Risale Haber - Haber Merkezi
Taraf yazarı Mücahit Bilici son iki yazısında "İslamcılık ve Nurculuk" üzerine yazdı. İlk yazısında 'İslamcılık' meselesini ele alan yazar, ikinci yazısında 'Nurculuk'tan bahsetti.
PROTESTANLIĞIN KÖKSÜZ VE DÜNYEVİ VERSİYONU
Bilici, İslamcılık ifadesini şu şekilde özetledi: "İslamcılık, Batılıların etnik veya dinsel başka kimlikler üzerinden yaşadığı kitle ve benlik uyanışının Müslüman kimlikteki bir karşılığıdır. Müslüman’ın dünyası için çalışan İslamcılık, Protestanlığın köksüz ve dünyevi bir versiyonudur. Çünkü mesela Avrupa’daki Protestanlıkta sözkonusu olan imani temelden yoksundur. [İslam dünyasındaki daha köklü Protestan devrim Gülen Hareketi’dir. Konu uzun, şimdilik bu kadar.] İslamcılığın dünyaya yönelik motivasyonu zati değil tepkiseldir. Öfkelidir ama takvası eksiktir. Belki de o eksiklikten dolayı öfkelidir. Dışarıya öfke, her zaman içerideki eksikliği göze görünmez kılar. Zira bazen patlamacılık veya intihar ihtiyacı, yeterince oksijen alınacak bir öte dünyanın yokluğundan veya marjinalize olmuşluğundandır."
İSLAMCILIK, KAİNAT OKUMASINDAN MAHRUM
Bilici 'İslamcılık' yazısına şöyle son verdi: "İslamcılık sağlam bir imani kainat okumasından mahrum olduğu için (yani sekülerliğinin farkında olduğu için) bu eksiklik ve kaygısını, önüne çıkan her şeyin üstüne veya önüne “İslami” etiketini yapıştırarak gidermeye çalışır. İslamcılık özden çok kabukla, imandan çok İslam’la, dinden çok kimlikle ilgilidir."
NURCULUK: GÜRÜLTÜSÜZ İMAN İNKILABI
'Nurculuk' yazısında, Bilici Bediüzzaman'ın vesile olduğu bir yenilenme hareketi olarak Nurculuk hakkında "Nurculuk gürültüsüz bir iman ınkılabıdır." dedi.
RİSALE-İ NUR'UN YAPTIĞI DEVRİM
Mücahit Bilici metaforik bir dille yazdığı 'Nurculuk' yazısını şöyle tamamladı: "Kalın bir halat düşünün, her geçen gün incelen. Neredeyse kopacak kadar inceldiği bir zamanda, biri çıkıp en merkezdeki, en az görünür ama en önemli olan ipliğin sağlam kalması ve canlı tutulması için çalıştı. Bu iplik hastada kalp, İslam’da imandı. Çünkü kâinattaki en yüksek hakikat imandı. Eğer o ip kopsa diğer üstündeki parlak, sloganlar yazılı ipliklerin bir hükmü kalmayacak, tüm halat kopacaktı. Kabukla ilgilenenler, kabuğa kendi sloganlarını yazmak veya kendi bayrağını asmak isteyenler, kavgayı seçip hep yüzeyde kaldılar ve zamanla tek tek döküldüler. Risale-i Nur’un yaptığı devrim ise kalplerde ve zihinlerde sarsılan iman temellerini yeniden kurmak ve tahkim etmekti. Nurculuğun neyle meşgul olduğunun görünmez hâle gelmesinin sebebi, iman kavramının modern zamanlarda bir düşünme nesnesi olarak ortadan kaybolmasıdır."
Mücahit Bilici'nin İslamcılık ve Nurculuk yazıları şöyle:
İslamcılık ve Nurculuk (1) [30 Temmuz]
Çok değil, beş on yıl önce Nurcuların yakınından bile geçmeyeceği söylem ve sloganlar bugün kimi Nurcuların elinde ve dilinde arz-ı endam ediyor. Acaba ne oldu da pek çok ortodoks Nurcu İslamcı hissiyat ve sloganizme teslim oldu? Mesela, Filistin’de İsrail’in zulmü yeni başladı veya farklılaştı deseniz, değil. İslamcılık yeni başladı veya değişti deseniz o da değil. Yeni olan ne peki? Bu soruya cevap vermeden önce kısaca bu iki çizginin ne olduğuna dair şahsi kanaatimi yazayım. Yer darlığından bugün konunun sadece bir kısmını ele alabileceğim. O hâlde önce, İslamcılık nedir, ona bakalım.
