Birinin yaptığı iyiliğe teşekkür ihmali eğer vicdan varsa insanı şişirir, uykularını kaçırır. İşte bunun için teşekkür ihmal edilmemeli. Şükürsüzlüğün illetinden kurtulmamak, kaçak bir hayatı yaşamak demektir! Başta Habib-i Ekrem'imiz (sav), sahabeler ve Allah dostlarının hayatları mün'im-i hakikiye nasıl teşekkür edilmesi gerektiğini göstermektedir.
Hakiki imanı elde eden insanlar, yapılan iyiliği ve ikramı asla unutmazlar... Sabah uyanmak bir ikramdır kaslarımızın aldığı komutlara göre çalışması bir ikramdır; nefes almak, konuşmak, yiyip –içmek, anlamak, düşünmek, ağlamak, gülmek bir ikramdır. Gözümüzü açtığımız andan itibaren başımızdan yağmur gibi ikram yağıyor… Hatta uyuyabilmek ikramdır; rüya görmek, akciğerlerin, dolaşım sisteminin gece mesaisine kalması çok daha büyük bir ikramdır. Hiç endişe etmeden, korkmadan uyuyabilmek, şükrün zirvelerini gerektiren ikram değil de nedir? Bir de iki büyük özel ikram, bizlere özel kutularında – korumasında sunulmuştur: Biri beyin, diğeri kalp. İkisi de bir an vazifeden ayrılsa; bütün vücut karanlığa düşer, ruh kendi özel kılıfını alıp, çekip gider.
Düşünüyorum da: Devletler ve kurumsal firmalar, iş yemeklerini başarıların devamı olmasın, daha az verim olsun, hatta mümkünse hiç başarı olmasın diye vermezler; tam tersi olması için yemek ve ikramda, ödülde bulunurlar… İş yemekleri motive etmek herkesten başarı elde etmek içindir. Allah, imtihana – çalışmaya gönderdiği biz kullarına daima iş yemeği veriyor; performans ve başarı yükselsin, şevke gelinerek daha çok şükredilsin diye ama bazı insanlar iş yemeğini yiyip, tembelliğe ve hainliğe devam ediyor... İş yemeğine rağmen hainlik edenlerde affedilmez! Ruhlar âleminde söz verildiği ve envai çeşit ikramlarla iş yemeği verildiği halde hainliğe devam etmek; ibadetten kaçmak, mutlak cezayı gerektiriyor. Allah’ın muhteşem ikram sağanağında ancak nankörlük şemsiyesi kullananlar ıslanmaz ve şükretmezler…
Rezzâk-ı Kerîmin çeşitli ihsanlarına karşı ömrünü teşekkürle dolduran Bediüzzaman: “Madem El-insan abidül-ihsan sırrıyla, herkeste ihsana karşı perestiş var. Elbette, böyle hadsiz ebedî ihsânâta karşı, kâinat kadar bir kalbim olsa, o ihsana karşı muhabbetle dolmak iktiza eder ve doldurmak isterim.” Diyor. İnsan kendine iyilik ve lütufta bulunanı tanımak ister. Öyle ise hakiki ihsanda bulunanı tanımak – sevmek ve bizden beklediği nedir bilmek insan olmamızın gereğidir. “İnsan ihsanın kuludur” ama hakiki nimet verene kul olmalı; sebeplere değil. Yine Bediüzzaman: “Muhabbetullah, ittibâ-ı Sünnet-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâmı istilzam eder. Çünkü Allah'ı sevmek, Onun marziyâtını yapmaktır. Marziyâtı ise, en mükemmel bir surette zât-ı Muhammediyede (a.s.m.) tezahür ediyor. Zât-ı Ahmediyeye (a.s.m.) harekât ve ef'alde benzemek iki cihetledir.
Birisi: Cenâb-ı Hakkı sevmek cihetinde emrine itaat ve marziyâtı dairesinde hareket etmek, o ittibâı iktiza ediyor. Çünkü bu işte en mükemmel imam, zât-ı Muhammediyedir (a.s.m.)
İkincisi: Madem zât-ı Ahmediye (a.s.m.) insanlara olan hadsiz ihsânât-ı İlâhiyenin en mühim bir vesilesidir; elbette Cenâb-ı Hak hesabına hadsiz bir muhabbete lâyıktır. İnsan, sevdiği zâta eğer benzemek kabilse, fıtraten benzemek ister. İşte, Habibullahı sevenlerin, Sünnet-i Seniyyesine ittibâ ile ona benzemeye çalışmaları kat'iyen iktiza eder” diyor.
Yüce Rabbimizi tanımak, sevmek ve itaat çok güzel. En güzeli ve kabule karini ise Hz. Peygamberimiz gibi tanıyıp, Onun gibi itaat etmek ve sevmeye çalışmaktır. Eğer Hz. Peygamberimiz (sav) olmasaydı; Allah'ın bize verdiği nimetler karşısında nasıl teşekkür edeceğimizi bilemezdik... Sadece bize teşekkür şeklini öğretmesinden dolayı gece – gündüz Peygamberimize ‘salat ve selam’ etsek, yinede azdır. İşte bunun için bize şükrün – teşekkürün şeklini öğreten ve her zerresi şükür dolu olan Hz. Peygamberimize sonsuz teşekkürler ve salat olsun, hayatı hayatımıza rehber olsun…