Van ve Erciş’i derinden etkileyen depremin yaraları sarılmaya çalışılırken, bölge yeni sıkıntılarla karşı karşıya. Kar yağışı ve bölgede son yıllarda görülmeyen nisbette hissedilen soğuklar insanların başka illere göçmesine sebep oluyor.
İfade edildiğine göre, Van ve çevresinde 1970’lerden bu yana hava sıcaklığı ilk defa eksi 15’e düşmüş durumda...
Depremzedelerin sıkıntılar çekerek kendi imkânlarıyla göçmesi yerine, uygun yerlere nakledilmesi daha isabetli olur. Gerçi bu konu gündeme geldi ve arzu edenlerin Türkiye’nin değişik yerlerindeki kamu binaları, lojmanlar ya da yazlık tesislere yerleştirilebilecekleri açıklanmıştı. Böyle bir uygulama isabetli olur, ancak depremzedelerin bulundukları yerden kolay ayrılmak istemeyeceği de belli.
Acaba şöyle bir şey yapılamaz mı: Akdeniz sahillerinde bulunan bazı oteller, kış aylarında ‘tamir ve bakım’ gerekçesiyle müşteri kabul etmiyor, bir bakıma kapalı tutuluyor. Bin ya da 2 bin kişilik böyle oteller, bu maksatla hazırlanamaz mı? İhtiyaç duyulması halinde bu otellerde ‘okul’ bile açılabilir. Meselâ, depremzedeler Nisan ayı başına kadar bu otellerde ikamet edebilse, isabetli olmaz mı? İhtiyaçlar yine devletçe karşılanır ve belki de ‘çadır kent’den daha masrafsız olur.
Depremzedelerin ihtiyaçları konuşulurken, bir yandan da muhtemel “İstanbul depremi” tartışılıyor. Kent bilimci ve mimar Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp, “Van’daki 5.6’lık deprem”i değerlendirirken şöyle demiş: “Bu bir cinayet. Türk insanı bunu hak etmiyor. Göçebelikten yerleşik düzene geçiş sürecimizi tamamlayamadık.”
“Sorumluluk kime ait?” sorusunun cevabı da şöyle: “Başbakanlar, milletvekilleri, bakanlar, başkanlardan tutun da, şantiyedeki taşeron, demirci ustasına kadar herkesin bu acıklı tabloda belli bir ölçüde sorumluluk payı vardır. Bu projeleri yapanlar, onaylayanlar ve denetleyenler içinde öğrencilerim olabileceğini düşünüyorum. Demek ki adam gibi bina yapmasını öğretememişiz.” (Haber Turk g., 14 Kasım 2011)
“Bugün yapılar yapmak, şehirler kurmak çok boyutlu karmaşık bir iş. Mühendislik, mimarlık, san’at, estetik, tarih ve nice disiplinlere hâkim olmak gerekir. Biz yerleşme ve yapı yapma işini hafife almışız. Yerleşmeyi henüz tam beceremiyoruz galiba” diyen Prof. Dr. Alp, muhtemel bir İstanbul depremini yorumlarken de şöyle demiş: “İstanbul’da ciddî bir deprem yaşanırsa bu Türkiye’nin sonunu getirebilir. Birleşmiş Milletler destekli Geohazards International’ın çalışmasında Dünya Deprem Ligi’nde Katmandu’dan [Nepal’in başşehri] sonra İstanbul 2’nci, İzmir 7’nci sırada gösteriliyor. Dikkatinizi çekmek istiyorum, bu skala, deprem olma ihtimalini veya muhtemel deprem şiddetini göstermiyor. Bu skala, kentleri depremde yaşanacak kayıplara göre sıralamış.”
Muhtemel bir İstanbul depreminin ‘senaryosu’ ise şöyle: “100 bin ölü, 135 bin ağır yaralı, 450 bin hafif yaralı, 60 bin ağır hasarlı bina, 115 bin orta hasarlı bina, 600 bin evsiz aile, 30 bin kutudan doğalgaz sızıntısı, 3 bin yangın, 100 milyar dolar maddî kayıp...”
Peki, 1999’daki “Marmara Depremi”nden sonra hiçbir şey yapılmadı mı? Alp’in cevabı: “Kâğıt üzerinde çok şeyler yapıldı. Ancak, milyonlarca gecekondu ve çürük apartman daireleri için hiçbir fizikî girişim yapılamadı. Bunlar betonarme tabutlar olarak bekliyor.”
Deprem tehlikesine karşı gerekli tedbirleri alalım. Allah muhafaza, tedbir alma noktasındaki ihmalimiz devam ederse ödeyeceğimiz fatura artabilir...
Yeni Asya