Hayat, acı gerçeklerini öğrettikçe, sabır sermayesine ihtiyaç çok artıyor. Sabır ise depoda bekleyen bir malzeme değil elbette. Onu besleyecek tevhid delillerine, iman şuuruna, hakkaniyet ölçülerine, hakta sebata ve tevekkülle teslimiyete ihtiyaç var.
Kalbin yaralarını saracak bir muhabbet ve dost iklimine, aklın müşevveşiyetini çözecek müzakere ve istişare zeminlerine, vicdanın pasını silecek tefekkür ve tecdide ve insanca bakışa ihtiyaç var.
Taraf olma yerine muhakeme ve adalet terazisi ile tercihler yapabilmek, insani duruşun ve kalıcı beraberliklerin prensipleriyle mümkündür.
Aciz insanın dünya hırsları ile nereye varabiliriz?
Güç merkezli bir icra ve ahkam kesme profili ile hangi sessiz vicdanın sığınağına sığınak olabiliriz?
“Sadece benimki doğru” demekle hangi doğruya ortak bulabiliriz? Ben-sen kavgasında polemiğin ve tarafgirlik hissinin zulme ve haksızlığa dönüşmeye müsait şeytani süreçlerinden sakınarak aklı selimin sükunetine sığınmak dışında bu limanda huzur var mı?
Bildiklerimiz hep doğru mu acaba?
Bilmediklerimizle yarın yüzleşirsek, hakkaniyetin şirazesini kaçırdıktan sonra ehl-i hakkın nesi oluruz acaba?
Gruplaşmanın tabiatında olan rekabet ile iktidar olma kavgasının tarafları çatıştıran zemininde acaba ehl-i insaf için seçilecek yol ve yöntem nedir?
Hissiyatın ağır baskısı, kazanma/kaybetme sendromunun muhakemeyi tatile çıkaran agresifliği ile kardeşi kardeşe kırdıran derin kayıpların telafisi mümkün mü?
Acaba şu an için sonuç elde etmekle düze çıkılabilir mi?
Bir sağduyuya ihtiyaç yok mu?
Bediüzzaman’ın tefekkür ve şefkat zemininde sükunet ve sulh ile istikbale karşı mesuliyetlerimizin farkında olmak gerekmez mi?
Herkesin içindekini kusmak için fırsat kolladığı bir demde, mahrem alanların ve kavgada bile söylenemeyecek yakıştırma ve ithamların bu kadar kol gezmesi acaba hepimiz açısından acı değil mi?
Bu güne kadar tarz ve telakkileri ile yaklaşım ve çerçeveleri açısından tarafı olmadığım tarafların kardeş kavgasında şimdi tarafım: Lütfen frene basın, biraz yutkunun, kalplerimiz gayz ve nefret ifadeleri barındırmasın.
İktidar siyasetini yapsın, topluma duyarlı, açık ve şeffaf olsun. Dini gruplar ve sivil toplum kuruluşları ise kendi vazifesine odaklansın. Alan hakimiyeti yerine herkesin kendi alanında hukuk, adalet, kardeşlik ve şefkatle besleneceği yeni bir dil, tarz ve söylem ile eylem lazım.
100 yıllık kazanımlarımızı böyle berhava edecek ve muhabbeti kıracak ve ehl-i salibi memnun edecek çatışmalarla enerjimiz gitmemeli. Dilhun olma zamanı bu tablo karşısında.
Daha önceleri risale eksenli ve Risale-i Nur geleneği ve esasları içinde yaptığımız değerlendirme ve mülahazalarımızı da bu kavga boyunca geri çekip ortamın soğumasına çalışmalıyız.
Yani asla kalbimle ve vicdanımla ve duygularımla sevinmeyeceğim bu hale.
"Ben doğru çıktım" hastalığına duçar olmayacağım.
Fitne uyanırken kardeş kavgasında taraf olmayacağım. Taraflara itidal tavsiye edeceğim.
Taraflara servis mahiyetinde, uzatılan mikrofonlara hassas zemini dikkate almadan Risaleden ölçü verme nasihatine ve modasına girmeden onun ruhunu, tarzını ve üslubunu kardeşlik ve hakemlik ölçüleri ile iki tarafa da telkin ve tavsiyede bulunacağım.
İki tarafın da gözden geçirmesi gereken hususları var.
Bunun dışında kalan nur talebelerinin de.
Herkes yeniden bir muhasebeye oturmalı.
Demokratik siyasete, demokratik cemaatlere ve demokratik müzakere ve kabullere ihtiyacımız kat be kat arttı.
Siyaseti siyasetçiye bırakalım. Ve kamuoyu olarak sivil, meşru ve açıklık içinde bir uyarı ve tavsiye zinciri kuralım.
Aynı zamanda cemaatler siyasete, ticarete ve bürokrasiye karşı bir mesafe koymalı ve kendine dönük derin bir tefekkür zeminine çekilmeliler.
Kimse kimseye müdahale etmemeli.
Her birinin değerlendiricileri ve sonuçları ile süreçleri birbirinden çok farklı.
Her şey toz duman.
Böylesi zamanlarda çok iddialı sözler ve kendi geçmişi üzerinden sevinme ve üzülme travmaları ile coşmak yerine daha sakince ve irfani gelenekle İslami ve ilmi usullerin yol verdiği yeni bir akıl süzgecine ihtiyaç var.
Emirdağ Lahikası’nda çok partili ve tek partili dönemlerde Üstad’ın maruz kaldıkları karşısında ortaya koyduğu ölçüler, tavır, destek, muhakeme, ikaz ve asli yörüngesinden koparacak her türlü tahrik ve provokasyonlara karşı geliştirdiği refleksler ve prensipler çok manidardır. Onları anlamaya, hepimizi yeniden düşünmeye ve kalbimizle zihnimizi birbirine açmaya davet ediyorum.
Eğer İttihad-ı İslam yolcusuysak,
Eğer Müslüman bir ülkenin evlatları ve mensubiyeti dini bir bağla kurulu ise,
Eğer ihlas ve itidalden, ihtisas ve istişareden yanaysak,
Eğer menfilikleri ve menfi çekirdeklerin her yere çömelmiş, musallat olmuş kombinezonlarından ve kardeşi kardeşe kırdıran fitne ve hallerinden kurtulup hakperest olmak istiyorsak,
Eğer ırkçılık belası gibi tarafgirlik zulmünden kurtulmak istiyorsak,
Şimdi sükunet ve az konuşma, itidal ve şefkat zamanı...
Taraf olmanın dışında üçüncü bir yol var: Tefekkür ve şefkatle bakmak.
Tarafları yakınlaştırmak ve esasta ittifak, detaylarda farklılık içinde beraberce birbirimizi kabullenmek zorundayız.
Şerre ve İslam düşmanlarına yakıt olacak hiç bir hareketin ve tarafın yanlışı bu zeminde ve demde meşru gösterilemez.
Tarih, bu yakalanan hürriyetçi zemini böyle kullanmamızı asla affetmez.
Bir muhasebeye, yeniden düşünmeye, aklı selime, kalbi kerime ve muhabbete en çok ihtiyacımız var.