Risale Haber-Haber Merkezi
Tâhirî Mutlu ağabeyin vefat ettiği gece ve vefatından sonraki gün yaşananlar…
Risale-i Nur’un sadakat, hilim ve fedakârlıkta mümtaz talebesi; Bediüzzaman hazretlerinin varis, vekil ve hizmetkârlarından Tâhirî Mutlu ağabeyimizi vefatının 41. yıldönümünde rahmet dualarımızla anıyoruz.
Tâhirî ağabey İstanbul’un Fatih ilçesinin Kocamustafapaşa semtinde bulunan Tevruz apartmanın son katı olan 7. katta hizmet hayatını idame ediyordu. 3 Nisan 1977 tarihinde cumartesiyi pazara bağlayan gece saat 03.00’te hizmet ve meşakkat kapısını kapattı, ücret ve saadet âleminin kapısını çaldı...
Tâhirî Mutlu ağabeyin vefat ettiği gece Tevruz apartmanında yaşananların birinci şahidi, 1972 senesinden itibaren Tâhirî ağabeyimizin hizmetlerini daimi olarak deruhte eden Ekrem Kılıç ağabeydir.
Tâhirî ağabeyin vefat ettiği gece Tevruz apartmanında yaşananları Ağabeyler Anlatıyor kitaplarının yazarı Ömer Özcan sordu, Ekrem Kılıç dakika dakika anlattı...
Tâhirî Mutlu ağabey vefat ettikten sonra Tevruz apartmanında o gece mübarek naşının başında yaşananlar, cenazesinin kaldırılması, cenaze namazının kılınması ve mezarı başında defin anında yaşananlar ise; Ömer Özcan’ın o sırada cebinde taşıdığı not defterine anlık olarak kaydettiği notlarda var. Bu notlar Ekrem Kılıç’ın anlattıkları ile bütünleşince mübarek ağabeyimizin ahiret yolculuğunun anlatımı tamamlanmış oluyor.
***
Tâhirî Mutlu ağabeyin hizmetkârı Ekrem Kılıç anlatıyor:
Tâhirî Mutlu ağabey ile 1972 senesinden itibaren Tevruz apartmanında beraber kalıyoruz…
BANA AKŞAMDAN: “SAATİ 03.00’E KUR” DEDİ
Tâhirî ağabeyin vefatı aniden oldu. Her gün, akşamdan gece kalkacağı vakte göre saatini kuruyordu. O gece, (vefat ettiği 3 Nisan 1977 tarihinde cumartesiyi pazara bağlayan gece) saat 03.00’de kalkmayı planlamış. Bana akşamdan: “Saati 03.00’e kur” dedi. Ben de 03.00’e kurdum. O akşam herhangi bir rahatsızlığı yoktu.
O GECE GÖĞSÜNÜN SOL TARAFINDA BAŞLAYAN BİR AĞRI İLE UYANMIŞ
Tâhirî ağabeyin kaldığı odada yatağının ucunda bir masa, orda bir düğme, odasının kapısının iç tarafında da kapı zili vardır. O düğmeye basınca zil çalar, biz acil bir şey vardır diye gelirdik yanına. Çok nadir kullanırdı bu düğmeyi.
Tâhirî ağabey o gece göğsünün sol tarafında başlayan bir ağrı ile uyanmış, kalkmış o zile basmış. O zili ben duymadım, karşı odada kalıyordum. Fakat orta odada Mehmet Ali isminde bir mimar ağabeyimiz kalıyordu, o duymuş zil sesini. Girmiş içeriye, Tâhirî ağabey: “Bana bir bardak su ısıtıver” demiş. Toz bir ilacı vardı, ondan içmiş, Mehmet Ali ağabey odadan çıkmış. Kalp krizi geçiyormuş meğer.
