Tabiat Risalesi açılımlarına giriş-2

Ediz SÖZÜER

(İmanî meselelere doğru taraftan bakmak)

Şahsi kanaatimizce inkâr eden birinin şöyle bir tasavvur içine girmesi gerekmektedir: “Şimdi ben bulunduğum yerden, baktığım noktadan dinlerin ve bir yaratıcının varlığının hurafe ve asılsız olduğu iddiası içindeyim. Hatta bunu kendimce kesin bir bilgi gibi de kabul ettiğim oluyor. Fakat bir an durup dinin, peygamberin ve bir yaratıcının gerçek olduğunu farz etsem, benim böyle bir dünyanın içinde yerim ne olur ve sözlerim ne derece bir kıymet ifade eder?

Çünkü bu varsayım ile şöyle bir gerçeklik ortaya çıkmış olacak: Bu kâinat içindeki en yüksek hakikatin bir yaratıcının varlığı olduğu, bütün ilimlerin başının ve en son noktasının yaratıcıyı tanımak olduğu ve en kıymetli bilginin de yaratıcıyı tanıma bilgisi olduğu ve esas itibariyle bilim yapabiliyor olmamızın tek sebebinin, bilimin üstün bir aklın işini yansıtıyor olması olduğu. Ayrıca gerçek dinler ve peygamberler de, hakikati arayış yolunda insanlığın en doğru rehberleri olmalıdırlar. Çünkü bir yaratıcı varsa, kendisini ve yaratılış maksatlarını bildirmemek olmaz.

O halde bu varsayımla koca bir maneviyat âlemine yabancı ve ilahiyatla ilgili meselelere uzak olan şahsımın, bu meselelerde söylediğim sözlerimin ve düşüncelerimin ne gibi bir önemi olabilir? Maneviyat âlemini gözleriyle görecek şekilde keşfeden ve o âlemlerde şahsen ve o hakikatlerin inceliklerinde fikren gezen peygamberler, âlimler ve evliyalar yanında; her şeyi madde ile açıklamaya çalışan, manevîyatı inkâr ettiği ve hiç ilgilenmediği için de bu meselelerde söz sahibi ve uzman olmayı bir tarafa bırakın, varlığından bile habersiz olan benim gibi insanların görüşleri, elbette bu sahada hükümsüzdür ve referans alınmaz. Benim bu konudaki kendime güvenimin zemini, şahsî kanaatimin doğru, dinin ve yaratıcının ise yanlış olduğu temeline dayanıyor.

Hâlbuki gerçek bunun aksi ise ve böyle bir maneviyat âlemi hakikatte varsa, şahsen en koyu bir cehalet içinde bulunmuş olacağımı ve bu durumda bulunduğum yerde edineceğim konumum, hiç güvenilmeyecek hata hükümlerin sahibi olan biri olmaktan başka bir mana ifade etmeyeceğimi elbette itiraf etmem gerekiyor.”

Evet, bir sanat eserinin sadece maddesiyle meşgul olan ve eserin maddesinde boğulmuş, eser üstündeki sanatı göremeyen veya ilgilenmeyen, o eserin bir sanatkârının olduğunu düşünmeyen ve onu tanımaya çalışmayan veya onu yok sayan biri, o eserin üstündeki incelikli sanatların, eser sahibinin sanatkâr ruhunu ne gibi yönlerden ve nasıl anlattığı hakkında ne gibi bir fikir ileri sürebilir? Meşgul olmadığı, hatta ilgilenmediği ve rahatsız olduğu bu türden konularda söz sahibi olabilir mi?

İşte her şeyi maddede arayan ve akılları gözlerinde olanların, göz maneviyatı göremediği için manevîyatla ilgili meselelerdeki kanaatleri, dayanak veya hareket noktası olamaz, söz sahibi ve bilirkişi ise hiç olamazlar. Bu mana içindir ki, dünyaca ünlü ve en büyük bir kuantum fizikçisinin, uzmanlık alanı dışında kalan ilahiyat meselelerindeki herhangi bir inkârı, itibar görmeye lâyık değildir. (Bilimsel verilerin yaratıcının varlığına delil ve işaret olan yönlerinin bilim insanları tarafından ortaya koyulması ise, bundan farklı bir kategoride değerlendirilmesi gerekir. Çünkü burada delil-netice ilişkisine dayalı bir ispatlama süreci söz konusudur.)

