Bugünlerde öğleden sonraları bulunmaya çalıştığımız mağazamızda, vakit buldukça bir kitap okumaya çalışıyorum. Epeyce eğlenceli bu kitaptan, çok önceleri çıkan bir yazımızda da bahsedip hayretimizi dile getirmiştik. Bu sefer kitabın kendini, daha önce dört yazıyla tanıttığımız "Bir Müslüman, Evrim ve Sosyal Darwinizme Nasıl Bakmalı?" adlı kitabın yazarı Prof. Atila Doğan Hocamızın odasından emaneten aldık.
Osmanlı'nın son dönem bazı aydınlarını kısmen, yeni devletin kurucu ekibini ise tamamen etkileyen bu kitap, 1899'da Dünya'dan ayrılan Alman Louis Büchner'e ait "Madde ve Kuvvet" kitabı. Daha iki yüz sayfaya kadar okuyabildim. Fakat kitabı okudukça, şu ana kadar bizzat konuştuğumuz veya değişik şekillerde iletişim içinde bulunduğumuz ne kadar inkârcı, şüphede arkadaş varsa, hemen tamamına yakınının bu kitapta dile getirilip öne sürülen, güya bilim süsü verilerek de temellendirilmeye çalışılan iddiaların, mesnetsiz, vahi cümlelerin tesirinde kalarak, dünya ve ahiretlerini tehlikeye attıklarını gördüm.
Girişte, eğlenceli kitap demiştim ya gerçekten doğru. Risale-i Nurlarda bu temelsiz izahların ve iddiaların bir bir cevapları olduğu içindir ki gerçekten kitaptaki izahlar, bu âcizi hem güldürüyor hem eğlendiriyor hem de bazı akılların bu izahlara takılıp tökezlenmesi karşısında, hayretler içinde bırakıyor.
Sokrates ve Eflatun'un, herhalde bir Allah'a iman ettiklerinden dolayı, yarım bir cümleyle eş geçildiği kitapta, "şecaat arz ederken merd-i kıpti sirkatin söyler" misali, cümleler akarken, ister istemez tenakuzlara da düşülüyor. Mesela, daha iki yüz sayfasını okuduğum kitap boyunca savunulan "Her şeyi tabiat yaptı, kanunlar tanzim etti, madde ezelidir" düşüncesini çürüten cümlelere de yer vermek zorunda kalınıyor. Şu cümleye bakar mısınız?
"Bir damla suyun yüzde birinde, gayet zarif ve ince, hususî sıfatlara haiz birçok mahluk yaşıyor. Bunlar hareket ediyor, yiyor, hazm ediyor. Yani bunlar birer hayvan... Gayet dakik ve mükemmel âletleri olan bu hayvanların dahilini (içlerini) göremiyorsak da haricî teşekkülleri pek âlâ görülüyor."
Şimdi bu zarif, ince, yiyen, içen, gezen, gören, işiten ve basit üflemekle ve hafif dokunuşla kaybolabilen mahluku, sanatı, hangi sağır tabiata, kör ve kendinden bile habersiz kuvvete verebilirsin? Yani gözle bile görülmeyen, fakat bütün kâinatla irtibatı olabilen, gözü, kulağı, ayağı, midesi, sinir damarları olan bu mahluku, içindeki hangi madde veya onunla birlikte ortaya çıkmış, onun hareketlerinin muntazam değişmesi ve işleyişlerine bizim taktığımız isimden ibaret hangi kanun o hareketi, keyfiyeti, ince ve dakik cihazları icat edebilir?
Kendi ifadeleriyle "gayet dakik ve mükemmel aletler sahibi" o minnacık hayvanın hayatının devamının arkasında, kocaman "kâinat projesi" var. Hurdebini bir hayvanın hangi maddesi veya kendinden bile haberi olmayan kör, sağır bir kanun, onu icat edip tüm kâinatla irtibatlı hale getirebilir mi? Onların sahibi, kâinatın sahibinden başkasının olması mümkün mü?
Maddenin en küçük parçası zerrenin vazife seyri de güzel anlatılmış kitapta. "Bir müddet koyunun beyninde vakit geçiren bir zerre, diğer bir gün bir şairin dimağında çalışacak; üç gün önce gübrenin arasındaki zerre, üç gün sonra latif bir çiçeğin insanı gaşyeden kokusunu teşkil edecektir." Ne güzel cümleler... Bunları gayet iyi biliyoruz da bu zerrelerin girdikleri her mekânda veya organda gayet üstadâne çalışmasını; uğradığı, çalıştığı, insan beyni, kalbi, gözü veya "meyvelerin veya çiçeklerin cihazatını ve yapılma programlarını, ayrı ayrı sanatlarını, onlara giydirilen suretlerin terziliğini" nasıl başardığını nasıl izah edeceğiz? Güya nereye bıraksan oraya akıp giden ve bir hedefi de olmayan akılsız, şuursuz zerreler; çok hızlı hareket edip uzun zaman da geçince, ortaya bu hassas cihazlar, hikmetli hassalar, çıkıverip oluşuverirmiş.
