Sevmediği adama sevabını vermek kendinle çelişmek değil mi? Diri adam, ölü eti hatta insan kardeşinin etini yer mi? Açlık mı sefihlik mi yapılan?
Akıl neredesin?
Zelil kişiliğin alçak silahı kişiyi daha da küçültmez mi? Feraset yok musun? Gittin mi bizden?
Kalbi karartan, ruhu ağırlatan cürme cesaret nereden gelir? Ne konuşkan şu nefis, sanki avukat! Cehaletinden bilmiyor ki fazladan her kelime aleyhinedir.
O kadar cesursan kusurlarını konuş, eksiklerini dök ortaya!
Kimde o dirayet?
Siyaset gibi bulaşıcı bir hastalık o; şimdilerde sanallaştı, sıradanlaştı ve alışkanlığa dönüştü! Alışkanlıkları bırakmak, yerini iyisini yerleştirmek büyük gayret gerektiren bir ameliye; kim rahatını bozmak ister?
Ana motor siyaset olunca genel şekillenme de o muvacehe üzerine devam ediyor; karşıtlık, çarpışma, yıkıcı tenkit netice; mezbaha görüntüsü!
Duyuyor olsaydık o kokuyu yaşayabilir miydik? Misk diye onu satmak; ticari ahlak ne diye bozuk?
Dediğim doğru! Ya yalan olsaydı! Cürüm içre cürüm; çürümüşlüğün salyaları... Burnunu tıka, kulağını kapa, gözünü çevir, ayağını denk al, eline sahip ol!
Nereye kadar? Yapabildiğin kadar, kaçabildiğin kadar; bittiğin yerde Rahman’a iltica et. Hidayet O’ndan, tevfik O’ndan, bütün işler O’na dönüyor çünkü.
Her günde bunları yenileyerek tekrar ede ede gün olur kemalat yolunda ilerlenilir; tiksinti gelir o cürmü işlemeye, öylesi ortamlarda sıkılır.
Nefis bu boş vermeye gelmez; ondan gaflet, şeytan yandaşı oluverir bir anda.
Sevap dağıtıcılığı ters işleyen cömertlik; kişiyi manen müflisliğe kadar götürür. Sevmediğin bir adam varsa bırak kendi haline; hatta yapabilirsen onun ve kendin için hayır duada bulun!
Bunu da yapamıyorsan sus!
Bazen oluyor sussan olmuyor, konuşsan olmuyor! Vakıa hayatın içinde yaşıyoruz...
İrade terbiyesiyle her günde eksik bir şeylerini fark edip telafi yoluna gitmek ve böyle böyle günleri geçirmek; bizden istenen bu olmalı; akıl rehberliğinde kalp mürşitliğinde yükselmek.
Gün bu gün!