BEDİÜZZAMAN TOPTAŞI HASTAHANESİ’NE NİÇİN SEVK EDİLDİ?
Bilindiği gibi Üstad’ın ilk İstanbul hayatı bir parça hareketli ve hadisatlı geçmiştir. Bir çok çalışmaya konu olan bu dönem için henüz her şey söylenmiş değil. Bir yandan bilinmeyen yönler araştırılırken diğer yandan yanlış anlaşılan olayların tashihine de ihtiyaç duyulmakta.
Öteden beri Üstad’ın Toptaşı Hastanesine sevki konusunda bir yanlış anlamanın var olduğunu düşünürüm.
Osmanlı döneminde İstanbul her isteyenin elini kolunu sallayarak geldiği bir şehir değildi. Bir şehirden diğer bir şehre gitmek mülkî makamların iznine tabiydi. Mülkî amir uygun gördüğü şahıslara mürur tezkiresi denilen bir vesika verir. Şahıs bu vesika ile yolculuğuna devam ederdi.
Üstad İstanbul’a gelirken böyle bir tezkere almıştı. Vali Tahir Paşa, tezkereden ayrı olarak doğrudan padişahın şahsına bir ariza daha yazdı. Bunun zannımca bir sebebi, Üstadın karakterini yakından bilen Tahir Paşa, O’nun İstanbul’da siyasî bir olaya karışma ihtimalini yüksek gördüğü için kendini güvence altına almak istemişti. Zira böyle bir durumda "bu adamı niye gönderdin" diye kendisi suçlanabilirdi.
Bunun için en makul sebep tedavi edilme isteğiydi. Tahir Paşa bu arizasında ısrarla Üstadın tedavi ettirilmesini istiyordu:
“Ma’ruz u çâkeranemdir.
Kürdistan ulemâsı beyninde hârika i zekâ ile meşhur Molla Said Efendi muhtâc ı tedavi olduğundan, şefkat ve merhamet i Hazret i Hilafet penahiye iltica ederek, bu kere ol cânib i âliye azîmet eylemiştir. Mumaileyh bu havalide ilimce umumun merci’ i hall i müşkülâtı olduğu halde, yine kendisini talebeden sayarak kıyafetini değiştirmeye şimdiye kadar muvafakat etmemiştir. Kendisi Veli ni’met i azam efendimiz hazretlerine hakikaten sâdık ve hâlis bir duacı olmakla beraber, fıtraten edip ve kanaatkâr ve fikr i çâkeranemce şimdiye kadar Dersaâdet’e gitmek bahtiyarlığına nail olan Kürt ulemâsı içinde, gerek ahlâk ı hasene, gerek Zât ı Hazret i Hilâfet penahîye sadakat ve ubudiyetçe en ziyade şâyân ı âtıfet bir zât ı diyanet şiâr olmasına nazaran, mumaileyhin emr i tedavî hususunda mazhar ı teshilât ve nâil i iltifat ı mahsûsa olması, umûm Kürdistan talebesi hakkında ilel ebed unutulmaz bir inayet i âlü’l âl i hazret i padişahî telâkki olunacağının arzına cüret kılındı. Bu bâbta ve her halde emir ve ferman hazret i men lehül emrindir.
3/Teşrin i Sani/323 Bitlis Valisi Tahir.
Mühür ve İmza”
“Kürdistan alimleri arasında harika bir zeka ile meşhur olan Molla Said Efendi, tedaviye muhtaç olduğundan Halife Hazretlerinin şefkat ve merhamet kanatları altına sığınarak yüksek huzurunuza doğru hareket etmiştir.
Adı geçen zat bu yörede ilimce bütün insanların karşılaştıkları zorlukların çözümü için müracaat makamı olduğu halde yine de kendisini talebeden sayarak hocalara mahsus kıyafet giymeyi kabul etmemiştir. Kendisi en büyük nimet sebebimiz olan siz efendimize sıdk ve ihlas ile dua etmekle beraber yaratılışça edip ve kanaatkardır. Aciz kanaatime göre şimdiye kadar İstanbul’a gitmek bahtiyarlığına eren Kürt alimler içerisinde, gerek güzel ahlak gerekse Hilafet Saltanatının sahibi zatınıza bağlılık yönüyle en ziyade ihsan ve hediye verilmeye layık dindar bir zattır. Tedavisinin yapılması hususunda yardım görmesi ve hususi iltifatınıza nail olması, bütün Kürdistan talebesi hakkında Hazreti Padişahın pek yüksek bir iltifatı olarak ebediyen unutulmayacak bir hatıra olacağını arz etmeye cesaret ettim.
Bu konuda ve her durumda ferman emir sahibi zatınıza aittir.”
16 Kasım 1907
Arşiv evrakı arasında bulunan bu mektuptan elbette Üstad’ın haberi yoktu. Zira Tahir Paşa, Üstad’ı bölgedeki alimlere karşı sağladığı üstünlüğü, İstanbul’un büyük üleması karşısında denemesi için tahrik ederek İstanbul’a yollamıştı.
Üstadın İstanbul’daki aktif hayatı, dönemin sıkıntılı siyasî olayları, Tahir Paşa’nın arizası ve kendisini Mardin hayatından beri takip eden hafiyelerin jurnalleri bir araya gelince Saray’ın Üstada karşı alacağı tavrı belirlemesi güçleşmişti.
Ancak Tahir Paşa’nın bu arizasını alan Sultan’ın, Üstadı hastaneye sevk etmekten başka yapabileceği bir şey yoktu. Nitekim öyle yapıldı. Ancak bu arizadan haberi olmayan Üstad, zulmen tımarhaneye atıldığını ifade etti.
Tarihçeler bu olayı Şekercihan’daki harika ilana bağlayıp “böyle her şeyi bilen birisi elbette delidir” diyerek tımarhaneye sevk edildi diye kaydettiler. (Kimse duymasın ben de hazırladığım iki tarihçede böyle yazdım.)
Oysa işin aslı Tahir Paşa’nın yukarıya metnini verdiğim arizasında gizliydi. Bu metni daha önce kitaplarına alan tarihçe yazarları belgeyi anlam açısından değerlendirmediler. Ya da genel kanıyı sorgulamaktan kaçındılar.
Küçük yanılgılar bazen büyük hakikatların anlaşılmasına perde olurlar. Bu küçük olayın bence büyük ehemmiyeti var!