Bediüzzaman, Kur’an’dan aldığını söylediği Risale-i Nur mesleğinin dört esasından bahseder. Acz, fakr, şefkat ve tefekkür. Şefkat kötü bir durumun ortaya çıkmasından korkmak, korkuya varacak derecede sevmek, merhamet etmek diye ifade edilmektedir. Tefekkür Kur’an’ın sık sık bize yapmaya teşvik ettiği aklımızın önemli bir fonksiyonudur.
İnsan öyle ilginç bir varlıktır ki, her şeyle ilgisi vardır. Gerek insanın çevresiyle ilgili gerekse bizzat insanın kendisiyle ilgili birçok hadiseler cereyan etmektedir. Örneğin son zamanlarda ülkemizde depremler sık sık yaşanmaktadır. Savaşlar olmakta, yüzlerce insanlar bu savaşlar vasıtasıyla canlarını vermektedir. Diğer taraftan insan da bir çok hastalıklara maruz kalabilmektedir. Bazen de bugünlerde olduğu gibi bütün dünyayı etkileyen bir korana, covid-19 virüs salgını ile karşı karşıya kalabilmektedir.
Bütün bu ve benzeri hadiseler yüzbinlerce insanın ölmesine, sıkıntı çekmesine sebep oluyor. Bütün bu hadiseler, kendisi aciz ve zayıf ve fakir olarak yaratılan insanı da çok korkutmaktadır. Grip olmuş bir arkadaşımıza geçmiş olsun dediğimde, “o değil de, koronavirüs olur da ölürüm diye korkuyorum” şeklinde cevap verdi. Evet gerçekten de bu olayların hepsinin insanlarda meydana getirdiği korku, ölüm korkusudur. Diğer taraftan birçok insanın da bu gibi hadiseler sebebiyle öldüğü, ekonomik olarak kayıplara uğradığı, artık dünkü insan olmadığı da bir vakıadır.
Şimdi bu benzeri olaylara aklımızın kullanarak tefekkür penceresinden bakacak olursak karşımıza şu çıkar:
Hadise, sonradan meydana gelen olay demektedir. O halde ne zelzeleler, ne hastalıklar ezeli değildir. Yani hepsi sonradan olmuştur. Sonradan olan her şeyin bir hadisi, yani meydana getireni vardır. Allah’tır ezeli ve ebedi olan. Onun dışındaki her varlık ve her hadise sonradan olmuştur. O halde bu olaylar, inançsız ve darwinist–pozitivist insanlar taraffndan tesadüfen meydana gelmiş olaylar olarak okunmakta ve en büyük yanlışlık yapılmaktadır. Halbuki bu kainatın mülkü Allah’ındır.
Allah Fatiha suresinde bildirildiği gibi bütün alemlerin Rabbidir. Alemler ise mikroptan, virüsten, atomdan, hücreden tutun da insana ve kainatın kendisine kadar sayısız varlıkların adıdır. O halde bütün varlıkların Rabbi, sahibi Allah’tır. Allah, Rab olmasından dolayı da insanları terbiye ediyor. Terbiyenin iki yönü vardır. İşaratü’l-İcaz tefsirinde bu konu anlatılırken, terbiyenin faydaları olan şeyleri sağlama ve zararlı olan şeyleri uzaklaştırma yönleri olduğuna vurgu yapılır. Yani bu iki husus ile, bütün alemleri terbiye ediyor, tasarruf altında bulunduruyor.
Bu olaylarda ne gibi zararlı şeylerin def edildiğini, ne gibi faydalı şeylerin insanlara sağlandığını bilmek için beklemek gerekir. İnsan kendine bakan yönü, kendine bakan menfaat yönünü düşündüğü için çoğu zaman, bir çok olayı şer olarak görür. Ve onlardaki terbiye yönüne dikkat etmez. Güzel olan şeyler, kötü olan şeylerin, hoşumuza gitmeyen şeylerin meydana gelmesinden sonra ortaya çıkar. Bir ayette yüce Allah secde suresi 7. Ayette, “ellezi ahsene külle şeyin halegahu” buyurur. Yani, Allah, herşeyi en güzel şekilde yaratandır. İşte tefekkürle baktığımızda, herşey güzeldir.
