Tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder

DKM’de tevekkül konulu üniversite semineri yapıldı

Ömer Faruk Kaya'nın haberi
RİSALE HABER

Dkm’de gençlerin konusu, “Tevekkül” idi. Semineri hukuk fakültesi öğrencisi Mehmet Güden sundu. Başlıklar şöyleydi; “Tevekkül Kavramı”, “Tevekkül-İman-Kader İlişkisi” ve “İslam’da Tevekkül Anlayışı”.

Tevekkülün ıstılâhî anlamı ise: "Kişinin, şartlarını yerine getirerek, işlerini Allah-ü Teâlâ`ya bırakması bir işe başlarken sebeplere yapıştıktan sonra O`na güvenmesi; kalbin, her işte Allah`a îtimat etmesi, güvenmesidir."

Risale-i Nur’da şu cümleler geçmektedir: “Tevekkül esbabı bütün bütün red etmek değildir. Belki esbabı dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek; esbaba teşebbüs ise, bir nevi dua-i fiili telakki ederek; müsebbebatı yalnız Cenab-ı  Hak’tan istemek ve neticeleri  ondan bilmek ve ona minnettar olmaktan ibarettir.”    

İman-Kader-Tevekkül İlişkisi

Kadere imanın, imanın şartlarından olduğunu söyleyen Güden,  kaderin hali ve vicdani olduğunu söyledi ve kader ilim nevindendir, kişi bir şeye zorlamaz. “Böylece kader inancı, kişiye sorumluluk duygusu kazandırır. Kader inancı bize, kainatta her şeyin bir plan dâhilinde bir gayeye yönelik olarak var edildiğini, her şeyin bir sebebi olduğunu öğretir. Hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine inandigimiz için başımıza gelen olaylardan şekva etmeyiz” ve şöyle dedi,  “Risale-i Nur’da “Mü’min, her şeyi, hatta fiilini, nefsini Cenab-ı Hakka vere vere, ta nihayette teklif ve mes’uliyetten kurtulmamak için, cüz-i ihtiyari önüne çıkıyor, ona “Mes’ul ve mükellefsin”der. Sonra, onda sudur eden iyilikler ve kemalat ile mağrur olmak için kader karşısına geliyor, der:” Haddini bil, yapan sen değilsin.”

“Kader imanın şartı ve tevekkül imanın gereğidir. Üstad (r.a) imanın nur ve kuvvet olduğunu  izah ettiği yerde imanın insana “tevekkül” ile kuvvet verdiğini anlatır. Çünkü “İnsan zayıftır; belâları çok. Fakirdir; ihtiyacı pek ziyade. Âcizdir; hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelâle dayanıp tevekkül etmezse ve itimad edip teslim olmazsa, vicdanı daim azap içinde kalır. Semeresiz meşakkatler, elemler, teessüfler onu boğar. Ya sarhoş veya canavar eder.”   Kadere iman Allah’a güvenmeyi sağlar. Allah’a güvenmek ise ancak tevekkül ile olur. Tevekkül ve Kader arasında böyle sıkı bir bağ vardır. İmanımız bize bir emniyet verir. Sebepleri yaratanın O olduğunu bildiğimiz için sıkıntıya düşmeyiz. Kendisine düşen işi yapan yani  yaratılışa, yaratılış  kanunlarına, kainattaki düzene uygun hareket eden, işini  düzgün, amelini doğru yapan, işini  Allah’a havele edip tembellik etmeyen bir kul hem dünyada hem ahirette mes’ut ve bahtiyar olur. Çünkü bize düşen çalışmayı değil, sonuçları Allah’a havale etmek tevekküldür. Yani tevekkül etmek ve kadere inanmak ,tembellik, gerilik ve miskinlik demek olmadığı gibi çalışma ve ilerlemeye mani  değildir.”

Bunları  birkaç örnekle açıkladıktan sonra Cebriye ve Mutezile ekolleri ile ilişkisine değindi. Her iki görüşün de yanlış ve Ehl-i Sünnet ve’l Cemaate aykırı olduğunu söyledi. Cebriye’ye göre hareket eden biri, “ben çalışsam da çalışmasam da aynı” diyerek Allah’ın koyduğu kanunlara, sebeplere riayet etmemiş olacak. Mutezile’de ise sonucu Allah’a bırakmayarak, ağır yükleri kendi zayıf başına ve beline yüklenme belasına düşecek.

Ardından Risale-i Nur’da geçen şu cümle paylaşıldı: “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyn-i  iktiza eder.”

