Aşağıda orijinalini yayınladığım belge Almanya´da bir okulda göçmen ailelerine zorla imzalattırılan bir belge. Belgeye göre hem derslerde (ki bunu anlamak mümkün) fakat hem de tenefüslerde (ki bu bir insanlık suçudur) Almanca dışı başka bir dil konuşmak yasaklanıyor. Bu kurala uymayan öğrencileri ise farklı cezalar, hatta okuldan uzaklaştırma cezası dahi bekliyor.
Okulun ismini, adresini ve rektörün adını sildiğim belgenin başlığında ise „Göçmen öğrencilerin velilerine“ diye yazıyor. Veliler ise doğal olarak bu belgeyi imzalamak istemiyorlar. Okul ise velilere zorla belgeyi imzalattırıyor. Hatta belgeyi imzalamak istemeyen bir veliye sınıf öğretmeni tüm sınıfın önünde "isterse kızın okulu terk edip vatanına geri dönebilir" demiş. Üstelik bu veli Almanya´da doğmuş, büyümüş, eğitimitini almış ve Almancayı harika konuşan Türk kökenli bir Alman vatandaşı.
Olayın taze olması hasebiyle şimdilik fazla yorum yapmadan sadece belgeyi yayınlamak ile yetiniyoruz. Fakat olayı takip edeceğiz….
Ey Türk evladı, anadiline sahip çık
“Bir toplumu yok etmek için, silahlara gerek yok. Lisanını unutturmak yeterlidir.“ Konfüçyus
Ne milliyetçiyim, ne de ırkçı.
Fakat şuna inanıyorum: her insan kendi vatanını sever ve sevmeli. Bunda art niyet aramamak gerekir. Vatanını sevmek, onun daimi kalmasını istemekle eşittir. Kültürünün, adetlerinin, bayrağının, şiirlerinin vs. yok olmamasını arzu etmektir. Zaten bunu istemek ırkçılık değildir. Her insanın doğal hakkıdır.
Peki bir millet nasıl daimi kalır?
Bazı temel unsurlar vardır. Bu unsurların en önemlisi anadildir.
Anadil nesilleri birbirine bağlar. Kültürün, dinin, mentalitenin aktarılması için bir vazgeçilmezdir. Aynı dili konuşan insanlar, duygularını, fikirlerini, yüreklerini, dertlerini, paylaşabilirler. Veliler çocuklarına kendi mentalitelerini aktarabilirler.
Fakat anadil unutuldu mu, bağlar kopar, ipler bir daha bağlanmaz. Misal olarak Almanya’yı ele alalım.
Nesiller arası bir kopukluk var. Almanya’da yaşayan 1. nesil 2. nesil ile irtibat haline geçemiyor. 2. nesil ve 3. nesil arasındada zorluklar yaşanıyor. Çünkü birbirlerini anlamıyorlar. Hele bir de 1. nesil ve 3. nesil biraraya gelince, artık farklı “Türkçeler“ ortaya çıkıyor. Bildiğimiz Türkçe ve Almanca-Türkçe remixler…
Peki dilini unutan insan kendi kültürünü, dinini, örf ve adetlerini nasıl, nerede ve kimden öğrenecek? Okulda mı? Alman siyasetine bir bakalım. Tüm okullardan Türkçe anadil dersleri kaldırılıyor. Emekli olan Türkçe öğretmenlerinin yerlerine öğretmenler alınmıyor…
Peki bu çocuklar kendi dillerini nasıl öğrenecekler?
Kendi dilleriyle yazı yazmayı ve konuşmayı kim öğretecek?
Kendi dilleriyle nasıl kızacaklar, sevecekler, aşık olacaklar, dua edecekler… nasıl mektup yazacaklar?
Halbuki bütün dil bilimcileri bilir ki, anadilini iyi bilen, başka dilleride kolaylıkla öğrenebilir. Ama gelin görün ki, var olan bir dilin (Türkçe) unutulması isteniliyor, yerine başka sun-i dillerin geçmesi icin çaba, zaman ve para sarf ediliyor…
Dilini unutan asimile olmaya mahkumdur!
Bir yalan vardır, çok güzeldir. Ben dahi kendimi avutmak için her zaman söylerim. Güzel bir masaldır aslında: "Türkler hiç bir zaman asimile olmazlar. Dünyanın her yerinde Türk vardır. Ve hiç bir zaman asimile olmamışlardır. Türk heryerde Türktür."
Kulağa nede hoş geliyor… Fakat bu yalana halen inanmak çok zor. Acaba Avrupada yaşayacak olan 4. “Türk“ nesili halen kendini Türk olarak tarif edecekmi? Veyahut etmek isteyecekmi?
***
Erimek, asimile edilmek, kaybolmak istiyorsak, aynen şuan oturduğumuz şekilde oturmaya devam edelim.
Fakat dilimize, dinimize, milletimize, kültürümüze sahip çıkmak istiyorsak… çocuklarımızın bu kültür ile yetişmelerini istiyorsak… oturduğumuz yerden kalkıp hareket etmemiz gerekiyor. Harekette bereket vardır.
Yapılabilecek bazı hareketler:
Türkçe dilinin önemini her zaman göz önünde bulundurup, bunu çocuklarını Türkçe derslerine göndermeyenlere anlatmak.