Said Nursi’nin de bildirdiği gibi, herşey ya bizzat ya da dolayısıyla güzeldir. Karın yağması insanlardan tarafından güzel görülmez. Fırtına, çamur pek hoş karşılanmaz. Neden? İnsanın kendisi açısından bakıldığında böyle değerlendirilir. O şahıs olarak soğuğu sevmez, çamurdan, fırtınadan rahatsız olur. Ama bir müddet sonra bahar geldiğinde bu kar, çamur ve fırtınanın ne güzel sonuçlar verdiği, bitkileri yeşertip hayvan ve insanların yaşamasına uygun şeylerin ortaya çıkmasına sebep oldukları görülür. Güzellik biraz sabırlı olunca ortaya çıkacaktır. Bu hadiselere de tefekkür penceresinde bakınca böyle düşünmek gerekir. Allah’ın biz insanlar için dünyevi ve uhrevi gizlediği ne gibi güzellikler vardır diyerek düşünmek ve sonunu beklemek gerekir.
Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri ne güzel söylemiştir:
Deme şu niçin şöyle
Yerincedir o öyle
Bak sonunu seyreyle
Mevlâ görelim n’eyler
N’eylerse güzel eyler.
Kainat, insanlar ve herşeyin maliki Allah’tır. İnsanların Rabbi Allah’tır. Allah da sonsuz rahmet sahibidir. Merhamet sahibidir. İşte biraz önceki tefekkür ile birleştirdiğimiz zaman, deprem, virüs salgını, savaşlar vs. gibi olaylarda inşaların mal ve can kaybına uğramalarına bakarak, kendi merhametimizi ön plana çıkarak Allah’ın merhametinden şüphe etmeye kalkışmamız da doğru olmayan bir yaklaşımdır. Çünkü bu hadiselerden zalimler, inatçı kafir insanlar ölmüşlerse, Allah’ın daha bu dünyada onlara verdiği bir cezadır, diğer zalim ve inançsız insanlara da ibrettir. Eğer ölenler ve maddi olarak zarara uğrayanlar mümin insanlar ise, bunlar da ölürlerse şahit hükmüne geçmekte, malları da sadaka vermiş hükmüne geçmektedir. Şehitliğin ne kadar yüksek bir mertebe olduğu açıktır. Sadaka ise, ahirette insanlara sonsuz rahmet kapılarının açılmasına sebeptir.
Elbette tedbirlerimizi alacağız. Çarelerini bulmaya çalışacağız. Sebeplere başvurarak Allah’a tevekkül edeceğiz. Ama bela verenin, hastalığı verenin Allah olduğu bilinirse, bu bela ve musibetlerin bela değil, bir Rahmani ihtar olduğunu, insana sabırlı olması halinde, Allah’a isyan etmemesi durumunda büyük ecirler kazandıran bir fabrika haline geldiğini düşünmek gerekir.
İnsanın ölmesi Mümit, yaşaması Hay ve Muhyi, Rahman, Rezzak vs. Şifa bulması Şafi isimlerinin tecellilerine ayna olunduğunu gösterir. Bütün varlıkların geçirdikleri değişimler, Allah’ın çeşitli isim ve sıfatlarına ayna olduklarını gösteriyor. Her şey fani, Allah bakidir. Bu yüzden bulunduğun bölgede, vefat edenlerin yakınlarına taziyeye gidildiği zaman, “Baki Allah” cümlesi söylenir. Ne sevilesi bir cümledir bu, ne eli ayağı öpülesi bir cümledir bu. Mal, mülk, zenginlik, makam, güç, kuvvet hiçbir şeyin bir anlam ifade etmediği anlaşıldı. İnsanın maddi olanın ötesine, dünyanın ötesine yönelmeye davet eden, bir uyarıcı, rahmani bir uyarıcı görevi görüyor.