(Senai’nin ilhamıyla)
Nerdeyse yarım asır. Yarım asırdır bu dünyadayım. Artık ölüm hiç de uzak değil. Bugün ölsem unutulmam ne kadar sürer acaba? Ölüme ne kadar da yakın hissediyorum kendimi. Belki biraz da gitmek istiyorum artık…
“İnsanlar anlaşıldı. Cihanın da sırrı yok” diyor şair.
Bugünlerde artık elli yaşıma doğru ilerlerken insanları da, cihanı da merak etmiyorum artık. Bence yeterince tanıdım hayatı ve insanları. Daha nereye kadar sürecek yıkılışlarımız ve aldanışlarımız?
Kendimi de tanıyorum artık biraz da olsa. Ne kadar çok yaralarım, korkularım, zaaflarım var biliyorum. Hele o takıntılarım.
İnsanın hiç yıllanmış takıntıları olur mu? Benim var. Yıllanmış takıntılarım var. Bitmeyen komplekslerim, önyargılarım var.
Pek çok şeyi yendim bu hayatta. Pek çok insanı. Bir tek kendimi yenemedim. Yaklaşık otuz yıldır kanlı savaşlar yaşıyorum kendimle.
Parayla aram hiç hoş olmadı bu hayatta. Kadınlarla da öyle. İstanbul sokaklarında beş parasız, aylak aylak dolaştığım çok oldu. Kadınların dilinden ne ben anladım, ne de onlar benim dilimden anladılar.
Bir başka gezegenden geldiğimi biliyorum. Onun için ne bu dünya, ne insanlar, ne de kazandıklarım hiç yetmedi bana. İtiraf ediyorum, bir türlü alışamadım günümüz insanlarının kurduğu bu hayata.
Zaaflarımı biliyorum. Günahlarımı, salaklıklarımı. “Ya Rabbim! Ne aptallıklar yapmışım ben bu hayatta” Elli seneye ne de çok yanlışlar sığdırmışım. Ne kadar çok “Keşke”lerim var.
Ya pişmanlıklarım! Dünyaya her daldığım, her dünyevileştiğim an için şimdi ne kadar da pişmanım. Ne kadar da pişmanım bana güzel öğütler veren o güzel insanları dinlemediğim için. Hayatın verdiği dersleri hep iş işten geçtikten sonra fark ettiğim için pişmanım.
Dünya bazen çok güldü yüzüme. Ben hemencecik kanıverdim. Allahtan ki darbeleri de hiç eksik olmadı. Ben gülen dünyadan çok, darbelerinden öğrendim ne öğrendiysem.
İnsanları çok önemsedim. Kitaplar yazdım tam beş tane. Üç yıldır yazmıyorum. Elli yaşıma doğru fark ettim ki insanlarla anlaşamıyorum bir türlü. Ve bir zamanlar yazar olmak için deli olurken, şimdi artık başkaları için yazmanın, kendi terakkimize nasıl da ket vurduğunu fark ediyorum.
Artık büyük bir yazar olmak istemiyorum. Bir çok konferanslardaki, panellerdeki alkışları da istemiyorum. Sadece hayatla, varlıkla ilgili derdi olan, meselesi olan dostlarla okumak, anlamaya çalışmak, müzakereler yapmak istiyorum. İnsanlara verecek bir dersim yok. Beraber öğrenmeye çalışmaktan başka bir bilgim de yok.
Sadece Allah’tan ve kendimden isteklerim var. Bundan sonra başkalarından bir şey istemeyeceğim.
Bu yazıda olduğu gibi dağınık bir adam olduğumu biliyorum. Dağıttığım da çok olur. Rabbimin toparlayan eli değmese darmadağın olacağımı da biliyorum.
Yazarlığın bir güzel tarafı da bu satırlar aracılığıyla herkesten helallik dileyebilmenizdir. Gıybetten, başkalarını konuşmaktan, kırmaktan nefret ederim. Kırmaktansa kırılmayı tercih ederim. Bütün kırdıklarımdan özür diliyorum…
Bir şeyde, bir sevgide, bir işte yarım kalmayı sevmiyorum. Ama öyle şeyler oluyor ki hayatta bir türlü tamamlayamıyorsunuz. Bir yerleriniz, bir şeyler hep eksik kalıyor ve sürekli acıyor.
Ne kadar da çok eksik kalmışım bu hayatta. Ne kadar da isteyip de yapamadıklarım varmış.
Ne kadar da çok iflas ettim bu güne kadar. Ne kadar da çok dibe vurdum. Ama bazen dibe vurmadan göklere çıkamazsınız değil mi? Onun için hiç korkmadım dibe vurmaktan. Bir sargıç gibi muallakta kalmaktansa çok korktum. Bazen Araf’ta kalmaktansa dibe vurmayı özledim. Çünkü anladım ki bu hayatta, kördüğümleri ancak dibe vurarak çözmeye başlayabiliriz. Dibe vurmadan çoğu zaman gözlerimiz açılmaz.
Terk edemediğimiz şeyin kölesi olduğumuzu da öğrendim bu hayatta. Bize acı verdiği halde terk edemediklerimizin nasıl putlaştırıldığını gördüm. Sahip olduklarımızın gün gelip bize nasıl sahip olduklarını biliyorum artık.
Acılarım vardı, hayal kırıklıklarım, yıkılışlarım. Ama ellisine doğru adım adım ilerlerken iyi ki yaşadım dediğim pek çok sınavlarım, pek çok kaybedişlerim de oldu. Bazı yitirilişlerin, mağlubiyetlerin, kazanımlardan çok daha fazla feyizler taşıdığını öğrendim.
Ve nihayet şimdi ellili yaşlara doğru, nefsani ve dünyevi beni öldürmeye çalışıyorum. Eski benin yasını da tutmayacağım. Kimseden hiçbir şey istemeyeceğim. İnsan yaşı ilerledikçe anlıyor ki, başkalarının beni anlamasını beklemek çok zaman alıyor. Ve nihayet hiç kimsenin sizi anlamadığını anlıyorsunuz sonunda.
“Bir kısmı sizi hiç tanımıyor, tanısa da sizi sevmiyor, sevse de size bir fayda vermiyor, daima hadsiz firaklardan ve ümitsiz dönmemek üzere zevallerden azap çekiyorsunuz” diyor Ebu La Şey.
Bundan sonra sadece kendimden ve Allah’tan isteklerim var. Sadece O’na doğru yürüme, O’nu arama, O’nun deli divanesi olmayı istiyorum.
Allah için terk etmenin özgürlük olduğunu, ancak dibe vurunca anladım!