Mustafa Armağan'ın yazısı
"Çocuklar! Bugünkü halinize bakarak kendinizi küçük görmeyin. Yarının önemli insanları sizler olacaksınız. Sizden büyük hizmetler bekliyoruz. Bu okulları büyük ümitlerle açtık. Değerini bilin, çok çalışın; iyi bilgilerle ve geniş bir ilmî birikimle yetişin."
1951 yılında Kayseri İmam-Hatip Lisesi'nde öğrenci olan Yusuf Karaca, zamanın Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri'nin okullarında yaptığı şevklendirici konuşmayı böyle aktarır. Diğer okullar tarafından aşağı görüldükleri bir zamanda Milli Eğitim Bakanı'nın trenden iner inmez başka hiçbir okula uğramadan imam-hatip lisesini ziyaret etmiş olması, vefatının 49. yıldönümünde İleri'yi farklı bir yere koymamızı gerektiriyor.
Oğlu Cahit İleri anlattı. 27 Mayıs'tan sonra tutuklanıp Harp Okulu'na kapatılan Tevfik İleri'nin arkadaşları, endişeyle neler olacağını tartışıyorlarmış. Bir ara odadan bir horultu sesi duyulmuş. Etraflarına bakınca sesin uyumakta olan İleri'den geldiğini fark etmişler. Derhal uyandırmışlar. Herkesin can derdine düştüğü bir sırada nasıl olup da uyuyabildiğini sormuşlar kendisine. O gayet rahat 'Tam 10 yıldır omuzlarımdaki ağır yükler sebebiyle bir gece bile rahat uyuyamamıştım. Şimdi artık o yük omzumda değil. Bırakın da şöyle rahat bir uyku çekeyim.'
Arkadaşı Atıf Benderlioğlu anlatır. Tevfik İleri Yassıada'da hapistedir. Namazını orada da bırakmayan İleri, seccadesindeyken, içeriye bir subay girer ve "O bilmem ne çocuğu Tevfik İleri nerde?" diye bağırır. Namaz kılmakta olduğunu söylerler. Subay onu namaz kılarken görünce tekmelemeye başlar. İleri istifini bozmaz. Tekmeler altında secdeye gider, rükua varır, selamını verir, duasını tamamlar. Subay attığı tekmelere zerre kadar kıymet vermeyen bu mümin karşısında çılgına dönmüştür. 'Be adam', der, 'bela mısın, nesin? Seni öldüreceğim, bir şey söyle!' Merhum İleri ağır ağır başını çevirir subaya ve 'Asıl bela, belayı gönderenden gafil olmaktır' der. Olayı aktaran Agâh Oktay Güner'in dediği gibi "velayet makamında" söylenebilecek bir sözdür bu.
Tevfik İleri bir Yassıada şehididir. Zulüm adasında müebbet hapse mahkûm edildikten sonra Kayseri Cezaevi'ne götürülür, orada kansere yakalanır, yine de serbest bırakılmaz. Sonuçta Ankara Hastanesi'nde tedavi görürken vefat eder. Tarih, 31 Aralık 1961'dir. Hatta cenazesi kaldırılırken onu seven bir hemşire biraz 'fazla' ağlayınca sorguya çekilir. Neden ağladığı sorulunca "Ben mesaim ile idareye bağlıyım" der hemşire, "duygularımla değil."
Türkiye'nin hızla bir darbe zeminine doğru çekildiği günlerde (15 Ocak 1960) Bayındırlık Bakanı Tevfik İleri'nin basına Boğaz Köprüsü projesinin geldiği noktayı bizzat köprü maketinin önünde izah ettiğini okuruz:
"Haziran ayında temel atıyoruz, en geç 3 yıl içinde ikmal olacaktır. 1963 yaz aylarından itibaren Asya-Avrupa arasında trafik bu köprü üzerinden yapılacak, DP Türk milletine devasa eserlerinden birini daha takdim etmiş bulunacaktır."
