Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Şura Sûresi 22-23. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
22-Kazandıkları (günahları)ndan dolayı (kıyâmet gününde) o zâlimleri çok korkan kimseler olarak görürsün; hâlbuki o (yaptıklarının vebâli), başlarına gelecek olan (bir netîce)dir. Îmân edip sâlih ameller işleyenler ise, Cennetlerin bahçelerindedirler. Onlar için Rableri katında, ne isterlerse vardır. İşte o (va‘d olundukları pek) büyük lütuf, budur!
23-İşte Allah’ın, îmân edip sâlih ameller işleyen kullarına müjdelediği (mükâfât), budur! (Habîbim, yâ Muhammed!) De ki: “(Ben) sizden buna (size olan teblîğ vazîfeme) karşı, akrabâlıkta (âl-i beytime) muhabbetten başka bir ecir istemiyorum!”(*) Kim bir iyilik yaparsa, kendisine onda bir iyilik artırırız. Şübhesiz ki Allah, Gafûr (çok bağışlayan)dır, Şekûr (iyiliklere çok mükâfât veren)dir.
(*)“ * اِلَّا الْمَوَدَّةِ فِي الْقُرْبٰي [Akrabâlıkta (âl-i beytime) muhabbetten başka] (meâlindeki) âyetinin bir kavle göre ma‘nâsı: ‘Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, vazîfe-i risâletin icrâsına (peygamberlik vazîfesine) mukābil (karşılık) ücret istemez, yalnız âl-i beyte (kendi pâk neslinden gelen zâtlara) meveddeti yani muhabbeti ister.’ Eğer denilse; bu ma‘nâya göre karâbet-i nesliye (nesil i‘tibârıyla yakınlık) cihetinden gelen bir fâide gözetilmiş görünüyor? Hâlbuki: اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَاللّٰهِ اَتْقٰيكُمْ [Doğrusu Allah katında sizin en üstün olanınız, en takvâlı olanınızdır] sırrına binâen, karâbet-i nesliye değil, belki kurbiyet-i İlâhiye (Allah’a yakınlık) noktasında vazîfe-i risâlet cereyân ediyor? El-cevab: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayb-âşinâ (gizlilikleri gören) nazarıyla görmüş ki; âl-i beyti, Âlem-i İslâm içinde bir şecere-i nûrâniye (nûrlu bir ağaç) hükmüne geçecek ve Âlem-i İslâm’ın bütün tabakātında kemâlât-ı insâniye dersinde rehberlik ve mürşidlik vazîfesini görecek zâtlar, ekseriyet-i mutlaka ile âl-i beytten çıkacak. (...) Nasıl ki millet-i İbrâhîmiyede ekseriyet-i mutlaka ile nûrânî rehberler Hazret-i İbrâhîm (as)’ın âlinden (âilesinden) ve neslinden olan enbiyâ (peygamberler) olduğu gibi; ümmet-i Muhammediyede de (asm) vezâif-i azîme-i İslâmiyet’te (İslâmiyetin çok büyük vazîfelerinde) ve ekser turuk ve mesâlikinde (tarîkat ve yollarda) Enbiyâ-i Benî İsrâil (İsrâiloğulları peygamberleri) gibi, aktâb-ı âl-i beyt-i Muhammediyeyi (asm) (Peygamberimizin neslinden gelen kutubları) görmüş. Onun için: قُلْ لَٓا اَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَ De ki: ‘(Ben) sizden buna (size olan teblîğ vazîfeme) karşı, akrabâlıkta (âl-i beytime) muhabbetten başka bir ecir istemiyorum!’] demesiyle emrolunarak, âl-i beytine karşı ümmetin meveddetini (muhabbetini) istemiş.” (Lem‘alar, 4. Lem‘a, 17)