İSLAMCILIK
İslamcılık bir sınır ideolojisidir. İslam’dan çok Müslümanları ve onların düşmanlarını bilir. İslamcılığın entelektüel başarısı da ötekiyle karşılaşma hatta vuruşma çizgisinde konumlanmasından kaynaklanır. İslamcılık bu sebeple öteki’nin (modern Batı’nın) eleştirisinden beslenir. Demek ki İslamcılık, ötekisiyle meşgul bir hudut ideolojisidir. [Post-modernizmden mülhem eleştirel batılı çikleti Müslümanlar adına ikinci el çiğnemenin karikatür versiyonu hâlâ bazı gazete köşelerinde “varoluşsal bir yokoluş” cafcaflı çerezliğinde cılkı çıkmış hâlde devam ediyor. Bir Müselman de çıkıp, bu eziyete ses çıkarmıyor!]
Evet, İslamcılık, Müslüman’ın bencilliğidir. Baştan sona dünyevidir. Daha net karşılığı Müslümancılık olan İslamcılığın hakikati “Müslüman milliyetçiliği”dir. Bu bencilliğin ekonomik tezahürü Müslümanların menfaatinin, başarısının temin edilmesi gayretidir. Politik tezahürü ise Müslümanların başarılı olması ve devlet sahibi olması gibi taleplerdir. İslamcılığın tezlerinin tamamı dünyevi olarak meşrudur. İslamcılık modern dünyada meşru bir dünyevi ideolojidir. Çünkü diğer dünyevi kimliklerle aynı şeyleri ister: Başkasına ezilmeyelim, bizim de gücümüz olsun, bizim de devletimiz olsun, dünyada hâkim olalım, ilaahir.
Dolayısıyla İslamcılık, Müslümanların (ki İslamcı olmak için Müslüman olmak da gerekmez) bu dünyalarına çalışan seküler bir ideolojidir. İslamcıların kendileri dâhil, dünyevi (akademik veya başkaca) perspektiflerin İslamcılığı İslam’ın doğal bir tezahürü, uzantısı olarak görmesi bir tesadüf değildir. Çünkü o ayırımı yapacak “iki dünya”sal genişlikten yoksunlar.
Özetle İslamcılık, Batılıların etnik veya dinsel başka kimlikler üzerinden yaşadığı kitle ve benlik uyanışının Müslüman kimlikteki bir karşılığıdır. Müslüman’ın dünyası için çalışan İslamcılık, Protestanlığın köksüz ve dünyevi bir versiyonudur. Çünkü mesela Avrupa’daki Protestanlıkta sözkonusu olan imani temelden yoksundur. [İslam dünyasındaki daha köklü Protestan devrim Gülen Hareketi’dir. Konu uzun, şimdilik bu kadar.] İslamcılığın dünyaya yönelik motivasyonu zati değil tepkiseldir. Öfkelidir ama takvası eksiktir. Belki de o eksiklikten dolayı öfkelidir. Dışarıya öfke, her zaman içerideki eksikliği göze görünmez kılar. Zira bazen patlamacılık veya intihar ihtiyacı, yeterince oksijen alınacak bir öte dünyanın yokluğundan veya marjinalize olmuşluğundandır.
İslamcılık, İslam etiketi altında bu dünyayı isterve o etiketi kazıdığınızda altında bu dünyayı bulursunuz. İslamcılığın itiraz ettikleri ile aşağı yukarı aynı şeylere sahip olduğunu veya benzer şeyler yaptığını görürsünüz. Zira her milliyetçilik iyi niyetlerle başlar. “Dayak yemeyelim” diyen mağdurun milliyetçiliğine, evrenselci solcu bile dayanamayıp teslim olur. Zayıf ve mağdurken haklı görünen milliyetçilik, mağduriyeti giderdikten sonra işlemeye devam eder ve mağdur etmeye başlar. (İslamcılığın dönüşümünü anlamak için bir ipucu.)
İslamcılık sağlam bir imani kainat okumasından mahrum olduğu için (yani sekülerliğinin farkında olduğu için) bu eksiklik ve kaygısını, önüne çıkan her şeyin üstüne veya önüne “İslami” etiketini yapıştırarak gidermeye çalışır. İslamcılık özden çok kabukla, imandan çok İslam’la, dinden çok kimlikle ilgilidir.
İslamcılık ve Nurculuk (2) [2 Ağustos]
Bir önceki yazıda İslamcılık nedir sorusuna cevap vermeye çalışmış, eleştirel bir İslamcılık tarifi sunmuştum. Bu yazıda ise Nurculuk nedir sorusunu kendi şahsi kanaatlerim çerçevesinde kısaca ele alacağım. İslamcılıkta bulduğum yüzeyselliği, muhtemelen hakiki Nurcular benim Nurculuk tasvirimde bulacaklardır. Tasvir edilen şeylerin doğasına riayet ederek İslamcılığı analitik kategorilerle tarif ederken, Nurculuğu biraz daha metaforik bir dille anlatacağım.
