İçi dışı Nur Tâhir, Mutlu, bahtiyar insan,
Zamanın Velîsidir, dedi; Bediüzzaman.
Törenle abdest alır, sıçratmaz bir damla,
Namaz kılar aheste, hem ta’dîl-i erkânla.
Denizli ve Afyon’da, Üstadına müzâhir,
Isparta Kahramanı, gül kokulu bir Tâhir.
“Yok mu bir talebem?” deyip; yalvardı Üstad,
“Gösterildi; Tahirî gibi, mübârek bir zât.
Zindanlarda bile, Mutlu bir dünyası vardı,
Huzur bulmak isteyen, orda, O’na koşardı.
İri kalın kaşları, ak sakallı bir velî,
Çoluk-çocuk hizmette, arş demişler ileri.
Lütfi’nin hizmetini, Allah lütfetti O’na,
Bakıye-i ömrünü, böyle getirdi sona.
“Nur fabrikası”nın çarkı olmuş hep dönmüş,
“Mübârekler heyeti,” halka, halka büyümüş.
“Gül fabrika mensupları” bu yollarda yürümüş,
“Sav Köyü” forma, forma, kitap olmuş büyümüş.
“İhtiyarların genci” demişti; Üstad! O’na,
Ebedî gençlik kazanıp; hayatı erdi sona.
O’nun sesinde huzur, başka bir lezzet vardı,
Mesajını, ötelerden alır; öyle sunardı.
“Sarsılmayan sadâkati, aldanmayan zekâsı,
Kur’ân’a rapt edilmiş, dip-diri hâfızası.”
“Benim Hâlıkım, bu dünyayı, bana hâne yapmış,”
Dersinde: “Tahirî! Sen böyle diyebilirsin,” demiş.
“Genç Said’i, Tahirî’de müşâhede eder,
O gelmeden meclise, kokusunu, hisseder.”
Lemeât’ı bulup da, Üstadına getirmiş;
“Sözlerin ahirine ilâve edin,” demiş.
“Tahirî!” dedi mi Üstad; “Tamam efendim!” derdi,
Hiç tereddüt etmeden, tüm sermayeyi verdi.
Varsa yoksa neyi, Hizmette harcadı her şeyi,
Sıddîk-ı Ekber misali, büsbütün sermayeyi.
Sattı tarlayı; Ayetü’l-Kübra basılsın diye,
Çoluk-çocuğa bıraktı; Sadaka-i câriye.
“İstihdam olunan, bir Veliyy’i Azîmdi O,
Üstadına hizmet eden, aziz! müstakîmdi O.
Üstadı’nın yanında, hatırı pek yüceydi,
Üstad, bazen Ağabeylere, hiddetleniverse;
Tahirî’yi görünce hemen; yumuşayıverirdi,
“Tahirî’nin hatırı için sizi affettim” derdi.
“Yâ Rabbî! Tahirî kendini bilmesin!” derdi,
Üstadın duasıyla, kendini bilmeyenlerdendi.
“Tahirî’nin kalemi; hatt-ı Kur’ân’a mahsus,”
Derslerini yapardı, hatt-ı Kur’ân’dan melfûz.
Ardında namaz kılıp, dersini dinlemiştim,
Hakiki tullâb-ı nûr; böyle olur, demiştim.
Cenazede bulunup O’nu teşyî’ etmiştim,
Mekânın Cennet olsun, şefâat kıl demiştim.