Türkçe derslerinin okullarda devam etmesi için, okul müdürleriyle görüşmek.
Türkçe derslerinin kaldırılmaması için Türk velilerden imzalar toplayıp, okul müdürlüklerine göndermek.
Veliler Dernekleri kurup, anadil için siyasi çabalar sarf etmek. vs. vs.
Az bir çabayla çok şey elde etmek mümkündür. Yeterki dilimiz “sahipsiz“ kalmasın… ve sahipsiz zannetmesinler.
Son ama önemli bir not daha: Türkçe ögretmenleri ideolojik ve siyasi saplantılarını bırakmalı. Birçok veli, çocuklarını sırf bu nedenden dolayı Türkçe derslerine göndermediklerini göz önünde bulundurursak, bunun hiçde küçünsenmeyecek bir problem olduğunu anlayabiliriz.
Anadilini bilen, diğer dilleri daha kolay öğrenebilir.
Konfüçyüs'e sormuşlar:
- Bir memleketi yönetmeye çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu?
Büyük düşünür şöyle cevap vermiş:
- Hiç kuşkusuz dili gözden geçirmekle işe başlardım.
Ve dinleyenlerin şaşkın bakışları arasında sözlerine devam etmiş:
- Dil kusurlu olursa, kelimeler düşünceyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa, yapılması gereken işler doğru yapılamaz. Ödevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yolundan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun içindir ki, hiçbir şey dil kadar önemli değildir."
***
Anadilini öğrenmeyi istemek bir lüks veya özel bir istek değildir. Bu istek, sağlam bir kişiliğe sahip olma ihtiyacından doğan bir zorunluluktur. Farklı kültür ve ülkelerden gelen göçmen çocukları, velilerinin konuştukları dili hiç veya çok kötü konuşuyorlar. Bu durum bir çatışma ortamına sebebiyet veriyor. Böyle dil çatışmaları içinde büyüyen çocukların kişiliklerinde sorunlar meydana geliyor. En geç ergenlik çağına geldiklerinde “iki kültür arasında“ kalıyorlar. Ne kendi anadillerini iyi biliyorlar, ne de yaşadıkları ülkenin dilini.
Anadilini evde hem konuşacak, okuyacak hem de yazabilecek bir şekilde öğrenmek neredeyse imkansız. Velilerin bu görevi yerine getirmeleri mümkün değil. Çünkü veliler ne eğitimci, ne de öğretmen. Bu görevi en iyi okullar ve öğretmenler yerine getirebilirler. Bir dili “doğru“ bir şekilde öğrenmek için, okulda verilen dil öğretimi şart.
Eğer anadil “doğru“ bir şekilde okullarda öğretilirse, hem aile arası kültürel çatışmalar yok edilmiş olur, hem de başka diller daha kolay bir şekilde öğrenilebilir. Bu etki çok önemli olmasına rağmen, birçok defa göz ardı ediliyor. Anadilini bilmediği için, kendi ailesine bile uyum sağlayamayan bir çocuk, topluma nasıl uyum sağlayabilsin?
Halbuki dilbilimcilerin yaptığı onlarca araştırmalar gösteriyor ki, bir dili öğrenmek için, öncelikle kendi anadilini iyi bilmek şart. “Evde anadilini konuşmak ve bu dili iyi bilmek, dolaylı yollardan başka bir dili öğrenmeyi kolaylaştırıyor. Yabancılara ´evlerinizde sadece Almanca konuşun!´ gibi tavsiyelerden şiddetle kaçınmak gerekiyor” (Baur, Meder: Zur Relevanz von kulturspezifischen Elementen bei der Entwicklung und Beurteilung von C-Tests für ausländische Schüler, 1989, s.133). Yapılan araştırmalara baktığımızda, Almancayı iyi bilenlerin, anadilini de iyi bildikleri ortaya çıkıyor.
Özellikle algılama gelişiminde anadilin önemli bir rolü var. Barth’ın yaptığı araştırmalara göre, anadil fonolojik kabiliyetleri etkiliyor. Kendi anadillerinden fonolojik beceriye sahip olan çocuklar, aynı beceriyi Almanca dilinde de gösterebiliyorlar (Barth, Gomm: Gruppentest zur Früherkennung von Lese- und Rechtschreibschwierigkeiten. 2004). „Buradan çıkan sonuca göre, fonolojik becerileri her iki dilde gelişmiş olan çocukların, okuma ve yazma kabiliyetlerinin daha yüksek olduğu ortaya çıkıyor“ (Özkurt, Akkus: Lese- Rechtschreibschwäche bei Kindern mit Migrationshintergrund, 2004).
Almanca dili entegrasyonun anahtarı olduğuna göre, bu dili daha kolay öğrenmenin yollarını aramak gerekiyor. Bu konuyla ilgili elbette birçok taslak ve plan hazırlanmış. Fakat en kolay, en basit ve en ucuz yol, kendi anadilini öğrenmekten geçiyor.
Bu nedenle Alman okullarında Türkçe dil dersinin verilmesini talep ediyoruz. Bunu vatansever veya milliyetçi sebeplerden dolayı değil, toplumsal ve entegrasyon sebeplerinden dolayı talep ediyoruz.