“Şu kâinat mescidi kebirinde Kur'an kainatı okuyor."
Mutlak olan bilimin ve zamanın verileri midir sizce?
Fransızların meşhur bir matematikçisi H. Poincare:
"Her yeni keşif, tasavur ve tecessüm ettirme kabiliyetimizin yetersizliğini gösteren bir bilinmeyenle bizi karşılaştırmaktadır."
"Artık hislerimize sığabilen gerçek kainatı aşıp, gerçek ötesi (!) bir kainata, metafiziğe dahil bir aleme girmekteyiz" derken 2006 Nobel fizik ödülünü alırken, “Allah’a bakmak…” demiştir.
Yani sadece ma’nevi gözlerle değil fizik kurallarına göre de artık "Allah'ı" görebileceğiz.
***
Kâinatın büyüklüğünü hiç tasavvur ettiniz mi?
Ya genişleyen kâinatın (expanding universe) genişliğini?
Einstein'den bu yana onlarca bilim adamı kainatı izledikçe genişlediğini görüyorlardı.
Galaksiler uzaklaşıyordu.
"Kaçan galaksiler" (fleeing galaxies) mefhumuyla uzayın her daim şiştiği gözleniyordu.
Derken bilim adamları teleskopun başına oturdular.
Kaçan yıldızların hızlarını ölçtüler.
Çıkan sonuç dehşet ve de heyecan vericiydi.
Herkesin gözü fal taşı gibi açılmıştı.
Çünkü her saniyede (dikkat edin "her saniyede") kaçan yıldızların hızları: 60.000 kilometreydi.
Yani kâinat her taraftan 60.000 kilometre hızla büyüyor, şişiyor ve genişliyordu.
Başta Nobel ödülü almış ünlü Fransız fizikçi Jean Perin şöyle diyordu: "Böyle nerede başlayıp, nerede bitiğine dair en ufak bir işaret bile bulunmayan, akıl almayacak kadar zengin bir evren karşısında nasıl ezilip kalmıyoruz?"
Ve bu gerçekler ışığında şu tespit tüm açıklığıyla dikkat çekiyordu;
"İman ilim adamının vazgeçemeyeceği bir vasıftır." (Ümit Şimşek)
…Derken yıldızlarla dolu bir semanın (uzayın) genişlemekte olduğu ilmi
metodlarla ve açıklıkla ortaya serilirken, şu hakikat bütün berraklığıyla ortaya çıkıyordu: "Semayı biz kudretimizle kurduk ve onu biz genişletiyoruz." (Zariyat suresi: 47)
Evet, Kur’an kâinatı okuyor.
***
Kur’an kâinatı okurken, işaret ettiği noktaya hiç dikkat ettik mi?
"Ben gizli bir hazineydim, kendimi seyretmek ve seyrettirmek için kâinatı yarattım" (Kudsi hadis) derken kime bakmamızı istiyordu?
O’na bakmak ise herkesin harcı değildi. Öyle ki Hz. Musa bile O’nu gözleriyle görmek isterken O cemalini dağa göstermişti de dağ eriyip gitmişti.
O zaman O'nu nasıl görecektik?
Zira görmemizi istiyor.
Sonsuz bir güzelliğin göz kamaştırıcı parlaklığına nasıl tahammül edecektik?
Tabi ki en iyisini yine o bilir.
Çünkü O şiddetli parlaklığını zerrelerle gölgelemişti.
Biz önce zerreleri görmeliydik.
Beddiüzaman’ın bakışıyla "tahavülatı zerrat" tabirinden hareketle onu görebilirdik.
Zerrelerin bir halden başka bir hale geçmesidir tahavülatı zerrat…
Aslında zerre, varlığın, hayatın, kâinat denen büyük bilmecenin çözümü yolunda içinde önemli ipuçlarını bulunduran muhteşem bir sırdı.
Ve zerre mercek altına alındı.
Gördüğümüz âleme zerre boyutunda bakıldığında maddesinin yüzde 99’u hidrojen ve helyumdan oluşmuş bir ortamdır.
Kalan yüzde 1 ise oksijen karbon, neon, azot, magnezyum, silisyum, kükürt, demir, kalsiyum gibi yüz küsur element teşkil eder.
Bunların dünyadaki payı ise genel içinde kaale alınmayacak kadar küçük bir orandır.
Ve işte bunlar saf ve karışım haline pek çok cansız maddenin, kumların, kayaların, nehirlerin, dağların oluşumunda görev alırlar.
Daha kompleks yapılar şeklinde birleşerek DNA ve RNA gibi organik moleküllerle canlıların bünyelerinde dolaşır dururlar.
Ve öyle bir seyir takip edilir ki; cansız maddelerden bitkilere, bitkilerden hayvanlara oradan da insanlığa doğru sürekli bir arayış/yükseliş söz konusudur.
Evet, "zerre" mercek altına alınırken; insanlık Kur'an’ın kâinatı okuyuşuna bir kez daha şahit oluyordu:
"İnkâr edenler,"kıyamet başımıza gelmez" derler. Sen deki: Evet gaybı bilen Rabbime yemin olsun ki başımıza gelecektir. Ne göklerde ve ne de yerde Zerre kadar bir şey ondan uzak kalamaz; bundan küçük veya büyük ne varsa hepsi apaçık bir kitapta yazılmıştır." (Sebe' Suresi:3)
***
Ve işte yine zerre mercek altına alınırken; "Kuantum" doğdu.
Bilinen bilimin hâkimiyetini yerle bir etti.
Herşey sil baştan gözden geçirildi.
Zerrelerin de bir alt dünyası olduğu keşfedildi. Ve orda hiçbir şeyin kararında kalmadığı anlaşıldı.
Böylece fizikçiler yeni bir bakış açısı yakaladılar.
Yani kâinata sonsuz boyutlarda bakılabileceğini öğrendiler.
Bu bakışa da “tanrısal bakış” dendi.
"Tanrısal bakış”la kâinat süzülürken.
14 milyar yıl öncesine gidildi.
Film gerisin geri oynatıldı. Büyüyen kâinat geriye doğru hızla küçüldü. Ufaldı yoğunlaştı, bir toz bulutu haline geldi.
Zamanın olmadığı ‘an’a gidildi.
Yani "sıfır" anına gidildi.
Derken "Big Bang" yani büyük patlama oldu.
Ve Kur'an kâinatı okumaya başladı:
"İnkâr edenler, gökler ve yer yapışıkken, onları birbirinden ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan yarattığımızı bilmezler mi? Hala inanmıyorlar mı?” (Enbiya Suresi:30)
***
Evet, girişte bahsettiğimiz gibi 2006 senesinde Nobel fizik ödülünü iki Amerikalı astronom, NASA'dan John C. Mather ve Berkeley'deki California Üniversitesi'nden George F. Smoot kazandı.
"Sıfır" anını bulan Smoot şöyle diyor:
"Bulduğumuz şey, evrenin doğumu ve evrimi hakkında kanıtlardı." "Eğer dindarsanız, bu Tanrı'ya bakmak gibi bir şeydi."