Takkeli Lawrence

Misafir Kalem

Sakallı gördük de, dede mi demedik?

Yakın tarihimiz bu söz içinde gizli, geçen yüzyıldan beri sürekli ezilen ve baskı altında tutulan dinin, elbette gerçek ve yalancı kurtarıcıları ortaya çıkacaktı.

Birçok şeyi çok kolay unutuyoruz, daha düne kadar kamusal alanda namaz ile tesettürün ve askeriyede orucun yasak olduğunu bugünün rahatlığıyla unutuveriyoruz.

İslam, konusu belirli günler ve haftalardan alan Cuma hutbelerine ve ilköğretim ile lisede dünya dinleri ile birlikte din ve ahlak derslerinde öğretilmeye sığmayacak kadar geniş ve nüfuslu bir yaşam biçimiydi.

Cemaatlerin ve tarikatların, anne şefkatiyle dine ve diyanete aç bir milleti doyurması kaçınılmazdı.

Çünkü bu eğitimi, ne anne-baba biliyordu ne de eğitim kurumları.

Elini taşın altına atan, bir şeyleri ayağa kaldırabiliyordu.

Bireye karışan bir devletin bu sosyal yapılara karışmaması olmazdı, önde gelenlerini hapisler ve sürgünler bekliyordu.

Devlet ya da kendi adamlarını içlerine sızdırıp hareketleri yönlendirmeye çalışıyordu.

Nurculuk için de böyle olmuştur. Osmanlıya kadar dayanan bir şahsiyet, Cumhuriyetin ilk din hareketlerinden birini oluşturmuştu. Olanca zulüm ve baskılara rağmen rejimin istediği şekle girmeyen ve iman hizmetini devam ettiren Nurcular, 80’lerde yeni bir proje ile karşılaşacaktı. Sıkı din karşıtlığı netice vermemiş, dünyada yeşil bir kuşak planlandığı gibi Türkiye’de de görünüşte kendine hizmet ediyor gibi görünecek ama neticede batı sömürgeciliğinin faydalanacağı bir iç yeşil kuşak oluşturulmaya çalışıldı.

Bunun içindir ki, o zamanlarda Nurculuğun ana damarından biri olan Yeni Asya gurubu lideri Mehmet Kutluar’ın yanına gelip yurtiçi ve yurtdışında belli İslami cemaatlerle mücadelede onlara yardımcı olunduğu takdirde kendilerine ciddi maddi imkânlar ve okullar vereceklerini söylerler. Kutluar ise bizim ile kardeşlerimizin arasına girmeyin, diye defeder onları ve akabininde de bu teklifi F. Gülen’in kabul ettiğini İşte Hayatım adlı kitabında aktarır. Gülen, Nurcuların arasına girmiş bir vaizdir o zamanlar. Bediüzzaman’ın önde gelen talebelerinden Hüsrev Altınbaşak, Gülen’in ne zaman bir medreselerine gelse bir hafta sonra polisin orayı bastığını, onun devlete çalıştığını, gelecekte kendi cemaatini kurmak isteyeceğini ve hırsından dolayı bir gün devletine ihanet edebileceğini söyler. Nitekim sonrasında tutuklanan Gülen, mahkemede Nurcu olmadığını söyleyecek ve yeni bir küçük gurupla kendi hareketini oluşturacaktır.

Artık sisteme uyum sağlamış ve her yönetim ile iyi ilişkiler kurmayı gaye edinmiş bir yapı oluşturmuştur. İslamcıların ve Nurcuların rejimle anlaşamadığı birçok konu kendi yapısında uzlaşma zemini bulmuş ve böylece eğitim kurumları ile büyümeye gidilmiştir. Çünkü diğer guruplar Kemalist rejimin eğitimini vermekten kaçınıyorlardı.