İman ve küfür arasında temel bir farklılık vardır. İman sabit bir bilgiye dayalı hükümdür, ispattır, hakikatte mevcut olan bir şeyin varlığının delillerle kabulüdür. Fikrî bir meslektir. Karşıt alternatifi olan küfür ise, mesleksizdir, inkâr temelinde şekillenir, kendi başına bir fikrî dava değildir. Delillerle ispatlanabilen ve çok sayıdaki delillerin bir araya getirilmesiyle gerçekliği sabitleştirilebilen iman hakikatlerinin yokluğunu veya yanlışlığını iddia eder.

Kendince geliştirdiği delil ve iddialarla bir varlık gösterse bile, aslına dikkat edildiğinde sadece yokluğun kabulü tarzında kendi başına bir varlığı bulunmayan bir iddiadır. Bu yönde geliştirilen deliller, belki doğru olmayan bir bilgi ve yanlış bir hüküm sayılabilirler. Bununla birlikte yine de alternatif bir açıklama ve model özelliği bulunmamaktadır. Fakat basitçe kabul etmemek olan inkâr tarzında, o bilgiden de bahsetmek mümkün değildir, tamamen cehalettir, bir konu hakkında fikri bulunmamak ve ilgisiz kalmaktır.

İslamî itikada zıt görülen küfür düşüncelerinin bir kısmında, islamiyetin hakikatine karşı çıkma düşüncesi olmadan farklı bir düşünce modeli geliştirmek ve bu fikriyatın islamiyetin getirdiği hakikatlere aykırı olması söz konusu olabilir. Burada herhangi bir mücadele ve muhataplık söz konusu değildir. İslama karşı çıkan ve hakikatlerini kabul etmeyenler içinde ise, sadece kabul etmemek ve ilgisiz kalmak, bir cehalet durumunu ifade ettiğinden bu kısım da İslamiyet esaslarına karşıt bir yaklaşım olarak değerlendirilmeyecek ve kayda değer olarak görülmeyecektir.

Önceki izah metnimizde incelediğimiz gibi, yokluğun kabulüyle ve imanın zıddına bir yol açarak ispat yolunda ilerleyenlerin ise, kısıtlı ve sınırlı alandaki iddia ve ispatları, hakikatin bütününe temas edecek kabiliyetleri bulunmadığından, yine alternatif bir model ve çözümleme olarak kayda alınmayacaktır. Küfür fikriyatında karşıt yaklaşım olarak değerlendirilebilecek kısım ise, herhangi bir zaman ve mekân kaydı bulunmadan kâinat çapında genişliği bulunan iman esaslarını tamamen inkâr etmektir ki, bunun pratikte gidilmesi mümkün olmayan bir yol olduğunu örneklerle göstermiştik.

Sonuç olarak bu çözümlememizden ortaya çıkıyor ki: Ciddi olarak kayda değer görülerek değerlendirme altına alınabilecek ve karşıt bir yaklaşım olarak kabul edilecek küfür fikriyatının sahası hemen hemen yok hükmündedir veya sahası çok dardır. Dolayısıyla yapıları gereği bu türden fikirlerin imanî meselelerin kesinliğine tereddüt ve şüphe verecek kuvvette olmadıkları görülmektedir. Bu da bize yetiyor ve bizi çok rahatlatan bir nokta olarak imanımızı koruma altına alıyor.

İmanın kurtarılması ve imanî konularda sağlıklı bir bakış açısı edinebilmemiz açısından bu çıkarımlarımız çok önemli. Mesela bir tane delile yapışıyoruz diyelim, o delil inkâr edildiğinde veya yanlışlığı ispat edildiğinde ne olur, iman mı gider? Hayır, ne münasebet, binlerce delil daha var. İman yukarıda, deliller aşağıda. İsterse yüzlerce delil ortadan kalksın, iman sabit duruyor, bir şey olmuyor imana. Çünkü binlerce delil yine var. İleride bu noktadan daha detaylı olarak bahsedeceğiz.

