Tereddütler diyarında yol almak

İsmail BERK

Onunla bir seminer sonrası tanıştım. Risale merkezli bir gündemin sonunda, kendisini getiren bir arkadaşım tanıştırdı.

Tanışmamız ayak üstü oldu. Konuya hızlı girmiştik. Beyefendiyi takdim eden arkadaşım, onun Kürt edebiyatına aşinalığından, eserlerinden v.s. bahsetti.

Birazcık gerilmiştim doğrusu. Acaba ucu teröre kadar varan bir düşünceye gider mi? Yoksa salt bir Kürt edebiyatçısı mı?

Tereddüdümü yenmek ve demokratik tutarlılık gerektiren bir davet anlamında, iddialı bir cümle kurdum: “Kürtlerin şerefinden Said Nursi sorumludur.”

İlk cümlemi burada zikretmeyeyim. Onurlu bir geleceğin Said Nursi’nin reçetelerinde saklı olduğunu belirtince, “Çok ağır olmadı mı?” diye taaccübünü belirtti.

Bense, Kürtlerin Türkler karşısında referans olarak sunabilecekleri ve Türklerin kabul edebileceği Said Nursi seçeneği dışında ortak bir değer ve temsilin günümüz şartlarında olmadığını belirttim.

Ayak üstü sohbetin elverdiği bu kadardı.
Misafirler ve dinleyiciler dağılıyordu.
Beyefendinin görüşme isteği hasıl olmuştu, bu denli bir açık beyandan dolayı.

Demokratik temelli bir yaklaşımı ve kardeşliği esas almak kaydıyla müzakere kapısını açık tuttuk.
Sonraki görüşmelerimiz, birbirimizi anlama yönünde daha istifadeli geçti.
Ailesi seyitti. Doğunun sınır bir ilindeydi. Çocukluğu, Barzanilerin Irak’tan yayın yapan radyosunu dinleyerek geçmişti. 

İnançlı olduğunu, terörize Kürt siyasetine karşı olduğunu özellikle vurguluyordu.
Türk dili ve edebiyatını okumuştu, ama Kürt edebiyatı çalışmıştı.

Sol labirentlerde kulaç atmıştı. O çevrelerin sularında ilerlemiş, ailesinin dini hassasiyetleri onun iç dünyasında ağırlığını hissettirse de, 70’li yılların sol furyası ve devrimci gençlik modası, Kürtçeye ilgi duyan milliyetçi bir cazibe ile onu da sarmıştı. Sol geleneğin kuşattığı söylemin içinde  savrularak bu günlere gelmişti.

Said Nursi söz konusu olunca, kendini toparlayıp saygı dolu bir beyan ve özlem duygusu ile takdir etmesi ayrı bir insaf ölçüsüydü. Hakperestlik örneğiydi.
Maneviyatıyla arasına giren yıllara esefle bakıyordu. Yaşın erdiği bir kemalle daha sorgulayıcı ve saygılıydı.

Kemalist rejimin  tahrip edici  savrulmaları ile  sarsılmıştı, kendi değer sitemleri ile mesafeli bir sol çizginin halk-hak savunuculuğu  ikilemlerini dile getiriyordu.

Said Nursi’nin bakışındaki hüznün ve ciddiyetin kendisini çok etkilediğini, özellikle hisli dünyasını yansıtan bir iç duyarlılıkla paylaşıyordu.

Çevresinde bu tür entelektüelleri benimle tanıştırmak istediğini ifade etmişti.
Ben de, insani ve demokratik bir kabul ve eşitlik içinde Allah ile mesafe koymayan insanlarla görüşülebileceğimi ve Risale eksenli sohbete açık olmalarının gereğine değindim.

Onun da isteği, çorak büyüdükleri zeminin dışına çıkıp, çevresinin Said Nursi’ye yakınlaşmasını ve risaleyi gündemlerine alma arzusuydu.

Bu beyefendinin şahsında, hayatı, bölge etkisinde, iklimin ürettiği şartlarda büyüyerek geçen, sağ-sol eksende savrulmuş, milliyetçi sosa ekmeğini bandıra bandıra beslenen nice figürleri gözümün önüne getirdi.
***
Yukarıdaki profilden hareketle, hayatın seyri içinde çok farklı insan/fikir grupları ile görüşme zeminleri olduğunda, her defasında biraz daha hayıflanırım. Görevimizin hakkını veremediğimize dair... Kısırlaşmış gündemlerle imana susamış insanlara ulaşmada perde olduğumuza dair...

Ayrı profil konusu birkaç kesit daha aklıma geldi.
Mesela, son birkaç aydır Risale üzerinde Said Nursi’nin Türk milletine bakışını anlattığım “reis”in hayranlık ve biraz da ön yargılarının kırıldığı o zevkli yakınlaşmalar ise ayrı bir makale konusu.

Ya, sınırsız heveslerin “her şey olsun bitsin” tanımsızlığında gelişen özgürlük denemeleri, daha doğrusu söylemleri karşısında, batının o sefih kurgularına aldanan bireyci, hedonist kültürün tutsak ettiği ötekilere/dünyalıklara sarfettiğimiz insani cümlelerin uyandırdığı başkalaşım ve risale merakı?

Ayrıca bir demet türü karşılaştığımız/konuştuğumuz farklı akım/grupların Said Nursi’ye ilgisi ve tenkitle cehalet arası bir yerde, ya da bilmemenin getirdiği boşlukta merak uyandırıcı sohbet kıvamında sordukları zihin açıcı ve hayret uyandırıcı sorular karşısında artan sorumluluklarımıza ne diyeceğiz? Nasıl hazırlanacağız? Nasıl sistemli olacağız?

Şişlemeden, fişlemeden, ön/bön yargılarımıza yenilmeden, tecrübelerimizin kıskacına girmeden, tembelliğin dümenine dönmeden, fedakarlığı ve insafı ıskalayan bilginin tuzağına düşmeden nasıl Risale-i Nur gündemli olacağız?

Türkiye cemaati, 75 milyonu ile Risale iklimine daha müheyya ve iletişimin tevazu ve fedakarlığı içinde muhabbetle kucaklanmaya daha yakındır.

Çekirdek ve azınlığın azınlığı “kalile-i muzırra” ifsat komitelerini bozmanın başka da yolu yok.

Onun ağzını kullanan, ona aldanmış, hırsına ve hislerine yenilmiş olanlarla, şebekenin “dinsizlik cereyanın” şubesini ayırmak gerekir.

Biraz daha toplumla aramızda yükselen, bilhassa fikir grupları ile olan mesafeyi kaldırıp, risale tefekkürünü fark etmeleri için fedakarca ve sabırla tevazu içinde sadece ahiretlerine yönelik gündemlerle gündemi değiştirmek çok oyunu bozar.
Zor değil, nur oyunu bozacak. Çünkü elimizde topuz ve araçları yok. Nur, aydınlatır ve sarar.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (10)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.