Tâhirî ağabeyin Tevruz apartmanındaki odasının 1/20 ölçekle çizilmiş açılımı. Ekrem Kılıç’ın unutulmasın diye bir mimara çizdirdiği planda Tâhirî ağabeyin yatağı, masası, sobası, abdest aldığı leğen ve musluğu ile diğer eşyaları görülmektedir.
DR. TAHİR BARÇIN EFENDİYİ ÇAĞIR
Biraz sonra bir daha zil çalmış, o zile ben de uyandım. Ben kalkarken, Mehmet Ali ağabey ayakta olduğundan koşmuş girmiş içeriye. Tâhirî ağabey Ekrem’i çağır demiş. Ben hemen içeri girdim, selam verdim. “Ekrem, benim sol tarafımda göğsümde bir ağrı peyda oldu, Dr. Tahir Barçın efendiyi çağır” dedi.
Tahir Barçın ağabey, malum, Emirdağ’da iken Üstad’ın doktoruydu, hükümet tabibiydi Emirdağ’da. Emekli olunca İstanbul’a yerleşmişti. Muayenehanesi vardı, hasta olduğu zaman Tâhirî ağabey ona gider veya çağırırdı. Fakat ben de biliyorum ki, Tahir Barçın ağabey cumartesi günü karşı tarafa, Kadıköy’ün Feneryolu mevkiine taşındı. Bizde ne adresi, ne de telefonu var. “Ağabey o taşındı, telefonu da, adresi de yok” dedim.
HÜSNÜ’YÜ AL DA, GEL
Sonra bana o içtiği toz ilacı göstererek: “Bunu al Hüsnü’ye git, bir tane daha içebilir miyim diye sor, Hüsnü’yü al da gel” dedi. Hüsnü Güzel, Tâhirî ağabeyin torunudur, doktordur. Bir sene evvel göz asistanlığa başlamıştı Cerrahpaşa hastanesinde. Bizim o zamanlarda taksiye falan binmek diye bir âdetimiz yoktu. Benim aklımda yayan gitmek vardı. Hüsnü ağabey Lâleli’de oturuyordu.
HÜSNÜ AĞABEY HEMEN HAZIRLANDI, AYNI TAKSİYE BİNDİK
Ben o ilaç poşetini aldım, dairenin çıkış kapısının koluna uzandım, bir zil daha çaldı, tekrar odasına girdim. Tâhirî ağabey: “Hüseyin’i al beraber gidin” dedi. Hüseyin Çakırcı ağabey, bizim Tevruz apartmanında üstte, çatının altında kalıyordu. Onun bir Murat arabası vardı. Tahiri ağabey arabayla gidin demek istiyor yani. Hüseyin ağabeyi uyandırdım, çıktık, o zamanlar araçları sokağa bırakamazdın, hep garajlara, otoparklara bırakılırdı, anarşi yüzünden. O da yakınımızdaki açık bir otoparka bırakmış arabasını, fakat her taraf araba dolu, çıkartmak mümkün değil.
Hüseyin ağabey tecrübeli olduğundan taksiye binmek aklına geldi. Bir taksiye bindik, Laleli’ye gittik. Apartmanın zilini çalıyoruz fakat kimse açmıyor. Hüsnü, asistan arkadaşlarıyla kalıyordu. Gecenin yarısı tabi... Neyse Hüseyin ağabeyin cebinde 4-5 tane anahtar varmış, onlardan birisi apartmanın kapısını açtı. Daire kapısının zilini çaldık, kapıya vurduk, arkadaşlarından birisi uyandı. Hüsnü ağabey hemen hazırlandı, aşağıda bekleyen aynı taksiye bindik, Tevruz’a geldik.