Diğer bir nokta şudur: İmana konu olan iddialar o kadar devasa ve ihtişamlı, azametli hadiselerdir ki, sürekli maddiyatla meşgul olan bir zihin kavramakta ve kabul etmekte çok güçlük çekebilir ve bir noktada aklî görmeyip ya da aklına sığdıramayıp inkâr yoluna sapabilir. Hâlbuki iman yolunun, akla gayet uygun ve zorunluluk derecesinde gerekli bir yol olduğu ve iman yolunda aklın kabulde zorlandığı azamete karşılık, o yolu kabul etmemekte, yani küfür ve inkâr yolunda ise akıl ve bilim dışı bir sürü hurafe, saçmalık ve imkânsızlık derecesinde zorluğun bulunduğunu, delilleriyle ve detaylı çözümlemeleriyle Tabiat Risalesi Açılımları içinde gösterdik.

İmanî meseleleri sağlıklı bir fikrî yaklaşımla değerlendirmek ve doğru şekilde muhakeme edebilmek, dinin insana teklif ettiği ve üzerine yüklediği “kesin ve tereddütsüz bir şekilde kalben iman etmek” sorumluluğunu yerine getirebilmek için şunu fark etmek ve her türlü şüphe ve delile öyle bakmak gerektir:

Meselenin sabitesi iman, deliller ise onlara yardımcı unsurlardır. O deliller tek tek çürüse veya farklılaşsa bile, yukarda sabit bir şekilde duran iman gerçeği sarsılmaz, yüzlerce karşıt delil ve şüpheler de olsa, onun sıhhatine ve kesinliğine zararı olmaz.

Çünkü iman mesleği bilgiye ve delile dayalı ispattır. Gökte ayın hilal şekline girip girmediğinin tespitine dair bir tek şahit, ispatta yeterlidir ve yüzlerce kişinin “biz görmedik” demelerini boşa çıkarır. Çünkü görmeme sebepleri hem çoktur, hem birbirinden farklı olabilir. Bu önemli bir noktadır. Bu nedenle bir meselenin ispatında tek bir ispat edici delil, çok sayıdaki inkârlara veya yokluğuna dair delillere tercih edilip, onlardan daha üstte tutulup kıymet verilir.

Risale-I Nur’da 13.Lem’a’nın Üçüncü Noktası’nda verilen harika saray misali, imanî meseleleri incelerken çok sağlıklı ve isabetli bir yaklaşımla bakmamıza imkân veriyor. Önceki izah metinlerimizde de içerik olarak değindiğimiz gibi, ispat ve inkâr arasında ciddi bir yapısal farklılık vardır. Bu farklılığın iyi anlaşılması gerekiyor. İman mesleğinin aslında ne kadar sağlam noktalara dayandığının farkına varmamız gerekiyor. İman yolundaki bir tane delinin bile, inkâr yolundaki yüz tane delilden çok daha önemli olduğunu görmemiz gerekiyor. Bu bizim imanımızı kurtarmamız noktasında müthiş bir dayanak noktası. Fakat bu bir varsayım değil, farazî bir şey değil.  İmana taraftar olduğumuz ve bizim delilimiz olduğu için değil ya da takım tutar gibi taraftarlık yaptığımız ve delilimizi daha kıymetli gördüğümüz için değil. İman ve inkâr arasındaki yapısal farklılıktan dolayı böyle oluyor.