Birbirine üstünlükleri de olmayan bu zerreler, çok hızlı hareket ettiklerinden, bir düzgünlük ve devamlılık şuur hâli kazanırlarmış. Düzgün işleyişinden dolayı kanun adını verdiğimiz, hariçte vücudu ve birbirinden haberi olmayan kanunlar, düsturlar da el ele verip bir cumhuriyet rejimi kurup kâinatı idare ederlermiş. Evet, kitabın 112. sayfasında aynen böyle yazıyor. "Tabiatın kanunlarının haricinde bir kuvvet, şimdiye kadar mevcudiyetini göstermemiştir" diye de ilave ediyor. Vah ki vah! Önce kör, sağır kanunların kurduğu bu cumhuriyet idaresi de yeni duyulmuş oldu böylece.
Kâinatta çekme kanunundan tut, itmeye; düşmeden tut, büyümeye; uçmaktan tut, yüzmeye; görmekten tut, işitmeye kadar bir sürü kanun var. Yani mesela, büyüme olayı hep aynı mevsimde, aynı şekilde, muntazam ve belli kurallarla işlediği için, biz şuurlu insanlar bu işleyişi gözlemleyerek, buna bir isim takmışız. Diğerleri de öyle. Bunlar da kalkmış, isimlerini taktığımız devlet kanunları gibi itibarî bu düsturlara ilahlık vermişler. Koyun süt, et, yün üretmeye; arı, bal yapmaya; balık, yüzmeye; kuş, uçmaya; insan düşünüp konuşmaya göre mükemmel yaratılıp tanzim edilmişler. Bu harika mahluklar, o mahlukların sel gibi akan kör, sağır maddelerine yahut da mesela kuş uçmak kanununa, balık yüzmek kanununa verilebilir mi? Yani kendi varlıklarından bile habersiz zerreler ve o zerrelerin tâbi oldukları kör, sağır, sadece ismi olan kanunlar, zerresi ve işleyiş tarzı oldukları varlığın ustası, yapanı olabilir mi? Süleymaniye Camisi'nin yapılışında, taş ve birtakım kanunlar kullanılıyor diye, mimarı yok mu sayacağız? Taşlar çok seri hareket etseler, bu hareketten bir kanun veya icat kabiliyeti çıkar mı? Zerrelerin kendilerinde olmayan hayat, şuur, akıl gibi latifeler, hangi hızlı hareketin neticesi olabilir? Bunun böyle olduğuna ciddi ciddi inanılıp bir de neşretmek için, kitap şekline getiriliyor. "İnsan bunu ifade ederken, biraz utanır" demekten kendimi alamıyorum gerçekten.
Toprak ve toprağın zerreleri, kendi üzerinde olan milyonlarca fiilden habersiz. Tıpkı bir kitabın üzerindeki yazıdan, mürekkebin habersiz olduğu gibi. Bu mantığa göre, mürekkep hızlı hareket ederse yazılar ortaya çıkıverirmiş. Aynı şey sebepler içinde en akıllı ve şuurlu olan insan için de geçerli. Üzerindeki göz kapaklarının inip kalkmasından, kanımızın temizlenmesi dahil gerçekleşen sonsuz derecede hiçbir fiilden haberimiz yok. Bu fiiller, şaşmadan, muntazaman ömür boyu sürer. Bu muntazam fiiller, güya zerrelerin hızlı hareketlerinin neticesiymiş. Büyüme kanunu bizi büyütüyor, uzama kanunu saçımızı uzatıyormuş. Arkadaş, bu aynı kanun niçin saçı uzatıyor da kaşı uzatmıyor, bunu kısa tutuyor. Mesela parmağı uzatıyor da kulağı tam bize göre sınırda tutuyor.
Parmağı da tam işimize göre ayarlıyor, işe yarayacak yerde tutuyor. Ya da maddeyi yok etsek, bu kanun nereye saklanacak? Kanun dediğimiz şey, bu intizamlı işleyişe bizim taktığımız bir isim. Biz ise, bu işleyişin sahibini arıyoruz zaten.
Evet dostlar, bu maddeci, küflü ve aklı gözüne inmiş zihin, bir de teleskopla melaike aramaya çıkmış. Aradık, bulamadık diye de ciddi ciddi yazmışlar. Biz de biraz ciddiye mi almış olduk yoksa bunların hezeyanlarını?
Selam ve dua ile.