TÂHİRÎ AĞABEY ABDEST ALMIŞ, CÜBBESİNİ GİYİYORDU
Biz Tâhirî ağabeyin torunu Dr. Hüsnü Güzel ile içeri girdiğimize; Tahiri ağabeyin abdest alma leğeni içerdedir malum, onda abdest alıyordu. Abdest almış, cübbesini de o mimar Mehmet Ali ağabey giydiriyordu. Çok ağrı yapan bir hastalık olduğu halde Tâhirî ağabeyde hiç hastalık emaresi yoktu. Mehmet Ali odasına çekildi. Biz Hüsnü ağabeyle beraber o ilaçtan bir tane daha içirdik. Aslında hap değil de kâğıt bir poşet içinde beyaz bir toz. Onu saklıyorum ben, hala duruyor.
SARIĞINI DA BAŞINA KOYDU, SAAT 03.00’DE İBADETE HAZIR VAZİYETE GELDİ
Dr. Hüsnü Güzel ağabey ara sıra: “Dede o ağrı yayılıyor mu?” diye soruyordu. Tâhirî ağabey, önce, “yok yayılmıyor” dedi. Sarığını da başına koydu, ibadete hazır vaziyete geldi. Çünkü saat 03.00’de kalkacak şekilde hazırlığı vardı zaten. Oturdu divandaki yatağına, arkasına bir yastık koyduk.
TAHİRİ AĞABEYDEN ‘HU…’ DİYE BİR NEFES ÇIKTI, HAFİFÇE BAŞI EĞİLDİ
Dr. Hüsnü ağabey tekrar birkaç kere daha ağrının yayılıp yayılmadığını sordu. Bir 15-20 dakika kadar Tahiri ağabeyin karşısında şöyle oturduk biz. Biz yerde, o divandaki yatağında yüz yüze oturuyoruz. En son, “Şimdi ağrı dağılıyor” dedi. Tabi ben dağılsa ne olur, dağılmasa ne olur bilmiyorum.
Hüsnü ağabey hemen kalktı, Tâhirî ağabeyin yanına oturdu, sol eliyle sırtından tuttu, sağ eliyle sol göğsüne elini koydu. Demek ki kalp masajı yapacaktı. Elini koyar koymaz Tahiri ağabeyden ‘Hu!…’ diye bir nefes çıktı, hafifçe başı eğildi. Hüsnü ağabey yanağına, “Hacı dede! Hacı dede!” diye iki defa vurdu. Bana da: “Hemen koş, bir taksi çağır hastaneye kaldıralım” dedi.
Hemen koşarak çıktım. Ben gittikten sonra Hüsnü ağabey, yan taraftaki odada duran Mehmet Ali ağabeyi, yukarıdan Hüseyin ağabeyi çağırmış, kalp masajı yapmışlar.
GECE YARISI DEĞİL TAKSİ, SİVİL OTOMOBİL BİLE GÖREMEDİM, GERİ DÖNDÜM
Ben koşarak yine aynı taksi durağına gittim. Baktım hiç taksi yok. O zamanlarda anarşi yüzünden millet dışarı çıkamıyordu. Kurtarılmış mahalleler vardı. Sivil otomobil bile görmedim dışarıda. Ben araba bulamayınca tekrar döndüm geriye.
Bizim Tevruz apartmanında 4 numaralı dairede Sadık Bahtiyar diye başka bir mimar ağabey vardı. Aklıma geldi, onun kapısını çaldım. Tabi gecenin saat 03.00’ü, pijamayla kapıyı açtı; “Sadık ağabey, Tâhirî ağabey çok hasta, hemen hastaneye kaldırmamız lazım” dedim ve süratle yukarıya çıkmaya başladım. Sadık ağabey hızla giyinmiş, benimle beraber kapıya yetişti, beraber girdik içeriye.
Biz içeri girince Dr. Hüsnü ağabey: “Ben daha sen giderken anlamıştım, ama her ihtimale karşı taksi çağıralım dedim sana. İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciun...” dedi.
Cenab-ı Hakkın büyük bir lutfu oldu, ben yalnız olsaydım orada kime ne diyecektim, ne yapacaktım yalnız başıma... Hüsnü ağabeyin hem torunu, hem doktor olması, büyük bir inayet oldu benim için…
NOT: Tâhirî ağabeyin torunu Prof. Dr. Hüsnü Güzel ağabeye de dedesinin vefat ettiği o gece neler yaşandığını sordum. Neredeyse kelimesi kelimesine Ekrem Kılıç’ın anlattıklarını teyid etti. Ömer Özcan.
