Tevbe kusurlarınla barışmaktır

Ahmet AY

"Hepimiz, tabağın kenarından yürümeye çalışan sinekler gibiyiz. " Virginia Woolf, Pazartesi ya da Salı'dan...

Yakınlarda farkettim: Allah 'subhaniyetini/kusursuzluğunu' hatırlattıkça aslında kullarını teselli ediyor. Ne demek bu? "Subhanallah!" demeye ihtiyacımız var. "Subhanallah!" dedikçe rahatlıyoruz. Allah'a bir hediye vermiyoruz bunu söylemekle. Hakikati söylemekle Allah'tan hediyeler alıyoruz. "Kusursuz olan yalnız benim. Sizler yaratılmışsınız ve dolayısıyla kusura açıksınız. Öyle değilmiş gibi davranarak kendinizi hırpalamayın!" demek de var 'tesbih'in içinde. Bir normalleşme bu insan için, farkedebilirse. Kibrini yenebilirse. Aslına dönebilirse. 'Ben buyum' diyebilirse. Ne demek bu? Yalnız onu 'subhan' bilmek aynı zamanda kendimizi bu iddianın dışında bırakmaktır. 'illallah'tan önce 'la ilahe' demek gibidir. Öyle ya! "Allah'tan başka ilah yoktur!" diyen önce kendi sırtından bu yükü atar. İlahlık yükünü Malik-i Hakiki'ye bırakan az mı rahatlar?

"Senin bu hataları yapabileceğini biliyorum. Kusursuz olan yalnız benim. Affıma sığın... " cümlesi de saklıdır tesbihte. Kur'an'da ne güzel ifadeleri var bunun! Bir tanesi şu bence: "Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez. " Ben bu meali şöyle de anlarım: Kusursuzluk iddiasına girme. Neden boşyere yoruluyorsun? Aslını itiraf ile Rabbine kaç. Orada 'kendi olmakta rahat bir varlık' bulacaksın. Hem Rousseau da Yalnız Gezerin Hayalleri'nde demiyor mu: "Hangi durumda olursak olalım, bizi mutsuz eden kendini beğenmişliktir. O susup da aklımız konuştuğunda, kaçınmamız mümkün olmayan tüm mutsuzlukların tesellisini buluruz. " Demek sırtımızdaki yükün çoğu o veya ondan: Taşıyamayacağımız yüke kendimizi layık bulmamızdan.

Yazılarımın tartışılmasını severim. İnsanların yazdıklarımdan ve dolayısıyla benden hoşlanmamasını da severim. ("O zat müşteridir ki, ilişmiş... " diye düşünürüm bazen. Bazen "Aman bunun 'esir alıcı' muhabbetinden zaten Allah'a sığınmalı... " derim. ) Çürütülmeyi de severim. Eğer bu çürütme işlemi sağlam delillerle ve sağlam bir üslûpla yapılmışsa daha çok sevinirim. Çünkü çoğu zaman yazarken aslında kuyuya taş atan deli oluyorum. Ve yüz akıllının hepimizin hayrına çıkarmalarını bekliyorum.

Hakikati istiyorum. Öğrenmek istiyorum. Bütünün daha keşfedilmemiş köşelerini görmek istiyorum. Delileri, Allah, 'akıllılar dalga geçsinler' diye yaratmamış; topluma kattıkları dengesizlikle diğerlerini tekrar denge arayışına soksunlar diye yaratmış. Delilik bir zıtlıktır ki, zıttına varlığını hatırlatır. Her zıtlık zıttına bir hatırlatmadır. Hatırlatma her gafletin ilacıdır. Kıymetini bilsen, İblis'i yaratana teşekkür edersin bu nimeti için. Yani İblis'le sana öğrettiği sorular ve sığınmanla lütfettiği cevaplar için. Şems sûresinde gördüğümüz bir sırdır şu: Allah, 'yalnız takvayı' değil, 'fücuru ve takvayı ilham eden'dir.

Elbette herşeyin bir yolu/yordamı var. İnsanlar çıkarsınlar diye kuyuya elbombası atacak değiliz. Yıkmaya değil, yapmaya ve bulmaya çalışıyoruz. Bütünden cerbezeyle bir parçayı koparıp ona sahip olmaya çalışmaktan Allah'a sığırınız. Yıkıcı insanın tabiatı böyledir. Nasıl söylemeli? 'Kuru üzüm çubuğu' demek tasannu değil. Daha önce de dedim: Bu bir tevhid ve gayba iman cümlesidir. Suyu kendinde bitirmeme cümlesidir.

Tüm ıslaklığının içinde kendini kuru bilmek ve bulmak ileride daha ıslak şeylerin vücuda geleceğini umut ettiğini gösterir. Son olmadığını, Ahir olanın Allah olduğunu bildiğini gösterir. Kadîr-i Mutlak olduğuna, senden daha sulu şeyleri de yaratabileceğine iman ettiğini gösterir. Neden herkes tevazuyu tasannu sanıyor? "Öyle değil, ama öyleymiş gibi yapmış. " Pardon fakat abiler/ablalar, herkes bizim kadar numaracı olmayabilir. Gerçekten öyle olduğunu düşünüyor olabilir. Hatta gerçekte de öyle olabilir.