Bir iddianın doğruluğu veya eşyanın varlığı konusunda yüzlerce, binlerce delil ve karşıt delil öne sürülebilir. O iddianın doğruluğu veya eşyanın varlığı konusundaki delillerden bir tanesinin gerçekliği halinde, iddianın doğruluğu ve eşyanın varlığı ortaya çıkmış olur. Bunun aksi düşünülemez. O zaman burada ispat mesleğinin farklılığı ortaya çıkmış oluyor. Fakat o eşyanın yokluğuna veya iddianın yanlışlığına dair yüzlerce delile rağmen, o delillerin bir şekilde yanılmış olma ihtimali ve o eşyanın var olma ihtimali her zaman mümkündür. Peki neden öyle olsun? Çünkü yokluğa dair deliller, hakikatin tamamını kapsamaktan aciz olacaklarından her zaman bir açık kapı kalacaktır. Hem o güya yokluk delillerinin çok sayıda ve değişik sebepleri olabilir ve aksine ihtimal verebilmek ve gerçeğin de bu yönde olması her zaman mümkündür.

Nedeni bilinmeyen veya izahı mümkün olan bir tek şüpheyi bahane ederek; binlerce delilin birleşmesiyle gerçek ve doğru olduklarına kesin ve tereddütsüz kanaat oluşan imanî meseleleri inkâr etmek veya onlardan vazgeçmek, her şeyden önce aklî ve mantıkî bir yaklaşım değildir. Çünkü bazı delillerin yanlışlığı söz konusu olsa da, neticeyi değiştirmeyecektir ve tek bir delilin doğru olmasıyla, neticenin doğruluğu gerekecektir. İddianın doğruluğu ortaya çıkınca da, diğer tüm şüphelerin ve karşıt delillerin de bizce meçhul izahları ve nedenleri çözümlenmiş sayılacak ve elbette hükümsüz kalacaklardır. Aksine ihtimal vermek, mantıken imkânsızdır.

Yani o inkârcıların bütün şüphelerinin doğru izahlarını, bütün sorularının cevaplarını bilmek zorunda değiliz! Bizim hiç öyle bir mecburiyetimiz yok! İnkârcı bin tane şüphe ve bin tane karşıt delil ortaya koysun. Biz bunların hepsini tek tek çürütmek, hepsinin tek tek doğru izahlarını bulmak ve araştırmak zorunda değiliz imanımızı kurtarmak için veya kendi mesleğimiz olan iman yolunun doğruluğunu ispatlamak için. Çünkü kâfirler inkâr yolunda gidiyor. İnkârcının ciddî bir yapısal farklılığı var. Biz de ispat yolunda gidiyoruz. Bizim de ciddî bir yapısal farklılığımız var.

Bizim sadece bir tane delilimizin gerçek anlamda doğru olduğu ortaya çıksa, inkârcının bütün şüphelerinin ve karşıt delillerinin bir şekilde (sebebini ve izahını bilmesek bile) muhakkak bir çözüm noktası olduğunu mantıken kabul etmemiz gerekiyor. Aynı eser metninde geçen şu saray misali gibi. Bir kapı açıldığı zaman, diğer kapılar otomatik olarak açılır. Girilmiştir o saraya çünkü! Bu meseleyi anlamak çok önemlidir, çünkü bu tespit bizi ve imanımızı kurtaracak bir noktadır. Bu misal çok mükemmel bir misal gerçekten. Üstadımız Bediüzzaman’a çok teşekkür etmemiz ve O’nu çok tebrik etmemiz gerekir. Hakikaten meseleyi beynimizde çok kolaylaştırıyor. Allah O’ndan razı olsun.

Şimdi meseleyi daha da basitleştiriyoruz. Bir şey ya vardır veya yoktur. Bir iddia (örneğin peygamberlik iddiası) ya doğrudur, ya yanlıştır. Ortada bırakmak mümkün olmadığından, saray hükmündeki iman hakikatinin kapıları yerindeki her bir delil, o sarayı açıp içine girmemizi sağlamaktadır. Ne kadar güzel ve iman yolunda giden için ne kadar avantajlı bir nokta. Binlerce kapı misali, binlerce delil mevcuttur.

Hadi bakalım ne yapacaksın inkârcı efendi, buna karşı bir şey söyle! Bizim bir tane delilimiz doğru olduğu zaman bittin sen. Senin hiçbir şüphenin, o binlerce karşıt delillerinin izahını öğrenmek zorunda da değiliz. Kafamızı da hiç meşgul etmemesi lazım. Bu iş bu kadardır. Sen düşün artık gerisini! Bizim bir tane delilimiz doğru olduğu zaman sen bittin. Artık kendi iyiliğin için cahil cesaretinle yapmış olduğun o cüretkârlığını geri çekmeni ve imanla ilgili meselelerde haddinden taşmış tecavüzkâr tavrını bırakmanı bekleriz en azından.

