İnsanlar ya tek dünyalı münkirler veya iki dünyalı müminler yahut sözde iki dünyalı özde tek dünyalı olarak yaşamaktadır. İnsanların birçoğu dine kalben alaka duymakta, ancak bu hissi alaka hayatlarına yansımamaktadır. İkinci bir hayata iman noktasında yakin nurundan mahrum insanlar günaha ve isyana yakın, sevaba ve ihsana (Allah’ı görür gibi kulluğa) uzak bir şekilde yaşamaktadır...
Dünya hayatı, bilinmezi çok bir bilmece gibi karşımızda durmaktadır. Her bilmece gibi hayatın da yatay ve dikeyinde cevaplanması beklenen sorular bulunmaktadır. Hayat bilmecesinin yatayında cismani ve şehvani, dikeyinde ruhani ve manevi sorular sıralanmaktadır...
Ashab-ı ehl-i keyf ve gaflet, hayat bilmecesinin sadece cismani ve şehvani sorularını cevaplamakla (tatminle) meşgul olmakta, ruhani ve manevi soruların cevaplarını boş bırakmaktadır...
Hayata zevk ve eğlence merkezli anlam yükleyen müslümanlar adımlarını hak ve hakikat üzere atmakta zorlanmaktadır. Baki-yi hakiki Rahmanı’ı esmasıyla tanımayan, faniden yakasını kurtaramayan insanlar hevalarını tatmine odaklanmakta, huzuru nefislerinin hevasını tatminde aramaktadır. Hasis ve bayağı zevklere sevdalanan insanlar, aradıkları huzuru maddi lezzetlerde bulamayınca ruhen hırçınlaşmaktadır...
Hayata zevk merkezli bir mana yükleyen insanlar dünyanın cazibedar lezzetleri karşısında dik duramamakta yıkılmaktadır. Nazarını dünyanın suretine ait kılmak, sadece mülk ciheti ile bağ kurmak, insanları dünyanın melekût cephesinden koparmakta, din ve maneviyat itibarıyla sathi ve ruhsuz, kupkuru bırakmaktadır...
Sahte ve sağir, maddi ve dünyevi zevklere adanmak, hakiki ve kebir, manevi ve uhrevi hayati meselelerden habersiz yaşamak insanların sukutunu hızlandırmaktadır...
Dünyaya ait muhabbet kalpte hakiki olunca uhraya ait muhabbet mecazi kalmaktadır. Dünyaya ciddi muhabbet duyan müslümanlar uhrevi vazifelerini unutmaktadır...
Böyle zevk merkezli yaşamayı itiyad haline getiren insanları ikaz için Kur’an’ın; “Hayır! Doğrusu siz çarçabuk geçeni (dünya hayatını ve nimetlerini) seviyor, ahireti bırakıyorsunuz.” sesi duyulmaktadır. (Kıyamet 75; 20-21)
Maddeperestlik itikadi olarak ulûhiyeti inkâr, ahlaki ve ameli olarak dünyevileşme hastalığı ile zahir olmaktadır. Maddi pek çok nimetlere ulaşan müslümanlar fani geçici bir dünyaya kanmakta, ‘dünyevileşme virüsü’ ile hastalanmaktadır...
Dünyevileşme hastalığının arkasında yakin eksikliği ile nazarın cüz’iyeti bulunmaktadır. Nazar cüz’iyete teveccüh edince, külliyeti yani bütünü göremeyince zaman içerisinde parçayı bütün zannetmekte, cüz’iyete (dünyaya) razı olmaktadır...
Evet, gaye-i hayal olmayınca yahut unutulunca zihinler enelerin etrafında dolanmakta, insanı asli gayesi olan marifetullahtan uzakta durdurmaktadır. İman iddiasında bulunan insanların ehemmiyetli bir kısmı, ödüle (cennete) bedelsiz veya ucuza ulaşmayı ummaktadır...
Kelam-ı Rahman Kur’an; “Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olup onunla tatmin olanlar bizim ayetlerimizden gafil olanlardır.” ifadesiyle insanları uyarmaktadır... (Yunus 10; 7)
Tek dünyalı insanlar gibi haz merkezli yaşayan müslümanlar; O’na dayanma yerine “olana” yani servetine dayanmakta, ömürlerini ebedi sanmaktadır. Dünyevileşen insanlar günahlara açık yaşamakta, sevaplara karşı duyarsızlaşmaktadır. Dünyaya ait kayıplar için ziyadesiyle mahzun olan müslümanlar, ahirete ait kayıplar dolayısıyla rahatsızlık duymamaktadır...
Alemdeki her şeyi pek çok gayeler için yaratan, hiçbir şeyi boşu boşuna gayesiz yaratmayan bir Hallak-ı Hakîm, mükerrem abdi olan insanları gayesiz yaratmış olma ihtimali bulunmamaktadır. Kâinatın en büyük neticesi ve en kıymettar meyvesi olan insanların kâinat kadar azametli bir gayesi, Halık-ı kâinat yanında hakikatli bir mertebesi bulunmaktadır...
Zehirli bir arıyı bal yapma gibi muhteşem bir vazife ile istihdam eden Mün’im-i Hakîm’in, mevcudatın ahseni olarak yarattığı; akıl, kalp, sır, hayal gibi latife ve duygular ile donattığı insanı başıboş bırakması, dünya bahçesinde ipi boğazında bir hayvan gibi otlatması, yaptıkları tahrip ve zulümlerin hesabını sormaması ihtimalden uzak durmaktadır...
Elhasıl; dünyayı zevk merkezli yaşama adına artan gayretler insani erdemleri zedelemekte, ahiret işlerinde ertelemeleri doğurmaktadır. Ahiret işlerini erteleyenler manen felakete doğru yol almaktadır. Ebedi bir saadete tam güven duymadan, dünyevi lezzetlere gücenme hâsıl olmamaktadır...
Bugün dünya müminlere zindan münkirlere cinan olmuşsa, bunda dünyayı gaye edinen, ömürlerini haz merkezli geçiren, inananların dertleriyle dertlenmeyen müslümanların azim hisseleri bulunmaktadır...