla beraber nur talebeleri toplattırılmaya başlanır.
6 Mart 1948’de, o civardaki birçok nur talebesiyle beraber, dayım Ali Osman’ı da kötürüm olmasına rağmen tevkif ederler. Sadece iki hafta kadar hapiste kaldıktan sonra, 22 Mart 1948 günü tahkikatı yürüten Afyon Cumhuriyet Savcılığı, o güne kadar tevkif edilmiş 48 nur talebesinden otuzu hakkında takipsizlik kararı vererek, otuz kişiyi serbest bıraktırır. Dayım da bunlardan biridir.
KÖTÜRÜM ALİ SÜRÜNEREK MAHKEME BİNASINA GELİR
Burada Tâhirî Mutlu Ağabeyimizden bizzat dinlediğim dokunaklı bir hatırayı nakledeyim:
Afyon Hapishanesinden, Üstad’ımızla beraber bütün ağabeyler 22 Mart 1948 günü mahkemeye giderler. Dayım Kötürüm Ali de mevkuf olarak aralarındadır. Herkes ikşer ikişer kelepçelenir. Jandarmaların refakatinde bütün grup hapishaneden mahkemeye doğru hareket eder.
Fakat dayım kötürüm olduğu için arkalarında kalır.
Tek başına arkalardan sürünerek, kendini çeke çeke mahkeme binasına kadar gelir. Önden giden Üstad ve ağabeyler muhakeme edilecek olan binanın üst katına çıkarlar. Salonun dış sofa kısmında merdivenin başında mahkeme saatini beklemektedirler.
ALİL OSMAN’IN SÜRÜNEREK MAHKEMEYE GELDİĞİNİ GÖREN ÜSTAD’IMIZIN GÖZLERİ YAŞARMIŞTIR
Dayım ise arkadan gelmiştir. Üst kata çıkması lazımdır. Merdivenlerden çıkmaya başlar. Evvela vücudunu bir üst basamağa alıp, sonra ayaklarını çekerek, geri geri, “tık.. tık.. tık..” diye ses çıkararak tırmanmaktadır.
Manzara çok dokunaklıdır. Yukarıdan bu manzarayı Üstad’la beraber seyreden ağabeylerin bazıları: “İşte en sakatımız dahi buraya gelmiş idamla yargılanıyoruz!” diye hüzünlenirler. Üstad’ımızın da gözleri yaşarmıştır...
KORKMAYINIZ KARDEŞLERİM! İNŞALLAH BU NURLAR PARLAYACAKTIR
İşte tam bu esnada, Üstad’ımız gür bir sesle bütün topluluğa hitaben:
“Korkmayınız Kardeşlerim! İnşallah bu Nurlar parlayacaklar” der.
Tâhirî ağabey: “Bizim, idamla yargılandığımız mahkemede, bu kadar dehşetli şartlar içinde, Üstad’ımızdan çıkan bu sözün münasebetini bir anda kuramadık. Hatta ‘acaba Üstad’ımız hapishanenin o dehşetli tecridhanesinde muvazeneyi mi bozdu?’ diye endişelenmiştik.
“Sonra zaman o sözü tefsir etti ki; aynı hakikat bir müjde imiş. Mübarek Üstadımız ilham ve ihtarlarla bize bu müjdeleri veriyormuş.”
VEFATI VE HZ. ÜSTAD’IN TAZİYESİ
Nihayet dayımın son seneleri daha da ciddi hastalıklarla geçer. Esbab dairesinde yaşıyoruz. O zor, soğuk şartlar ve çok kitap ciltlemekle meşguliyet esnasında aldığı selülozik tozlar, onun tüberküloz (verem) olmasına neden olur.
Nur talebeleri ağabeyler ve ev halkı tedavisi için çok uğraşırlar. Fakat takdir-i İlahi öyle hüküm vermiştir. Nihayet 20 Ekim 1950 günü Rahmet-i İlahiye ve O’nun Resulüne kavuşur.
Üstad’ımız Ali Osman’ı şu mektupla taziye eder:
“Ali Osman'ın vefatıyla hem akrabasını, hem Medreset-üz Zehra ve Nur dairesini ta'ziye ediyorum. Ve onu da tebrik ediyorum ki, vazifesini tam yapmış ve şimdi de Nur kahramanları Hâfız Ali ve Hâfız Mustafa yanında duama dâhildir. Umum kardeşlerime binler selâm.”
El Bâki Hüvel Bâki. Said Nursî
(Em L. 2, S. 48)
İKİ KERE KILINAN CENAZE NAMAZI
Kötürüm Ali civardaki birçok nur talebeleri ve memleket halkından epeyce bir cemaatle Atabey’de defnedilir.
Defnedildiği gece cenaze namazını kıldıran memleketimizin hocasına rüyasında görünür: “Hafız Efendi benim cenaze namazımda, ‘Sübhaneke’ okunurken ‘ve celle senâüke’yi unuttunuz. Cemaati toplayıp lütfen namazımı tekrar kıldırınız” der.
Hocaefendi de hakikaten unuttuğunu hatırlar ve namazı tekrar kılarlar. Hatta uzak yerlerden gelip cenaze namazına yetişemeyen birkaç nur talebesi de cenaze namazını kılmış olurlar.
Kötürüm Ali’nin Isparta’nın Atabey ilçesindeki kabri