“Tarafgirliğin Gözü Kördür” sözü büyük bir hakikatı ifade etmektedir. Tarafgirlik, herhangi bir düşünceyi, araştırmadan ve bir belgeye dayandıramadan kabullenmek ve inatla savunmak veya fütursuzca karşı olmak manasına gelmektedir. Sırf birini sevdiğimiz için veya menfaatımız olduğu için bir şeyi savunuyorsak, bir kişinin de, onu sevmediğimiz için peşinen bütün söylediklerine karşı çıkıyorsak, bu durum bizim tarafgir olduğumuzu gösterir.
Zamanın en çok dikkat çekici tarafgirliği siyasette karşımıza çıkmaktadır. Siyasetteki tarafgirlik o kadar ileri gitmektedir ki, takva sahibi bir Müslümana, adeta düşmanlık derecesinde bir muhalefete itmektedir insanı. Diğer tarafta da fasık bir siyasetdaşı insana dost ve muhib derecesine çıkarmaktadır. Bu durum karşısında Üstad Bediüzzaman Said Nursi irkilmiş ve “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” diyerek, iman ve Kur’an hizmetiyle uğraşanların siyasetten uzak durmaları gerektiğini ifade etmiştir.
İslâmiyet tahkik dinidir. Dinimiz bir şeyi körü körüne kabullenmeyi veya körü körüne reddetmeyi doğru bulmuyor. Ruhbanlık anlayışı inancımızda bulunmamaktadır. Büyük bildiğimiz bir zatın bile söylediklerini mihenge vurmadan, (yani doğru mu, yanlış mı diye bir araştırma yapmadan) kabul etmek insanı yanıltabilir. Onun içindir ki, Bediüzzaman Hazretleri, kendi sözlerinin bile mihenge vurulmadan kabul edilmemesini, talebelerine tavsiye etmiştir.
Şimdi, isterseniz, kafamıza yerleşen düşüncelere bu ölçülerle bakalım. Diğer bir ifadeyle tarafgirlik zincirlerini kırarak, beynimizi hürriyetine kavuşturalım. Önce kafamıza yerleşenlerin Allah’ın rızasına ne kadar uygun olduğuna bakalım. Sonra, rehberimiz ve sebeb-i saadetimiz olan Peygamber Efendimizin (asm) sünnetine ne kadar uygun olduğuna bakalım bu düşüncelerimizin…
Doğruyu bulmak için sürekli vicdanımızla baş başa kalmaya şiddetle ihtiyacımız vardır. Bazıları ikna gücüne sahiptir diye onları kabul etmek zorunda değiliz. Konuşanlar, tarafgirlik hastalığı, inat mikrobu, ene hınzırı olmasın. Konuşan yalnız hakikat olsun. Hakperestlik silahını kuşanalım. Yiğitleri öldürsek bile haklarını vermekte cimri davranmayalım.
Bu günden tezi yok, inandıklarımıza, mutlaka kudsî kaynaklardan deliller bulmaya çalışalım. Her insanın, zamanın bir kesitinde yanlış yapma ihtimali vardır. İnsanın yanlışından dönmesi zaaf değil fazilettir. Israr ettiğimiz düşüncelerimizi bir kaynağa dayandırabiliyorsak ve vicdanımız rahatsız değilse mesele yok. Aksi takdirde mutlaka kendimizi yenilememiz gerekmektedir.
Unutmayalım ki, Allah’ın rızası bütün hatırların üstündedir. İnsan sürekli düşünen bir varlıktır. Bu düşünce, onu kendisini devamlı geliştirmeye itecektir. Fikr-i sabitlik insan fıtratına aykırıdır. Kur’an ve Sünnet ışığında her zaman kendini sorgulayan ve her gün biraz daha ihlâsa yaklaşan insanlar doğru yoldadır. Kendi fikirlerinin yanlış olabileceği ihtimalini düşünmeyen ve kendisi gibi düşünmeyen Müslüman kardeşine karalamalarla saldıranlar doğruyu bulmakta zorluk çekerler.
İnsan her zaman, kendisinin yanlış düşünebileceği, karşıt fikirde olanların ise doğru düşünebileceği ihtimalini kabul etmelidir. “Ben düşüncelerimde, duygularımda yanılmam” diyen insanlar en çok yanılanlardır. Çünkü insanın kusurunu görmemesi, şeytanın telkin ettiği mânevî bir hastalıktır. Rabbimiz bize “Nefsinizi temize çıkarmayın” diyor. Bu hükm-ü İlâhîye aykırı hareket edenler kusurlarını görmez ve hep yanlışların karanlık vadilerinde avare bir şekilde dolaşmak zorunda kalacaklardır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi de “Herkesi kendinizden üstün bilmelisiniz,” diyerek, insanların nefislerine güvenmemeleri gerektiğini telkin etmektedir. Elhasıl, istikametli bir düşünce sistemine sahip olmak istiyorsak, nefsimizi her zaman Kur’an ve Sünnet ışığında muhasebeye tabi tutmamız gerekmektedir.
Rabbim bizleri tarafgirlik körlüğünden korusun, bizlere her zaman gerçekleri görme basiretini nasip etsin…