Medyamız Ramazan gündemi için Prof. Dr. Hayrettin Karaman Hocanın Tahammül mü hoş görmek mi? başlıklı yazısını uygun buldu. Uygun buldu diyorum bu vesile ile Müslümanların ne kadar "tahammülsüz" olduğunu ispat etme imkânını yakalamış olduklarını vehmederek "şen" satırlar döktürdüler.
Hayrettin Hoca, bahsi geçen yazısında Müslümanların onaylamayacakları durumlarla karşılaşmaları halinde ortaya koyacakları tavrı iç tavır ve dış tavır olarak ikiye ayırıyor:
"İç tavırdan başlayalım:
Müslüman bu davranışları asla beğenemez, bu fiillerden nefret eder, imkân bulsa düzeltme ve engelleme niyetini muhafaza eder.
Dış tavır olarak da dine, ahlaka ve âdâba aykırı davranışı çekinmeden, gözünün içine baka baka, meydan okurcasına sergileyen insanlara cesaret verecek, davranışlarını meşrulaştıracak tavırlardan sakınır. Onlar kötü halleri içinde iken en azından tebessümünü esirger."
Velhasıl Hayrettin Hoca, Peygamber Efendimizin "Kötülüğe el ile, dil ile olmadı kalb ile karşı koyun. Kalb ile buğz etmek imanın zayıflığındadır" hadisi şerifini çok kültürlü bir toplumda nasıl uygulayacağımızı izah ediyor.
Konuyu medyanın Ramazan gündemi olarak saptırmasını çok önemsemiyorum. Bendeniz açısından daha önemli olan bu hadisi şerifi seküler zihniyetlere anlatamamak değil, bizzat Müslümanlara anlatamamak. Onun için okumakta olduğunuz bu yazıyı lütfen "o tarafa" verilmiş bir cevap olarak değil; seküler dünyada Müslüman kimliğini devam ettirmekte zorlanan bireyler olarak, gündelik hayatta her an karşılaştığımız bir idrak sorunu olarak okuyun.
Meramımı bir örnek üzerinden anlatmaya çalışayım:
Mekân, yaz kuran kursu.
Yüzü gibi gönlü de aydınlık olan hocanım, henüz on iki on üç yaşlarında çocukluğun sonu gençliğin başında bulunan genç kızlara, Peygamber efendimizin ahlakını anlattı. Efendimizin ahlakının incelikleri üzerinde durdu. Bana dokunmaya yılan bin yaşasın, adam sende tavırlarının Müslümana yakışmayacağından bahsederek efendimizin sözünü nakletti: "Kötülüğe elinizle, olmadı dilinizle karşı koyun. Bunları yapamıyorsanız kalben karşı koyun. Kalb ile buğz imanın zayıflığındadır."
Genç kız atıldı: "Öğretmenin benim annemin imanı zayıf mı şimdi? Geçen gün otobüse bindik. Şoför sigara içiyordu. İkaz et dedim anneme. Annem hiç sesini çıkarmadı. Şoförü engellememiz gerekiyordu değil mi hocam?"
Kızım bana bu durumu naklettiğinde ben de tam Ahmet Amiş Efendi'nin yorumunu düşünüyordum. Ahmet Amiş Efendi 1920 yılında vefat etmiş, döneminin kuvvetli âlimlerinden Fatih Türbedarı. Aynı zamanda mütefekkir Babanzade Ahmet Naim Efendi'nin kayınpederi.
Yukarıda bahsi geçen Hadis-i şerif konusunda zaman zaman hepimizin kafası karışmıştır. Acaba el ile dil ile engelleyebilecek miydim, sükutum imanımın zayıflığına mı delalet ediyor diye düşünmüşüzdür.
Bakınız merhum Ahmet Amiş Efendi konu ile ilgile ne buyuruyor: Kötülüğü el ile, dil ile kalp ile menet. El ile men askerlerin (ki asker yerine belki emniyet güçleri demek daha doğru olacak),dil ile men ulemanın, kalp ile men evliyanın vazifesidir."
Bizim esas üzerinde durmamız gereken husus, Müslüman kimliğimizi âlim ya da arif tavrı ile taçlandırıp taşlandıramadığımız. İmanımızın zayıflığı buradan başlıyor.
Müslümanlar olarak İslam ahlakının onaylamadığı, ret ettiği durumlara kalbi mesafe koymakta zorlanıyoruz.
Kalbi mesafe Hayrettin Hoca'nın işaret ettiği gibi tahammül etme ile başlıyor.
Tahammül etmek ne demek? Tahammül etmek ötekileştirme diline, şiddet diline kapı aralar mı? Üzerinde esas durmamız gereken mesele bu.Müslümanın tahammülü nasıl olur?
Tahammülün başlangıcı dua, bitişi duadır. Allah'ım bana ve şu kullarına hidayet nasip et. Hidayetini üzerimizde daim et diyerek dua edebilirsek eğer, "tahammül etmek" in şiddet diline değil, merhamet diline yakın olduğunu daha kolay idrak ederiz.
Eğer karşılaştığımız olumsuz durumları "hidayet Allah'tandır" ilkesini unutarak sanki kendi hidayetimizin mutlaklığı üzerinden değerlendirirsek bizi bekleyen tehlike kibre düşmektir.
İman ile kibir bir arada bulunmaz.
Yenişafak