28 Şubat sonrasında dindarların yaşadığı sıkıntılar karşısında özellikle tesettür meselesinde, Gülen’in yine sisteme uyum açısından diğer dindarlarla beraber hareket etmeyip resmi ideolojinin her icraatını kabul etmesinden dolayı hakarete varır derecesinde eleştirilmesine şahit olmuştum.  Zaten sonrasında hep görecektim ki çoğunluğun anlayışından farklı bir yol çiziyorlardı ve görünüşte bu onları başarılı kılıyordu. 12 Eylül sonrası Gülen hareketi ülke içinde büyüdüğü gibi, 28 Şubat’tan sonra da küresel güçlerle dirsek teması ile dünya genelinde bir büyüme göze çarpar. Böylece Anadolu insanın maddi imkânları ve eğitimci gücü bir yerlerden yönlendirilir.

Ak Parti hareketi, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde çok farklı bir yere sahiptir. Demokratlar ve Özal dönemi gibi yarıda kesilmemiş, kaç defa bu hareket durdurulmaya çalışsa da artık hak ve hukukunu bilen milletin ve yetişmiş insanları olan dindarların gayretleri ve özellikle Allah’ın yardımıyla devam etmiştir. Ak Parti, başlangıçtan itibaren Gülen hareketinin eğitimli üyeleri ile çalışmış ve ortak payda ve faydada buluşmuşlardı. Devlet ve askeriyedeki baskın Kemalist vesayetinin kırılması için birbirlerine destek çıkmışlardı. Gülen cemaati tarihinde olmadığı kadar devlet nimetlerinden yararlanmış, yurtiçi ve yurtdışında muazzam derecede büyümüştü. Gülenciler, bugüne kadar kendileri gizlemek adına Kemalist değerlere sahip çıkmış, takiyye altında kritik noktalarda kalabilmişlerdi. Sadece kendi cemaat mensuplarının yükselmesi ve çoğalması için devlette her türlü kanuni ve gayri kanuni yönteme başvuruyorlardı. İş ve kariyer imkânları açısından binlerce genci kendilerine devşirebiliyorlardı. Diğer İslami cemaatler yöntemlerini beğenmese de doğrudan bir şey diyemiyorlardı çünkü görünüşte dini ve sosyal bir hizmet ediyorlardı ve eleştirilerinin küçük yankılı olmasını tercih ediyorlardı.

Gülen cemaatinin devlet yapısı o kadar büyümüştü ki kendi vesayetlerini kurmak için seksen yıllık vesayeti kırmaya ve Kemalistlere saldırmaya ve onları görevden almaya başladırlar. Sürekli onlardan zulüm görmüş dindarlar, bundan memnuniyet duyuyordu. Zaten halkın büyük çoğunluğunun desteklediği hükümetle beraber çalışıyorlardı. Ne zamanki Gülen’in vesayet kurma hırsı hükümete de zarar vermeye başladı, karşı karşıya geldiler. Hükümeti de yutmaya çalışmaları karşısında bir savaşın fitili yakılmış oldu. Yolsuzluk davaları bahanesiyle hükümet yıkılmaya çalışılınca paralel devlet söz konusu ortaya çıktı. Halk seçtiği hükümetin yanında durdu ve neredeyse tüm İslami cemaatler kendilerini hep dışlayan, sadece kendine menfaatini önceleyen ve her hassas konuda (tesettür yasağı, Kürt meselesi, Mavi Marmara saldırısı) toplumu yalnız bıraktığı için yıllardır süren zoraki beğenme, imkanlarına imrenme ve daima olan şüphe bir anda kızgınlığa dönüştü.

