Bakan Çağlayan, “Geçen yıl insani yardım olarak dünyanın çeşitli ülkelerine 1,7 milyar dolar gönderdik” demiş.
Güzel haber.
Artık bütünleşen dünyada hepimiz birbirimizden sorumluyuz, birbirimize yardım etmek, birbirimizin derdine ortak olmak zorundayız.
Türkiye’nin birçok konuda mazlumların yanında durması, onlara destek olması, onlara yardım etmesi övünülecek bir iş.
“Küresel vicdan” bize bunu emrediyor zaten.
Bütün bunları anlıyorum ve sonuna kadar da destekliyorum.
Ama anlayamadığım bir şey var.
Dünyaya yardım etmek için “1,7 milyar dolar” ayırabilecek kadar zengin ve güçlü olan bu ülke neden Van’daki çocuklarının çadır yangınlarında ölmesine göz yumuyor?
Neden karların ortasında ufacık çocuklar yalınayak dolaşmaktan başka bir çare bulamıyor?
Neden hâlâ Van’da ishalden bebekler ölüyor?
Neden?
Bu sorunun cevabı ne?
Dünyadaki yoksullara milyarlarca dolar yardım edebilirken neden kendi çocuklarınıza yardım etmiyorsunuz?
Günler önce, çadırlardaki yangınlar için bir depremzedenin uyarısını ben televizyonda kulaklarımla duymuştum.
“Geceleri soba rüzgârdan devriliyor, birkaç kez kalkıp sobayı düzeltiyorum” diyordu.
O devrilen sobaların yangın çıkartacağı, çocukları öldüreceği tahmin edilmiyor muydu?
Niye hiçbir önlem alınmadı?
Tuncer Köseoğlu’yla birlikte Van’ı dolaşan, oradaki insanların dertlerini dile getiren Eylem Düzyol’un resmindeki ayakkabısız çocuğu görünce, yakında orada zatürree ölümlerinin de artacağını anlamıyor muyuz?
Niye o çocuklar o kadar perişan bir halde yoksulluğa terk ediliyor?
Babam, “Taşmakla dökülmek arasında fark var” derdi.
“Dolu bir bardağa biraz daha su koyarsan taşar, yarısına kadar dolu bir bardağı devirirsen dökülür.”
Biz taşıyor muyuz, dökülüyor muyuz?
Yeryüzüne insani yardım olarak 1,7 milyar dolar gönderebiliyorsak, bu, “taşıyoruz” demektir.
Ama Van’daki çocuklar çadırlarda yangınlardan ölüyorlarsa, karların arasında yalınayak dolaşıyorlarsa, bu, “dökülüyoruz” demektir?
Bunlardan hangisi gerçek Türkiye’nin resmi?
Somali’deki aç çocukları kurtarabiliyoruz, onlara yiyecek ve giyecek bulabiliyoruz, bütün dünyayı Somali’deki duyarsızlıklarından ve vicdansızlıklarından ötürü sorgulayabiliyoruz.
Ama Van depremine hazırlıksız yakalanan, depremden sonra bir türlü örgütlenemeyen Türkiye, kendi çocuklarına sahip çıkamıyor, onları ölümden kurtaramıyor.
Somali’ye uzanan el Van’a ulaşamıyor.
Başbakan, “Ağustosa kadar dayanın, size ev yapacağız” diyor.
Ağustosa kadar nasıl dayansınlar?
Geceleri sıfır altı on beş derece orası.
Korunaklı giysileri, sağlam sobaları, dayanıklı çadırları yok.
Yıkanamıyorlar, temizlenemiyorlar.
Yakında salgın hastalıklar çıkacak.
Çıplak ayaklı çocuklar karların ortasında zatürree olacaklar.
Evet, zor iş bu kadar büyük bir kalabalığı doyurmak, barındırmak, korumak, bugün uzun kuyruklarda bekleyerek de olsa insanlar sıcak bir yemek bulabiliyorlar, hepsi değilse de büyük bir kısmı çadırlarda yatabiliyorlar, bunları yapanlardan Allah razı olsun ama bunlar yeterli değil.
Çocuklar yanarak ölüyor orada, ishalden ölüyor, yakında soğuktan ve pislikten ölecekler.
Neden devlet bir türlü organize olamıyor?
Hadi büyük bir aymazlıkla depremden önce Van’da tedbirler almadınız, depremin üstünden bunca zaman geçti neden hâlâ doğru dürüst bir kampanyayla o insanların ihtiyaçlarını karşılamıyorsunuz?
Bakın, Başbakan Erdoğan Time dergisine kapak oldu, dünyaca ünlü dergi elli yıldan bu yana ilk kez bir Türk siyasetçisini kapak yaparken hem Erdoğan’ın başarısını, hem Türkiye’nin gücünü övdü.
“Taşan” bir ülkenin dünyaya yansıması bu.
Ama ya o yalınayak çocuğun resmi?
O da “dökülen” Türkiye’nin resmi.
Dünyaya bakan yüzümüzde bir “taşma”, içeriye bakan yüzümüzde bir “dökülme” görüyoruz.
Erdoğan, Time’da kapak olan resminin tadını çıkarmak istiyorsa, o yalınayak çocuğun resmini bu ülkeden silmesi gerek.
Bu iki resim birarada olmuyor çünkü.
Gücümüzle, zenginliğimizle “övünmek”, güçsüzlüğümüz, aldırmazlığımız, yetersizliğimiz yüzünden ölen çocukları kurtarmaya yetmiyor.
Tarafgazetesi