Tefsirde Cifir İlmi ile alakalı bazı konuların vuzuha kavuşmasında zaruret var. Gerçi bu konuda Cifir veya cefer, Arapça’da “sütten kesilmiş kuzu, oğlak; içi taşla örülmemiş geniş kuyu” manalarını ifade etmektedir. Istılahta ise, temeli ebced hesabına dayanan, harflerden ve ibarelerden gaybî haberler çıkarmada kullanılan hususî bir ilimdir. Bazı âlimlerin naklettiğine bakılırsa, Ca’fer-i Sadık, Hz. Peygamberin al-i beytinin muhtaç oldukları bütün gizli bilgiler bir kuzu ve oğlak (cefr) derisinin üzerine yazmış ve bu sebepten bu ilme Arapça’da cefr adı verilmiştir. Cifir ile meşgul olanlara cefrî veya ceffâr denilir. Konuyla ilgili ve özellikle de Ca’fer-i Sadık’a isnad edilen kitaplara da El-Cefr ve’l-Câmi_a adı verilmektedir. Onu için bu ilmin adı hem Keşfu’z-Zünûn’da ve hem de benzer eserlerde bu ad ile anılmıştır. İbn Haldun bu ilmin bir disiplin olmaktan ziyade şahsi bir kabiliyet olduğunu ifade etmektedir.1
Bediüzzaman, cifri kullandığı yerlerde hiçbir zaman “Âyetin açık mânâsı budur” dememiştir. Söylediği şudur: “Ayetin sarîh manasının altında müteaddit tabakalar var. Bir tabakası da, işarî ve remzî manadır. İşârî mana da bir küllîdir; her asırda cüz’iyatları bulunur.” Ve devam ediyor: “İşte mâdem bu tevâfuk-u cifrî ve ebcedî, bir kanun-u ilmî ve bir düstur-u riyazî ve bir namus-u fıtrî ve bir usûl-ü edebî ve bir anahtar-ı gaybî oluyor. Elbette menba-ı ulûm ve mâden-i esrar ve fıtratın tercüman-ı âyât-ı tekvîniyesi ve edebiyatın mu’cize-i kübrâsı ve lisan-ül-gayb olan Kur’ân-ı Mu’ciz-ül-Beyan, o kanun-u tevâfukîyi, işârâtında istihdam, istimal etmesi i’cazının muktezasıdır.”2
Evvelâ; Resûlullah’ın da beyânına göre, Kur’an âyetlerinin zahirî, bâtınî, işarî, sarih ve remzî çok mânâları ve her asra hitab eden hakikatları vardır. “Her âyetin dalı var, budağı var; her dalın da başı var, sonu var, çetikleri var” şeklindeki hadis, bu mânâya işaret etmektedir. Zira Kur’ân’ın muhatabı bütün insanlardır. Kur’ân, kâinat kitabının tercümesidir. Kâinatın rengini değiştiren her meseleyi vuzuha kavuşturmuştur. Hâdiselerin satırları altında gizlenen hakikatları ortaya çıkaracak olan da yine Kur’ân’dır. Dolayısıyla İslâm ittihadını yakından ilgilendiren Risale-i Nur’a da, İstanbul’un fethine de ve Mısır fethine de herhalde işaret edecektir. Ancak sarâhat demiyoruz, işâret diyoruz. Bu ifadeye dikkat etmek gerekir.
İkincisi: Bütün ilim tarihçilerinin -özellikle müslüman âlimlerin- ilimlerin tasnifinde kendisinden bahsettikleri “cifir ve câmia ilmi” diye bir ilim vardır. Bu ilim, bazı câhiller tarafından suiistimal edilmiş olsa bile, tamamen inkârı da mümkün değildir. Cifir, kaza levhası; câmia ise kader levhası demektir. Kısaca Allah’ın kader ve kazâ levhlerinde olmuş yahut olacak bazı şeyleri, yine Allah’ın koyduğu işaret ve gösterdiği yollarla ortaya çıkarma ilmine cifir ilmi denir. Bu ilmin nüshacılık ve üfürükçülükle ilgisi yoktur. Çünkü İmam-ı Gazâlî ve İbn-i Kemâl gibi bu ilmi hakkıyla bilen zatlar tarafından da kullanılmıştır. Hz. Ali’nin, bu ilmi Resûlullah’dan öğrendiği nakledilmektedir. Son asırda bu ilmi hakkıyla kullananlardan biri de, Bediüzzaman’dır. Kur’ân, “Beldetün Tayyibetün” ifadesiyle İstanbul’un fethine işaret ettiği gibi, Mu’avvizeteyn sûresiyle de 1971 hâdiselerine işaret etmiştir. Birinciyi ilim, ikinciyi ilmin dışında kabul etmek, bir başka câhilliktir. Konuyu fazla uzatmak istemiyoruz3.
Üçüncüsü: İbn-i Kemâl bu ilmin ehemmiyetini “Er-Risâlet’ül-Münîre” adlı eserinde şöyle belirtmektedir: “Büyük evliyâların kerametleri de böyledir. Müşkil ve zor meselelerin istihrâcı gibi. Yani evliyâlar, Kur’ân âyetlerinden, hatta her kelimesinden ve harfinden ve hatta Resûlullah’ın hadislerinden bazı mühim ve müşkil hakikatları istihrâç etmişlerdir. Bu onlara ilhâm nuruyla müyesser olur (sh.8)”.
DİPNOTLAR:
1-İbn Haldun, Mukaddime, II, sh. 823, 828; Seyyid Muhammed Madî Eb’ül-Azâ’im, El-Cefr, Dar al-Kitab el-Sufi, 1990, sh. 11 vd. Krş. Metin Yurdagür, Cefr Maddesi, TDVİA, c. VII, sh. 215 vd.
2-Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, sh. 95 vd.
3-Kâtip Çelebi, Keşf-üz-Zunûn, c. 1, sh. 591-592; Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, 95vd.
Vakit