Gülenciler, daha önce Erdoğan sevgisini eksik gördükleri insanlara onu niye eleştirmiyorsun, artık demeye başladılar. Eskiden beri en çok eleştirdiğim noktaları olan birey olamayışlarının amansız neticesi bizzat görme fırsatını buldum. Cemaat içinde kademe olarak ondan büyük olan abisinin ne dediği doğrudur, tam olarak. Böylece eğitimli gördüğümüz yetişmiş insanlar bile çok basit çıkarımlara ve ortak tekrarlamalara düşüyorlardı. Herkes o zaman anladı ki, karşımızda her yöne yönlendirilebilecek eğitimden sağlığa ve mühendislikten askeriye her alanda adamı bulunan bir ordu var. Bu topraklarda devlet, İttihatçılardan beri ilk defa bu kadar tefrika gördü. Devlete karşı devlet. Paralel devlet asli devlete kafa tutuyor ve benim olacaksın diyordu. Buna aşk ve şevkle koşan da yeni zaman yeniçerileri gibi küçüklükten beri eğitilen, iş verilen, evlendirilen ve maaşı üzerinde tasarruf sahip olan bir cemaatin üyeleri vardı. Görünüşte, anne ve babasının ona vermediği imkânları sunduğu için canı pahasına bu mücadeleye giriyorlardı.

Önceki vesayetin hor gördüğü, dışladığı insanların çocukları, artık vitrindeydiler ama kardeşlerinin çocuklarına bu sefer kendileri saldırıyordu. Kendilerini gizlemek için benzemeye çalıştıklarına, benzemişlerdi sonunda. İsmi dinden ve değerleri kutsallardan alsalar da fiiliyat aynıydı. Sonuçta kendi kendimize vurmuş, potansiyeller ve kaynaklar yanlış mecralara yönlendirilmiş oldu. 15 Temmuz darbe girişimi ile katil olabildiklerini dahi gördük. Kendi deyişleri ile Hükümet, Ergenekon ile işbirliği yaptı ama gerçekten kendileri darbeci Kemalistler olan Ergenekoncular ile işbirliği yapıp darbe yapmaya kalkıştılar. Darbe bildirileri de bize ikisinin aslında farkları olmadığını gösterdi. Milli değerlerin edebiyatını en çok yapan yapı, bu milletin evlatlarının canına bile acımadı.

Türkiye’de bu saatten sonra güdümlü bir yönetim olamayacağı için sömürgeci destekçileri, Türkiye’de de bir iç savaş arzuladılar. Ta ki diğer ülkelerde olduğu gibi daha rahat sömürsünler ve gelişmekte olan ülkelerden olan Türkiye potansiyel tehlike ve rakip olmaktan çıksın. Asıl darbe de genetiği oynanmış Müslümanlar yetiştirip kendilerine hizmet ettirmek istediler ve bununla da İslami hareketlerin adını kötüleyip insan kaynaklarımızı çarçur ettiler. Ne kadar değerimiz varsa aksiyle suiistimal edildi, adı kötüye çıkarılmaya çalışıldı. Bu milletin tarihi ruhu olan irfana, bugünkü vücudu olan cemaatlere kem gözle bakma projesi de çizildi. Risale-i Nur gibi yakın zamanın en esaslı ve en etkili eseri küçük dünya hesapları üzerinden lekedar edilmeye ve Mevlana ve irfan geleneğimiz gayri Müslimlere hoş ve dünyevi görüneceğiz diye heder edilmeye çalışıldı. Projesini günümüz dünyasına geçiremediğimiz medeniyetimizin, maalesef anti-projesi gerçekleştirilmişti.

Bugün kendimizi eleştirme zamanıdır ve içimizdeki Lawrenceleri tanıma zamanıdır. Çünkü özgürlüğü, vaat edip bizi esir etmek isterler. Müslümanları ve dini değiştirip bizi yozlaştırmak isterler. Bunlarla mücadele edeceğimiz gibi, bunu doğurduğu ve sebep olduğu halde zulümlerini haklı göstermeye çalışan ve su üstüne çıkmaya çalışan Kemalizme ve cemaat, şahıs ve şeyh rekabetinden diğer din adamlarına ve cemaatlere fırsat bu fırsat deyip vurmaya çalışan hamlara, fırsat vermeme günüdür. Çünkü bugün, birlik günüdür ve Osmanlıdan beri gelen darbe sellerine bu aziz millet, vücuduyla ve bayrağıyla bent yapmıştır. Barajı delmeye çalışan kanserli düşünceleri ve duyuşları atalım artık içimizden ve saf biz kalalım.

(AD)

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.