AL YAZMAYI GÜL EYLEMEK
İthaf
Çanakkale, Sarıkamış, Filistin, Dumlupınar, Sakarya şehidlerinin aziz ruhuna! Yavrularınızın özgürce okuyabileceği bir ülke kuramadık! Affedin bizi!
Gül’e Sesleniş
Balam balam ben neyledim
Al yazmayı gül eyledim
Toprağım sütüm ben sana
Âşık olduğun gülüm ben sana
Balam balam ben neyledim
Al yazmayı gül eyledim
Toprağa düşerken yaralı Güller
Yaranı sarardı kınalı eller
Gülden tatlı olmaz bal olsa diller
Balam balam ben neyledim
Ben Mehmedi Gül eyledim
Güle nakşolmuş suret var sözde
Mehmedim Gül’e hasrettir özde
Güle akar sular bin yıllık izde
Balam balam ben neyledim
Ben balamı Gül eyledim
Gül sana hasret olma zamanı
Gül sana mehmed olma zamanı
Balam balam ben neyledim
Ben Mehmedi Gül eyledim
Gül ben seni çok özledim
Al Yazmayı Gül Eylemek
En azından 30 yıldır Anadolu’nun yüzbinlerce evinde yaşanan bir acıya tanıklık etmekti benimki. Çocukluğumda sadece ekranda gördüğüm daha doğrusu görmemezlikten geldiğim bu manzara her defasında yüreğimi burkuyor, beni insanlığımdan biraz daha utandırıyordu. Bin yıldır hür yaşadığımız vatanımızda artık horlanıyorduk, köylüydük, fakirdik, cahildik ama bu vatanın evladıydık. Çanakkale türküsünü ezberden bilir, ‘düşman Tunayı atladı’ marşını her söylediğimizde iliklerimize kadar titrerdik.
Bir süre köylülüğümüze verdiğimiz uygulama yavaş yavaş bizi kuşatan bir tehdit olacaktı zamanla. Evet köyden kurtulup şehre yerleştikçe okulu, hastaneyi, avukatı ve mahkemeyi öğrendik. Ne var ki her yerde önceleri görmezlikten geldiğimiz, unutmaya çalıştığımız, korktuğumuz, umursamadığımız, bu haksızlık gün geçtikçe yumuşayacağı, kaybolacağı yerde iyice katılaşmış bütün anlamsızlığı, acımasızlığı ve pervasızlığıyla üstümüze üstümüze gelmeye başlamıştı.
Önceleri sırf bir insan olarak taraf olduğum bu uygulama gün geldi evimin ortasına kor gibi düşü verdi. Kız çocuklarımdan hiç biri ilk okuldan sonra, resmi tahsile devam edemedi.
Uzun süre bu acıyı hiç konuşamadık, sözü değiştirdik, sustuk! Bu anlamsızlıkta hiç kimse ısrar etmez diye bekledik ama heyhat, biz sustukça, onlar karanlığı koyulaştırdılar. Biz içimize kapandıkça onlar, bir iyice dişlerini bilediler. Hatta bin yıllık yurdumuzdan çıkıp gitmemizi isteyecek kadar işi ileri götürdüler.
Oysa biz esir değildik, başka bir ülkeden buraya sığınmamıştık, sonradan gelmiş bir göçmen ya da ıssız bir adada bulunmuş kayıp nesillerden değildik. Bin yılda bu ülkenin dağını taşını vatan yapmıştık. Üzerinde yaşadığımız toprağı öyle kendimize benzetmiştik ki üzerinde yetişen her şey bize benzerdi.
Anadolu bizden başka hiç kimseye yar olamadı bin yıldır. Toprağı, kanımıza, tenimize o kadar aşık ki ay demez, yıl demez şehitler ister, hep verirdik. Ona öyle aşığız ki o hep isteyecek, biz hep vereceğiz! Sonsuza kadar hep böyle olacak bu!
Neki bir şaşkınlık, tarif edemediğimiz bir anlamsızlık! Biz kendi vatanımızda, kendi kızlarımızı kendi örfümüz ve inancımızın ifadesi, hayatın kendisi olan kıyafetleriyle, kendi okullarımıza gönderemiyoruz! Nasıl bir şaşkınlık bu! Hangi gafletin eseri!
Kusurumuz ne? Bu ceza hangi suçumuzun karşılığı?
Oysa daha dün bu topraklar için yüzbinlerce şehit veren bizdik! Toprağı, bayrağı, al yazmayı, Ezan’ı, Kuran’ı birbirinden ayırmayalım diye!
Şehidi olmayanın vatanı olmaz. Vatan ise şehidlerin iradesi, itikadı ve inancından ibarettir. Çanakkale’nin, Sarıkamış’ın, Sakarya’nın, Dumlupınar’ın şehitlerinden hangisi okul kapısı önünde kızlarının ağlamasına razı olur!?
Bu zulmü ne yer taşır ne gök kabul eder. Biz bu davranışı hak etmedik, şehitler kimin ise vatan onundur.
Bu serüveni yavrularımla ve nihayet okuyucularımla paylaşmamın nedeni, tutulduğumuz büyüden, aklımızı başımızdan alan gafletten uyanmak için bir çağrıdır. Bir gül dalı uzatma eylemidir.
Gelinen nokta ancak bir büyü ile ifade edilebilir. Yoksa başörtüsü yasağı denilen uygulamanın ne geçmişimiz, ne geleceğimiz, ne milletimiz, ne ülkemiz için hiçbir geçerli izahı, mantığı ve yararı yoktur. Bu utanç verici durumdan bir an önce kurtulmalı ve bu günleri yazacak kalem ehlinden bu ayıbımızı görmezden gelmeleri ve gelecek nesillerin gözünden, alnımızdaki bu lekeyi saklamaları ricasında bulunmalıyız.
Ramazan Balcı, Alibeyköy 2008
Acılı Sevinç
Okuyucularım bilirler, üç yıl önce yazdığım bir kitabın ön sözü bu. Bu yazıyı yeniden buraya taşımamın sebebi ise Cuma gün yaşadığım acılı sevinç.
Yıllardır okuma hakkı gasp edilen yavrularım, girebildikleri ilk imtihanda istedikleri okulu kazandılar. Yıllarca okul kapısından alınmadılar. Liseyi dışardan bitirdiler, korka korka bekledik okul bahçelerinde.
Şimdi polis sirenlerinin, meydana salınmış kurt köpeklerinin arasında, çığlık çığlığa kovalanan güvercin yüreklerin yıllar süren duaları ve göz yaşları ile kazanılmış bir göz yumma hakkı var!
Henüz bu hakkı sürekli hale getiren bir yasal düzenleme yapılmadı.
Umudumuz Alem-i İslam’ın delikanlı başbakanı, masum yavruların duası eseri olan bugünkü geçici durumu gerçek bir yasal zemine çevirsin! Hakkı yıllarca gasp edilen yavruların yaşadığı acılar unutulmasın!
“Zaiflerin cemiyeti güçlü olur” diyen şefkatli Üstadımı tasdik eden bir zafer kazanan güvercin yürekleri kutluyorum!
Bu zafer sadece sizin göz yaşlarınıza ihsan edilen bir lütuf! Ne olur bu sürece katkı sağlayamayan bizleri affedin!
Not: Bu yazıyı yazarken farklı bir sevinç daha vardı.
Risale Haber Nurcuların farklı renklerini iftar sofrasında bir araya getirmeyi başardı. Bu yıllardır özlenen bir tabloydu. Umarım bu ruh intişar eder ve hakiki bir meşverete inkılap eder. Emeği geçenlere teşekkür ederim!