Öte yandan devrin ateşli yazarı Çetin Altan, Yassıada'daki mazlumlar ve dışarıdaki aileleri kan ağlarken düşene bir tekme de kendisi atmakta üstüne olmadığını gösterir. Şöyle yazar:
"Hakaret namuslu kişilere layık olmadıkları kötü sıfatı atfetmekle olur. Size hakaret etmek nasıl mümkündür ki, siz o kadar kötü idiniz ki, size hakaret sıfatı bulmak imkânsızdı. Hırsız desek, gerçekten hırsızdınız. Rezil desek, gerçekten rezildiniz. Allah aşkınıza söyleyin, sizde haysiyet var mı? Şayet size haysiyetsiz demişsek özür dileriz. Sizlerden değil, başka haysiyetsizlerden; çünkü en haysiyetsiz insan bile sizlerin yanında İsa Aleyhisselam kalır." (Milliyet, 14 Haziran 1960)
Günlüklerine sık sık "Hava esmer fakat sakin" diye not düşmüş Tevfik İleri. Neyi kastetmişti acaba "Hava esmer" derken? Acaba o günlerin karamsarlığını mı?
Hiç karamsar değildi. Aksine bir ümit insanıydı. Zira biliyordu ki, ümitsizlik kâfire hastır. Başlarına yağan belaların da bu dünyadaki imtihanlardan olduğuna inanıyordu.
Tevfik İleri ilk olarak ulaştırma bakanlığı yaptı. Koltuğa oturur oturmaz ilk genelgesi, memurlardan halka insan gibi muamele etmelerini istemek olmuştu. Halka o kadar yakındı ki, Tek Parti devrinde milletvekilliği yapanlara acıyordu. Ne için bilir misiniz? Millet sevgisinin ne olduğunu tadamadıkları için. Şöyle diyordu: "Bu muzdarip ve mübarek millete hizmet edebilmek, ibadetlerin en kudsî olanıdır."
17 yıl mühendis ve genel müdür, 10 yıl da bakan ve milletvekili olan İleri'nin, Yassıada'da ortaya çıkan "mal varlığı" kendi yüzünü bile kızartmıştı. Bir kooperatiften alınma daire ile bir arsadan başka hiçbir mal varlığı ve parası bulunamayan İleri, üstelik borçludur. Hem de ne borcu, biliyor musunuz? Sümerbank'tan satın aldığı halının 3 bin küsur lira borcu.
Notlarına yazdığı şu satırlar haysiyetin ne olduğunu dosta da, düşmana da gösterecek netliktedir: "Başsavcı başımızla oynamaktan hoşlanıyor. Varsın oynasın; onun peşinde değiliz. Ama şeref ve namusumuzla oynamasına asla müsaade etmeyeceğiz. Son nefesimizde dahi namuslu olduğumuzu iddia ve ispat edeceğiz."
Tevfik İleri 49 yıl önce garip ve şehit olarak bu dünyadan ayrıldı. Ancak bugün açtığı kurumlardan yetişenlerin onu dualarıyla sarıp sarmaladığını gördükçe bu milletin kendisine hizmet edenleri asla unutmadığını ve unutmayacağını bir kere daha anlıyoruz. Ölümsüzlüğün yolu, ceberutluktan değil, halka hizmetten geçiyor çünkü.
Seçmenin pişmanlığı
Biraz evvel Selahattin Akçiçek geldi. Fakir, cahil bir seçmenden aldığı mektuptan bahsetti. Diyormuş ki: "Beni affet, muhterem mukadderat arkadaşlarınız da beni affetsin. Sizi biz seçtik, onun için bu hale düştünüz. İnşallah yüz yüze gelir ve sizden af talep ederim." (Tevfik İleri, "Yassıada ve Kayseri Günlükleri", Ötüken: 2003, s. 409).
Zaman