Eğer kendini bütünün sahibi ve nihayeti gibi değil, bütünün parçası ve belki de bidayeti/başlangıcı gibi görürsen, en azından 'bir parçasıyım' dersen, rahat edersin. Fıtrî olan rahat ettirir. Yaratılışın bunun üzerine. Allah kainatı ve zamana yayılmış bütün kainatları şeriksiz yaratmış. Bütün onun. Ancak onun. Yalnız onun. Hep onun.

Tevhid ne demek? Tevhid, "Şunu Allah yarattı, şunu da Allah yarattı, sonra şunu da Allah yarattı... " diye bir zinciri fethetmek değil. Tevhid, kendini aradan çekip (kendi 'mış gibi' mülk algını aradan çekip), geri kalanı, yani bütünü, kendin de içinde, Allah'a bırakmaktır. (Kuşattığın kadarıyla değil, kuşatamadıklarını da içine alan bir teslimiyetle bırakmaktır. ) O zaman sen bir bütünün ancak parçası olursun, müstakil olamazsın. "(... ) nefis, kendini serbest ve müstakil ve bizzat mevcud bilir. Ondan bir nevi rubûbiyet dâvâ eder. " Hataların bu müstakil sanmalarla başlıyor.

Hep sorarım kendime; acaba Allah Resulü aleyhissalatuvesselam, müminleri 'bir binanın tuğlaları gibi' tarif ettiğinde kastettiği yalnızca kardeşlik mi? Yoksa eşyaya bakışlarını da mı kastediyor? 'Bir binanın tuğlaları gibi' olmak, 'bir makinenin çarkları gibi olmak' veya 'bir asmanın parçaları' gibi olmak. Nereye denk geldiği önemli değil, isterse kuru çubuğu olsun. Bütüne dahil ve dair olsun yeter. "İman bir intisabdır. " Bağlansan yeter. Hiçbirimiz bütünün sahibi değiliz, ama hayat da bütünle birlikte güzel.

Yazma meselesine geri dönelim: Yazılarıma veya yazılanlara, hiçbir zaman, 'herşeyin sonunu getirmişler' gözüyle bakmam. Hiçbir beşerî söze öyle bakamam. Son bizim olamaz, Ahir olan Allah'tır. Ama 'birşeyin parçası olabilmişler mi' şansı tanırım. Kuyuya taş atan delinin yerinde olmakla olsun, bu kadarcık olsun, bir işe yarayabilmişler mi? Bazılarımızı Allah 'sorsunlar' diye, diğer bir kısmımızı da 'cevap bulsunlar' diye yaratmış olabilir. Ve bana da 'sormak' düşmüş olabilir.

Bu hakikate uyandığımdan beri daha sık ve rahat yazıyorum. Bir cevap arıyorum. Kendi muhakememe de çok güvenmem, hafızama da. Google bakmadan yazabildiğim kaç yazı vardır acaba? İki cümlem düzgünse, bir tanesinin beli kırıktır, olabilir. "Böylesin!" derlerse, buna da itiraz etmem. Parçalarda olur böyle şeyler. Parçalık bu kusurları kaldırır. Parçanın mükemmel olması gerekmez. Tevbe de zaten parçanın yüzünü tekrar bütüne ve gayesine dönmesidir biraz. Tekrar uyumla dahil olmasıdır yaratılış amacına/sürecine. Tıpkı tören yürüyüşünde adımlarının sırasını karıştıran askerin yaptığı gibi.

Beni hiçkimse okumayabilir veya sevmeyebilir. Öldüğüm gün, belki ondan da önce, ismim insanlarca unutulabilir. Yazdığım cümlelerden hiçbirisi bir sonraki güne de çıkmayabilir. Fakat en nihayet Allah'ın huzuruna gittiğimde acaba Rabbim bana 'Ol!' emrinin içinde işgal ettiğim yer için "Bir işe yaradın!" buyuracak mı? Ah, onu bir duysam, bir bilsem ki bir işe yaradım, teveccühlerinizin topuna "Yürü git!" diyebilirim.

Bu meselede, kendi kelimelerimle fakat, Mevlana Celaleddin (k. s. ) efendim gibi düşünüyorum: "Ben parça oldum, ben parça oldum, ben parça oldum! Eller bütüne sahip olmakla şâd olur, ben bütününe parça olmakla şâd oldum. " Subhanallah! Subhanallah! Subhanallah! Bütünün sahibi sensin. Bütünün kusursuzluğu senindir. Ben ancak yarattığın bir parçayım. Parçalığımın kusurlarından senin 'subhaniyetine' sığındım. Kendi tefekkürümdeki hatalardan sana tevekkülüme sığındım. Bütünün maksadı olan hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) hürmetine beni affet. Adımlarımı onun adımlarına göre düzelt. Âmin.

 

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.