Tâhirî Mutlu ağabey, odasında bulundurduğu bir çantanın içinde kefenlik kumaşını tutuyordu. Bir kâğıt parçasına: “Bu kumaş hicazdan gelmiş benim kefenliğimdir” diye yazarak kefenin üzerine toplu iğne ile tutturmuştu. Tâhirî ağabey 1968’lerde hacca gittiğinde bu kefenliği Zemzem ile yıkayıp öyle getirmiş. (Bilgileri Ekrem Kılıç vermiştir. Ö. Özcan)
***
Ömer Özcan’ın anlık notlarından Tâhirî Mutlu ağabeyin vefatından sonra yaşananlar:
Tâhirî Mutlu ağabeyin vefat ettiği 1977 senesinde Zonguldak’ta öğretmenlik yapıyordum. 3 Nisan 1977 tarihinde Tâhirî ağabeyin vefat ettiği haberi geldi. Günlerden Pazar… Bir grup kardeşle beraber hemen İstanbul’a hareket ettik… Her zaman olduğu gibi fotoğraf makinem ve not defterim yanımda…
GECE YARISI BEYAZ KEFENE SARILI TÂHİRÎ AĞABEYİ GÖRÜNCE ACZ İÇİNDE TİTREDİK...
Biz aynı günün (Pazar) gecesi saat 23.30’da İstanbul’a vasıl olduk. Tahminimizin aksine henüz pek kimse gelememişti Tevruz apartmanına. Ankara’dan Said Özdemir ağabey, İzmir’den Mustafa Birlik ağabey ile çok az sayıda cemaat vardı.
Gece yarısı terasta beyaz kefenlere sarılı Tâhirî ağabeyi görünce acz içinde titredik... Senelerce ölümün sırrını ve mahiyetini açıklayan risaleleri yazıp neşreden bu büyük ağabeyimiz, şimdi aynı hakikati hakkel yakîn olarak ders veriyordu...
Mübarek ağabeyimizin kıbleye göre cesedi ters konmuştu. Said Özdemir ağabeye hatırlattım, kıbleye doğru çevirdik. O gece Tevruz apartmanı çok tenha idi, sabaha kadar cüz dağıtılıp okundu...
MUSTAFA GÜL AĞABEY, TÂHİRÎ AĞABEYİN YÜZÜNÜ GÖRÜNCE AĞLAMAYA BAŞLADI
Sabahleyin (Pazartesi) Bayram Yüksel, Hüsnü Bayram, Abdullah Yeğin ağabeyler ve Anadolu’dan bir miktar daha cemaat geldi Tevruz apartmanındaki dersane-i nuriyeye. Hatim indirilmeye devam edildi.
Öğleden önce saat 0.11’e doğru Isparta Sav kahramanlarından Mustafa Gül ağabey geldi. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Gül ağabey, Tâhirî ağabeyin yüzünü görmek istedi. Said Özdemir ağabey: “Cemaatin önünü alamayız ağabey!” dediyse de beraberce açtık Tâhirî ağabeyin kefenini. Gül Ağabey, Tâhirî ağabeyin yüzünü görünce: “Vay mübarek, vay mübarek!” diye ağlamaya devam etti.
Allah’a şükrettim, o mübarek mütebessim yüzü son defa yakından görebilmiştim. Said Özdemir ağabey sesli olarak bir dua okudu, herkes ağlayarak “Âmin!” diye duaya iştirak etti.