İman mesleği ne kadar kuvvetli bir meslektir. Tek bir kapının açılması o saraya girmeyi nasıl sağlarsa, tek bir delilin gerçek olması, iman meselesinin doğruluğunu ortaya çıkarır ve diğer tüm kapalı kapılar hükmündeki yanlış deliller veya karşıt deliller ya da şüpheleri, nasıl ve ne şekilde olduğunun detaylarını hiç bilmesek de, tamamıyla ve kesin olarak ortadan kaldırır. Akıl ve mantık bunu gerektirir. İnkâr ile ispat arasındaki yapısal farklılık bunu lüzumlu kılar. İman yolunda giden için bu nokta ne kadar müthiş bir şeydir ve ne kadar rahatlatıcıdır.

Bir delilden kaynaklanmayan bir ihtimal hiç ciddiye alınmaz. Aynen bu kaide gibi, her biri gayet aklî olan ve birleştiklerinde ise sarsılmaz bir kuvvet kazanan, kopmaz bir halat gibi sağlamlaşan yüzlerce, binlerce imanî delillere karşı duran tek-tük, zayıf, önemsiz ve her biri izahı yapılmaya veya çürütülmeye müsait karşıt deliller ve şüpheler[A], imanın kesinliğine zarar vermez ve o hakikatlerin zıtlarının kabulüne sebep olamaz.

Şimdi kâinatın vücudu kadar açık ve kesin olan büyük bir hakikati arama ve bulma maceramıza gerçek anlamda başlıyoruz. Bu yazımızdan sonra inşallah Tabiat Risalesi Açılımları’na gerçek anlamda başlayacağız. Tekrar hatırlatalım:

* Kâinat üzerinde gerçekleşen şaşırtıcı oluşumları ve canlılığı açıklamak için yaratıcıya alternatif olarak geliştirilen teorileri, mantık ve bilim zemininde akademik olarak ele almak,

* Gözlemci olarak bulunduğumuz bu dünyada "Nereden geldik? Nereye gidiyoruz ve biz kimiz? Burada ne yapıyoruz?" sorularına doğru cevaplar aramak,

* Bütün bilimlerin nihaî hedefi ve son noktası olan kâinatın işleyiş ve maksatlarını anlamaya çalışmak faaliyetine katkıda bulunmak maksadıyla kaleme aldığımız bu satırlarda hep birlikte bir keşif yolculuğuna çıkıyoruz.

Bu yolculuğa çıkmak için çok kuvvetli bir sebebiniz var:

İlahî teknolojinin muhteşem detaylarına ve sanatlı yaratımın eşsizliğine şahit olmak ve Allah'ın bizden istediği gerçek imanı elde etme yolunda büyük bir adım atmak..

Bu hayalî ve zihinsel keşif yolculuğunda bize eşlik etmenizi arzu ediyoruz.

Seyahat biletlerinizin ise tek bir ücreti var:

Gerçeğin arayışında kuvvetli bir merak duygusu...

(‘Tabiat Risalesi Açılımlarına Giriş’ Burada Bitti.)



[A] İnkârcıların getirdikleri karşıt deliller de çoğunlukla detay meselelerle ilgilidir. Peygamberin evliliği gibi bazı tarihî olaylar, detay noktalarda akla gelen şüpheler vs. gibi. Peygamberlik müessesesinin hakikati hakkında konuşmalıyız hâlbuki. Teferruat meselelerde kafa karıştırmaya çalışıyorlar bunun yerine. Meselenin esasına karşı çıkmak ne hadlerine? Allah’ın varlığı hakkında konuşma teklifinde bulunmamız, bu kadar teferruat meselenin neyin nesi olduğunu sormamız ve meselenin esasını konuşmaya davet etmemiz gerekiyor.

 

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.