NURCULUK
Nurculuk, Bediüzzaman Said Nursi’nin (1878-1960) ortaya çıkmasına vesile olduğu bir yenilenme hareketidir. Tecdid yahut yenile(n)me, kadim bir hakikatin, değişen bağlamın dil ve duyusuna hitap eder hale getirilmesi işlemidir. Nurculuk gürültüsüz bir iman ınkılabıdır. Bir fenomen olarak Nurculuğun merkezinde Said Nursi vardır ama o kendisini oradan çekmiştir. Kendisini de bir talebe, aynı derste bir sınıf arkadaşı olarak görmüştür. Said Nursi’nin eserleri olan Risale-i Nur Külliyatı, Kur’an’ın günümüz bağlamına yapılmış bir tercümesi yahut bilgiden çok perspektif kazandıran yeni bir tefsiridir. Her Müslüman’ın değil, her insanın sorduğu, sormaktan kaçamadığı sorulara cevap arayan bir eserdir: Kimim, nereye gidiyorum?
Risale-i Nur’un dili, bilim dilleri Arapça ve Farsça olan bir Kürd’ün Osmanlı Türkçesidir.Tipik Osmanlıca değil, kendine özgü, özgün bir dildir. Okuyucusunu Kur’an’ın anlamına hazırladığı gibi diline de hazırlar. Bir edebiyat veya bilimsel eser dramaturjisinden uzaktır. Bir yangında ilk kurtarılacak şeye uzanan insanın doğrudanlığı ile hakikati anlatan bir eserdir. Hatta denebilir ki Risale-i Nur hakikati anlatmaz, sanki onda konuşan yalnız hakikattir. İlk kez karşılaşanı rahatsız edecek ölçüde kendinden emindir.
Şairler ve virtüözlerbu söylediğimin bir övgü değil bir tespit olduğunu bilecektir. Zira, Risale-i Nur, ilim yakıtını tükettikten sonra ümmileşen bir (asfiya) kalbin kendisini doğrudan Kur’an’a açmasıyla ilhama dayalı olarak açılan anlamlarla yazılan bir eserdir. Bir hakikat yolculuğu ve anlam külliyatı olarak Risale-i Nur’u okuyanlara Nur talebesi denir. Risale-i Nur, dinî bilgi ve otoriteyi demokratikleştirmiştir: otorite ve şahıs-merkezli değil, hakikat ve metin-merkezlidir. İnsanları kozmos okur-yazarı yapan, insana kendi kendisini okutan, bu kâinat sarayında misafirlik için yol gösteren bir elkitabıdır.
Konvansiyonel tefsirler gibi ayetleri tek tek açıklamaz, sınırlı sayıda ayetten bir perspektif, bir anlama kapasitesi kazandırır. Önemi yeterince tartışılmamış “temsil”lerle anlatım metodunu kullanır. Yöntem olarak seçtiği şey, yolcuyu başkasına vagon eden doxik bir taklid değil, yolu yolcuya mal ve yolcuyu yola şoför (ve tek başına lokomotif) eden teyakkuzlu bir tahkiktir.
Risale-i Nur bir iman bilimidir, bir imanbilimdir.Nurculuk bir tarikat değildir. Asırlarca unutulmuş “veraset-i nübüvvet” çizgisini yeniden canlandırır. Bu büyük caddede birbirlerine yabancılaşmış ve tek başlarına topallayan akıl (kelam, felsefe) ile kalp (tasavvuf, duygular) yahut şefkat (Rahim) ile tefekkür (Hâkim) yeniden buluşur. Gelenekteki yoksullaşma ile modernlikteki körlükleri aşan bu buluşma önemlidir. Çünkü Roma ve Yunan’ı tam olarak mezcedemeyen Batı medeniyeti hâlâ Eflatun’un metafizik gölgesinden çıkmaya ve aklın demir kafesini, pre-Sokratik Yunan tecrübesindeki ihlâs ve kalbilik ile kırmaya çalışmaktadır.
Kalın bir halat düşünün, her geçen gün incelen. Neredeyse kopacak kadar inceldiği bir zamanda, biri çıkıp en merkezdeki, en az görünür ama en önemli olan ipliğin sağlam kalması ve canlı tutulması için çalıştı. Bu iplik hastada kalp, İslam’da imandı. Çünkü kâinattaki en yüksek hakikat imandı. Eğer o ip kopsa diğer üstündeki parlak, sloganlar yazılı ipliklerin bir hükmü kalmayacak, tüm halat kopacaktı. Kabukla ilgilenenler, kabuğa kendi sloganlarını yazmak veya kendi bayrağını asmak isteyenler, kavgayı seçip hep yüzeyde kaldılar ve zamanla tek tek döküldüler. Risale-i Nur’un yaptığı devrim ise kalplerde ve zihinlerde sarsılan iman temellerini yeniden kurmak ve tahkim etmekti. Nurculuğun neyle meşgul olduğunun görünmez hâle gelmesinin sebebi, iman kavramının modern zamanlarda bir düşünme nesnesi olarak ortadan kaybolmasıdır.