FATİH CAMİİ’NE DOĞRU GİDERKEN…
Öğle namazına 1,5 saat kadar kala mübarek naşı tabuta koyup üzerine bir bayrak sererek, Tevruz Apartmanı’nın yedinci katından aşağıya indirdik. Aşağıda tabutun üzerine ayet yazılı yeşil bir örtü iğneledik. Sonra tabutu Bayram ağabeyin hizmette kullandığı kahverengi renkli Ford steyşın arabanın arkasına koyduk. Arabanın şoförü Bayram ağabeyin yıllarca şoförlüğünü yapan Hacı Mehmed ağabeydi. Hacı Mehmed ağabeyler önceden steyşın aracın arka koltuğunu yatırmışlar, tabutun sığacağı şekilde düzenleme yapmışlar. (Hacı Mehmed ağabey bu bilgileri teyid etti. Ö. Özcan)
Fatih Camii’ne doğru giderken, önde, şoförün yanında Bayram Yüksel Ağabey ile Tâhirî ağabeyin torunu Dr. Hüsnü Güzel ağabey vardı. Arkada tabutun iki yanında ise, Bayram ağabeyin sonradan bacanağı olacak olan Ömer Rıza Akgün ile beraber bulundum elhamdülillah, nasip olmuştu... (Ö. Rıza ağabey de o anları bize tekrar anlattı. Ö. Özcan)
FATİH CAMİİ’NE VARDIĞIMIZDA GÖZLERİME İNANAMADIM
Fatih Camii’ne vardığımızda gözlerime inanamadım! Muazzam bir kalabalık vardı camide. Anadolu’dan akın akın nurcu gelmişti, hâlâ da geliyordu. Koca cami ağzına kadar dolmuş, cemaat dışarı taşmıştı. Yıllarca birbirini göremeyenler bu vesileyle sarmaş dolaş oluyorlardı...
Cenaze namazını Osman Demirci hoca kıldırdı. Kısa bir konuşmadan sonra binlerce parmağın uçları üstünde Eyüp Sultan’a doğru hareket edildi. Tabut bir ara cenaze arabasına kondu.
Çok izdiham vardı, namazdan evvelki, hele Tevruz apartmanındaki sükûnet, rahatlık kaybolmuştu; tabuta yanaşamadım bile. Biz de hızla gidip Eyüp Kabristanı’na önceden vardık. Kabir yeri Zübeyir ağabeye çok yakın...
DEFİN İŞİ BİTTİKTEN SONRA HERKES YERE ÇÖMELDİ, SUNGUR AĞABEY…
Defin sırasında hafızlar Kur’an okudular, sonra Osman Demirci hoca konuştu. Defin işi bittikten sonra herkes yere çömeldi, Mustafa Sungur Ağabey megafonu alarak Tâhirî ağabeyle alâkalı iki hatıra anlattı. Şöyle:
“Bir gün Üstad’ımızın yanındayız. Ders okunuyor:
“Hem insan olan bir insan diyebilir ki: ‘Benim Hâlıkım bu dünyayı bana hane yapmış, güneş benim bir lâmbamdır, yıldızlar benim elektriklerimdir, yeryüzü çiçekli-miçekli halılarla serilmiş benim bir beşiğimdir’ der, Allah'a şükreder.”
“Bu ders okunurken Üstad, Tâhirî ağabeye dönerek: ‘Tâhirî! Sen, böyleyim diyebilirsin’ demişti.”
Sungur ağabeyin anlattığı Tâhirî ağabeyle alakalı ikinci hatıra:
“Afyon hapsinin (1948) verdiği sıkıntılardan dolayı bazı kırgınlıklar, ihtilâflar belirmişti. Çok müteessir olan Üstad’ımız, Allah’a müteveccihen: ‘Ya Rab! Yok mu benim hiç ihtilâflara girmeyen talebem?’ diye yalvarmış. Üstad bize: ‘İşte o zaman bana Tâhirî gösterildi’ demişti.”
Tâhirî Mutlu ağabeyin cenaze namazını Fatih Camii’nde Osman Demirci hocaefendi kıldırmıştı. Bize de imamın arka solunda bulunmak nasip olmuştu.