Burada ön bilgi olarak şunu söyleyeyim. Bediüzzaman Muhakemat’ta bir bahsin felsefesini yapmayı, klasik felsefe algısından ayırır. İkisini birbirine karıştırmayalım.
Bediüzzaman Said Nursi klasik bir tefsir alimi değildir, çünkü klasik tefsirde bahisler bir sıraya göredir. Fatiha ile başlar, otuzuncu cüzün nihayetinde biter. Müfessir baştan başlar sona gelir, “hatime” der bitirir. Asırlarca böyle devam etmiştir, bahisler iç içe geçmez çok zaman. Sentezleme, analiz varsa da bağımsız değildir. Fatiha tefsiri çok zaman kalıptan dışarı çıkamaz, bu kalıbı kırmak marifet mi değil mi o ayrı bir konu.
Bediüzzaman eserlerini üç ana kategoride anlatmış.
Varlık felsefesi bütün mevcudatı ele alarak, onun hakikati, varoluş nedeni, illeti üzerinde, Yaratan ile yaratılmış Halık–Mahluk üzerinde araştırma ve incelemeler yapan bir bilimdir.
Varlık felsefesi Bediüzzaman’ın ağırlıklı üzerinde durduğu konudur. En hakim konu budur. Çünkü 19. yüzyılda varlık ve mahiyeti ve varlığın yaratıcısı farklı algılanmış. Şüphe, dinleri kemirmiş, kimini bitirmiş, kimini yaralamış. Bediüzzaman bu yüzden saymakla bitmez varlık felsefesi yapmıştır. Mesela Ayet’ül Kübra bir varlık felsefesidir.
İbn-i Tufeyl de önceki yüzyıllarda bir roman deniyor. Bir eserinde yaratılışı bir kurguda anlatır. Küçük bir bebeği hiçbir insanın yaşamadığı ve hiç kimsenin uğramadığı ıssız bir adaya bırakırlar. Yavrusunu kaybetmiş bir geyik gelir, yavruyu emzirir, eser böyle başlar. Kahraman daha sonra büyük muakele ile Allah’ı ve yaratılışı sorgular. Bediüzzaman da kainattan halıkını soran bir seyyahı kullanır ve onun gözlemleri ile yaratılışı sorgular ve ortaya vahyin ve gözlemin sentezi bir varlık felsefesi yapar. Kıyaslanırsa harika şeyler olur.
Bilgi felsefesi epistemoloji ise akıl yoluyla elde edilen bilgilerin ne dereceye kadar doğru olduğu ve bu bilgileri, aklın nasıl elde ettiği, elde etme araçları ve yolları üzerinde inceleme ve araştırma yapan filozofların bu husustaki görüşlerini öğreten bir bilimdir.
İkinci kısım da bilgi felsefesi, Bediüzzaman‘ın eserleri bin yıldır körleşmiş ve yorum yapamaz aklın mektebidir. Bediüzzaman aklı bir ilkokul çocuğu gibi alır ve eserlerinde çok yükseklere çıkarır. Allah’ı tanıtır, peygamberi tanıtır, öldükten sonra dirilmeyi talim ettirir. Varlık felsefesi olan her yerde akıl bir gelişim süreci geçiren varlıktır. Bediüzzaman onu kırmadan, dökmeden hazırlar, kal halinden kul haline getirir. Ey Bediüzzaman’ı anlamayan garibanlar gelin bu mektebe kaydolun, sonra elinizi dizinize vurursunuz! Bakın Dekart mı akıl mektebi kurmuş Bediüzzaman mı?
İyiyi ve kötüyü, hayrı ve şerri, güzeli ve çirkini ayırarak hayır ve güzelin üzerindeki araştırmalardan doğan bilime de Değerler felsefesi denilmektedir.
Bediüzzaman değerler felsefesiyle ilgili daha seçilmiş, sentez bahisler de kaleme alır. Mesela Ayet-i Hasbiye risalesi ve bütün eserlerine yayılmış estetik ve güzel bahisleri. Onu nasıl bütün dünyanın estetik nazariyelerini genişletmiş milenyumun en büyük estetik şarihi olduğunu anlayabiliriz.
İzah edemediğiniz Risale-i Nur’un önüne izah edilmez deyip bir taş koymuşsunuz, bir adam çıktı izah etti, siz seyrettiniz, sadece menbaın kudsiyetini korumaya çalıştınız. Akıllı düşünene kadar deli dereyi geçir. Ene Risalesini 500 kişiye okuyup bir satır bu felsefenin özeti olan bahsi izah etmezseniz… İzah da edemeyiz ya… Çünkü sadece “muammayı mülkül küşa ve tılsım-ı hayret feza“ varlık felsefesinin özetidir. Kadim Yunandan günümüze felsefe tarihini okuyan bu sözün ne mana bir söz olduğunu anlar.
”Siz kime hizmet ettiğinizi bilmiyorsunuz“ sözü anlaşılmadığını anlatır hazretin.