Elbirliği ile çözmemiz gereken problemlerden biri de cezaevlerinin durumudur. Ne yazık ki cezaevleri problemi denince kimilerinin aklına sadece ‘mekân’ gelmekte, çözüm olarak da yeni cezaevleri yapılması teklif edilmektedir. Nitekim son yıllarda yeni ve büyük olmasıyla övünülen “Adalet Sarayları” ve devâsâ cezaevleri inşa edildi.
“Adalet mülkün temelidir” ama bu temel büyük adliye sarayları yapılarak mı atılır? Öyle olsaydı Türkiye’de adaletsizlikten bahsetmek mümkün olmazdı. Yakınlarda hizmete açılması beklenen yeni adalet saraylarının birinde “Avrupa’nın en büyük adalet sarayı burada yapılıyor” yazısı var.
Adalet saraylarının ihtiyacı karşılayacak şekilde yenilenmesi önemlidir, ama daha da önemli olan buralarda gecikmeyen bir adaletin dağıtılıyor olması değil mi? Keşke “Avrupa’nın en büyük adalet sarayını biz yapıyoruz” diye övünmek yerine, “Avrupa’nın en adil ülkesi Türkiye’dir” diyebilseydik...
Adalet sarayları, güvenlikli cezaevleri gibi konular tartışılırken; cezaevlerinin ‘içi’ yeterince gündeme gelmiyor. Geldiğinde de kapasite fazlalığı olduğu ifade edilerek, asıl problem yine göz ardı ediliyor.
Bıçak kemiğe dayanmış olacak ki; Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdür Yardımcısı Hüseyin Kulaç, son 10 ayda uyuşturucu sebebiyle cezaevine giren kişi sayısının 13 binden 23 bine yükseldiğini belirtmiş ve ‘Uyuşturucu suçlarındaki ciddî artışın ardından cezaevindeki intiharlarda da artış olabilir. Böyle bir tehlike görüyoruz” demek suretiyle dikkatleri “iç”eriye çekmeye çalışmış. (Hürriyet, 6 Şubat 2010)
Kulaç, Hollanda’ya 5-6 yıl önce yaptıkları bir ziyarette, bu ülkedeki yetkililere en büyük sorunlarının ne olduğunu sorduklarını belirterek, şu hatırasını anlatmış: “Hollandalı yetkililer, en büyük sorunlarının uyuşturucu ve intihar olduğunu söylediler. O zaman biraz da içimizden gülmüştük, ‘adamlar neyle uğraşıyorlar’ diye. Türkiye’deki aile bağları bu şekilde olduğu sürece onların geldiği bu noktaya gelmeyiz diye düşünüyorduk. Ama uyuşturucu suçlarındaki ciddî artışın ardından cezaevlerindeki intiharlarda da artış olabilir. Böyle bir tehlike görüyoruz, sıkıntı var. Bu konuda psikologlarımız çalışmalar yapıyor. (...) Bu, el birliğiyle çözülecek bir konu.”
İşte meselenin ‘püf’ noktası burada: Şükürler olsun, Avrupa’ya nisbetle ‘sağlam bir aile yapımız’ var ama bu sağlamlığın devamlılığını kim garanti edebilir? Başta TV yayınları olmak üzere, müstehcen gazete ve yayınlarla her gün bombalanan aile, bu bombardımana daha ne kadar dayanabilir?
Türkiye’yi idare edenler, asıl tehlikenin bu noktadan geleceğini görmeli ve ‘aile’ başta olmak üzere cemiyetin ana temellerini muhafazaya çalışmalıdır. Bunun ilk adımı da müstehcen yayınları engellemek olmalıdır. Uyuşturucu (doğrusu: öldürücü) alışkanlığının yaygınlaşması da yine ciddî çalışmalarla önlenmelidir. Gençlerin bulunması gereken yer cezaevi damları değil, okul sıraları ve fabrikalar olmalı.
Sağlık Bakanlığı ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı başta olmak üzere gençleri kötü alışkanlıklardan korumakla vazifeli olan bilumum ‘yetkililer’e bir defa daha soralım: Gazetelerde alkollü içki reklâmlarının devam etmesi sizi hiç ilgilendirmiyor mu? Bu gidişe kim dur diyecek? Bu reklâmlar devam ettiği sürece, gençlerin çeşitli ‘suç’lar sebebiyle cezaevlerini doldurması daha da hızlanmaz mı?
Yeni Asya