“Biz bize düşenleri yerine getirmeden Rabbimizin bilgisini sorgulamaya çalışıyoruz ki, bu çok yanlıştır. Bir müteahhit kendisine düşen vazifeyi tam anlamıyla yerine getirmez, ev yaparken malzemeden çalar, binayı gerektiği gibi konulan kanunlara göre yapmaz, sonra bina yıkıldığı zaman “ne yapalım kaderimiz böyleymiş” diyerek işin içinden çıkmak ister. Bu doğru mudur? Asla doğru değildir. Çünkü müteahhit kendisine düşeni yapmamıştır ve sorumluluğu kadere atmakla sorumluluktan kurtulamayacaktır. Bir öğrenci gereği gibi dersine çalışmayıp sonuçta başarısız olur ve “ne yapalım kaderimize razı geleceğiz” derse yanlış söylemiş olur, Çünkü öğrenciye düşen çalışmak idi. Çalışmadığından dolayı sorumluluktan kurtulamaz. Çünkü bize düşen sebeplere sarılmak idi. Sebeplere sarılmadığımız için asla sorumluluğu kadere atamayız. Sebeplere sarılmak yerine hep hatayı kadere yüklemek hatalarımızdan ders çıkarmamamıza ve nihayetinde dünyada ahirette de kaybetmemize sebep olacaktır.”

İslam’da tevekkül ve çalışmanın önemi

“Bir insanın gerek şahsıyla ilgili konularda, gerek aile işlerini idârede; sağlık konularında; bir tüccarsa ticari ilişkilerinde veya bir memursa resmî işleri etrafında, kısacası hangi meslektense ona göre iş ve gücünün her gün çeşitlenen pürüzleri karşısında, işler ne kadar hesaplı tutulursa tutulsun, yine de insanın karşısına hiç hesapta olmayan şeylerin çıktığı görülür. Alınan tedbirler, yapılan istişâreler hatır ve hâyâle gelmedik nice sebepler yüzünden hükümsüz kalabilir. İşte bu sebeplerden dolayı, isteklerimize ulaşmak için elimizden gelen bütün gayreti sarf ederek çalışıp çabaladıktan sonra, ilerisi için telaş ve heyecana kapılmayarak, bütün sebepleri emir ve fermânı altında tutan Allah-ü Teâlâ`ya tevekkül etmek gerekir.

Çalışmanın ve sebeplere yapışmanın ihmâli tembellik demek olduğuna göre, tevekkül ile tembellik arasında bir zıtlık vardır.

Yoksa hiç çalışmadan bir işin oluvermesini istemek, kendinin yapması gereken şeyleri Allah'tan beklemek, tevekkül değildir. Müslüman'a yakışmayan yanlış bir düşüncedir.

Devesini dışarıda bağlamayıp salıveren ve Allah'a tevekkül ettim diyen bir kişiye Peygamberimiz (s.a.s.) Efendimiz şöyle buyurdu: "Önce deveni bağla, sonra tevekkül et.” Peygamberimizin(a.s.m) bu sözünden anlaşılıyor ki Müslüman önce elinden geleni yapacak, sonra Allah'a tevekkül edecektir.

Sevgili Peygamberimiz (a.s.m), helâl kazanç aramanın farz olduğunu bildirmiştir. Dinimiz, çalışmaya büyük önem vermiş, helâl kazanç sağlamak için çalışmayı ibadet olarak değerlendirmiştir.

Çalışan insan hayırlı insandır. Çünkü, insan çalışmakla hem kendisine, hem de ailesine  yararlı olur. Peygamber Efendimiz(a.s.m): "İnsanların hayırlısı, insanlara yararlı olandır”. buyurarak bu gerçeği açıklamıştır.

Tevekkülün çerçevesi ve sınırları şu şekildedir: "Tertibi mukaddematta tefviz, tembelliktir." hükmünün manası; bir şeye ulaşmakta vasıta olan sebeplerin terk edilip, Allah’a havale edilmesine denilir ki, bu da tembellikten başka bir şey değildir.

Terettüb-ü neticede tevekkülün manası ise insan kendine düşen kısmını tamamıyla yaptıktan sonra gerekli tüm sebepleri yerine getirdikten sonra artık neticeyi Allah'tan beklemek gerekir; işte buna tevekkül denir. Onun için sebeplerde değil, neticede tevekkül etmek gerekiyor.

Tevekkül meselesinde en tehlikeli durum, tevekkülü yanlış anlayarak tembelliğe düşmek, vazifesini yerine getirmemek ve bunun sonucunda da başarısızlığa uğramaktır.”

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.

Nur Talebeleri Haberleri