Bismillahirrahmanirrahim
BİRİNCİ NÜKTE: Şeriat, doğrudan doğruya, gölgesiz, perdesiz, sırr-ı ehadiyet ile rububiyet-i mutlaka noktasında, hitab-ı İlâhînin neticesidir. Tarikatin ve hakikatin en yüksek mertebeleri, şeriatın cüzleri hükmüne geçer; yoksa daima vesile ve mukaddime ve hâdim hükmündedirler. Neticeleri, şeriatın muhkemâtıdır. Yani, hakaik-i şeriata yetişmek için, tarikat ve hakikat meslekleri, vesile ve hâdim ve basamaklar hükmündedir. Git gide, en yüksek mertebede, nefs-i şeriatta bulunan mânâ-yı hakikat ve sırr-ı tarikate inkılâp ederler. O vakit şeriat-ı kübrânın cüzleri oluyorlar. Yoksa, bazı ehl-i tasavvufun zannettikleri gibi, şeriatı zâhirî bir kışır, hakikati onun içi ve neticesi ve gayesi tasavvur etmek doğru değildir.[Yirmi Dokuzuncu Mektup]
Bediüzzaman Said Nursi
Sözlük:
Şeriat: İlâhî kanun; Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi
sırr-ı ehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesinin sırrı
rububiyet-i mutlaka: Allah’ın herşeyi kuşatan, kayıtsız ve sınırsız egemenliği, yaratıcılığı, terbiyesi
hitab-ı İlâhînin: Cenâb-ı Hakkın cin ve inse hitabı, konuşması
Tarikat: tasavvuf adıyla Allah’ı tanımaya ve iman esaslarını inkişaf ettirerek insanı mânevî olgunluğa götüren yol
mertebe: seviye, derece
cüz: bölüm, kısım
mukaddime: başlangıç, hazırlık
hâdim: hizmetçi
muhkemât: söylendiği mânâya açıkça delâlet eden, te’vil ve tahsis kabul etmeyen sözler, kesinlik ifade eden naslar
hakaik-i şeriat: şeriatin hakikatleri, esasları
nefs-i şeriat: şeriatın özü, esası, aslı
mânâ-yı hakikat: gerçek, asıl mânâ
sırr-ı tarikat: tarikatın sırrı
inkılâp: dönüşmek, değişmek
şeriat-ı kübrâ: İslâmın büyük ve yüce hükümleri
ehl-i tasavvuf: tasavvuf ehli; kalbi dünyanın gelip geçici işlerinden ayırıp Allah sevgisi ile bağlayan tarikat ehli kimseler
zâhirî: açık, görünürde
kışır: kabuk, dış
tasavvur: düşünme, hayal etme