Nimetlere vaktiyle ve hakkıyla şükredemedik. Dualar ettik. Hep dünyevi maksatlar takip ettiğimiz için neticesiz kaldı. Halbuki “ibadet ve duanın sebebi ve neticesi emir ve rıza-i İlâhîdir, fâidesi uhrevîdir.” İbadetlerimizi battal ettik. Biz dua edelim Rabbimiz aynıyla versin dedik. Yanlış yaptık. Kendi vazifemizi unutup Cenab-ı Hakkın vazifesine karıştık. Cenab-ı Hak hikmetine uygun düşerse verir, düşmezse vermez. Elbette duamızı da cevapsız bırakacak değil. Dünyada vermezse ahirette verir. Asıl hayat burası değil ki… Zaten dünyada neler vermemiş ki… Hangisinin şükrünü eda ettik? Üstelik zulmümüzle ve isyanımızla gazabını celb ettik. O da şimdi bizi terör belasıyla tokatlıyor, sıkı bir imtihandan geçiriyor.
Hiç kimse “ben masumum, benim kusurum yok, isyan da etmedim” diyemez. Herkesin bir parça hissesi var. Karnını doyuran, barınacak bir mesken bulan ve bir de ayağını yerden kesen araba temin eden başkasını unutuyor. Ufak ufak başlayan kötülüklerin topluma yerleşmemesi için ne önlemler aldık? Hiçbir şey… “Neme lazım” dedik. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” dedik. İyiliklere yönlendirmeyi, kötülüklerden de alıkoymayı unuttuk. Hepsine gülüp geçtik. Doğru dürüst buğz bile edemeyecek kadar gaflet içine daldık. Sonuçta günahlar umumileşti, sıradanlaştı, hatta neredeyse fazilet sayılmaya başlandı. İyi hırsız, mübarek terörist, ahlaklı katil diyecek hale geldik.
Helal mala ve rızka, hile ve haram karıştırdık, suistimâl, rüşvet ve zulüm yaparak terörü besledik. Bu milleti “Sen çalış ben yiyeyim, Ben tok olsam başkası açlıktan ölsün bana ne?” gibi şeytanca düşüncelerin hâkim olduğu bir ortama sürükleyerek ihanetlerin en büyüğünü yaptık.
Bir yandan da İslam dünyasını alev topuna çeviren göbekli baronların, harıl harıl silah satmalarına, diğer yandan da doğal kaynaklarımızı sömürüp yok etmelerine göz yumduk. Batı’nın aptal reçetesine rıza gösterdik. Kendi reçetemizi açıp hiç bakmadık. Denize düştük ve bu yılanlara sarıldık. Zehirlerini ne kadar da kolay şırınga ediyorlar değil mi? Halimize bile ağlayamayacak kadar sersemledik.
Bu utanılacak bir durumdur, zalimliktir, aymazlıktır. Kâinat, yeryüzü, canlı cansız varlıklar bile bizden şikâyetçi farkında değiliz. İnsanların dilinden anlamayan, dertlerini dinlemeyen, diğer varlıkları nereden anlayacak? Onların hal dilleri neler der, nereden bilecek? Onlar da azap çekiyorlar. Ah bunları bir bilebilsek Cenab-ı Hak’tan bir şeyler istemeye yüzümüz kalır mı acaba?
İçten ve dıştan destekli bu terör musibeti yüzünden masumların canları yanıyor, canları alınıyor, yurtlarından ediliyor, sefalete sürükleniyor. Bu nasıl bir insanlıktır?
Bu dünyada imtihandayız ve imtihanı kaybediyoruz. Bu dünya kime kalmış ki ebedî yaşayacakmış gibi aç gözlülük ediyoruz. Dünya hırsı gözlerimizi kör etmiş. Bu zarar bir gün köşelerinde rahat rahat oturanlara dokunacak.
Dünya herkes için ehemmiyetlidir, eğer hak, hukuk, adalet, hürriyet, doğruluk, bizi birbirimize sevdirecek nuranî bağlar var ise… Yoksa ne ehemmiyeti var? Dünya birçoklarımız için zaten zindana dönmedi mi?
Bizim kurtuluş reçetemiz başucumuzda süslü kılıflarda asılı duruyor. Açıp bakmıyoruz. Okumuyoruz. Okusak bile amel etmiyoruz. Kıvrak yalanlar, rüşvetler, hileler, haramlar daha tatlı geliyor herhalde.
Ama bu böyle devam etmez. Mutsuz, acı çeken, zulüm gören insanları gördükçe içimiz parçalanıyor. Üzülerek elleri koynunda beklemek de ancak acıyı artırmaya yarıyor.
Bu belayı defetmek ve zindana döndürülen yurdumuzu cennet bahçesine çevirmek için acilen yapılması gerekenler şunlardır:
- Herkes hata ve günahlarından bir daha dönmemek üzere vazgeçilmeli, haksızlıktan, yolsuzluktan uzak durmalı,
- Samimi bir şekilde ağlayarak, hazinâne yalvararak, pek ciddî nedamet, tevbe ve istiğfar etmeli,
- Sünnet-i seniyye dairesinde, bid'alara karışmadan, şeriatin tayin ettiği tarzda dergâh-ı İlâhiyeye iltica etmeli, dua ve o hale mahsus ubudiyetle mukabele etmeli,
- Kardeşlik ve yardımlaşma gibi güzel hasletler tesis edilmelidir.
Aksi halde rahmet yerine terör belası yağar ve biz ağlamaya, acı çekmeye devam ederiz. Başta masumlar olmak üzere hepimiz zarar görürüz maazallah.