İnsan fabrikasında, kişinin cennetini elde edebilmesi için tüm alet edevat yerleştirilmemiş miydi? Neyi, nasıl, hangi duygumuzu nerede veya neye, azalarımızı nasıl, kimin istediği gibi kullanmalıydık? Tüm bunlar bildirilmemiş miydi kitabımızda? Her müşkülümüzün cevabını bulabileceğimiz bir rehberimiz vardı bizim... Cevap anahtarımızdı o... Sınavda çıkacak tüm soruların cevapları elimize altın tepsiyle sunulmamış mıydı?
Birisi beni evirip çevirmiş, şekilden şekile, halden hale sokmuş, pek güzel, pek tatlı olarak yaratmamış mıydı? Öyleyse ben, bana verilenlerle ne yapmalıydım acaba? Nasıl kullanmalıydım bunları? Tüm bu aletlerin, azaların, hassaların kullanma talimatı neredeydi?
Bu yazımda medih ve tezkiye hislerimizden bahsetmek istiyorum. Zira beni en çok hayrete düşüren hasselerimizdendir bunlar. Su-i istimalinden intac olan haller cihetiyle oldukça dehşet vericidir. Zaten bu yönüyle etkileyicidir.
Neydi tezkiye? Temize çıkarmak değil miydi? Her türlü hata ve ayıplardan beri tutmak, tenzih etmek değil miydi?
Madem yapan bilir, öyleyse bırakalım bilen konuşsun. Yapan ne demiş, kulak verelim. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Yaradan "Nefislerinizi temize çıkarmayın." buyurmuştur.
İyi ama, bizim fıtratımızda vardı bu. Birisi bir ayıbımızı deyiversin bakalım, nasıl da bir ateş parçası olur kendimizi temize çıkarırız her defasında. Bıkmadan, usanmadan, dakikalarca, saatlerce, günlerce, bazen yıllarca savunmasını yaparız koynumuzda beslediğimiz düşmanımızın. Zira tüm hata ve ayıplardan müstesnayızdır. Öyle ki, evlatlarımıza bile bu yönde telkinlerde bulunuruz.
“Sakın kendini ezdirme yavrum. Birisi seni üzecek birşey söylediği zaman altta kalmamalısın! Mutlaka hakkını aramalı ve kendini korumalısın!” diye diye sularız yavrucakların enaniyetlerini. Adeta yıllar boyunca emek emek, itina ile besleyip büyütürüz çocuklarımızın benlik duygularını.
Halbuki karıştırıyoruzdur bazı şeyleri. Bunca zaman akıl almaz bir hatamızın neticesidir bu camdan çocuklar. Öte git desen kıyameti koparan, neden yan baktın diye kılıç kalkan kuşanan bu gençler bizim kör gözümüzün karasıdır aslında. Karakterli çocuklar yetiştiriyoruz, yere sağlam basan, kendini ezdirmeyen çocuklarımız var bizim diye iftihar ediyoruzdur bir yandan da...
Şimdi diyeceğiz ki madem öyle, bu hasselerimiz niçin verilmiştir bize? Ne içindir nefsimizin tepesinde taht kurup oturmuş, kendini göstermek için fırsat kollayan bu duygular?
İşte tam da bu noktada Üstadımız yine aydınlatmıştır tüm akılları. Nurdan katreler sulamaktadır susuz kalmış aklımızı.
“
Demek insanın tezkiyesi, nefsini temize çıkarması onu (nefsini) müdafa etmemek ile mümkündür ancak.
Nefis emmaredir. Heva ve heves peşinde koşan şımarık bir çocuk gibidir. Durdan, oturdan anlamayan asidir. Öyleyse, niçin bunca zaman onu temize çıkarmaya çalışıyorduk? Ne kadar temize çıkarmaya çalışırsak çalışalım, onu tezkiye etmemiz zaten aksinin isbatıdır. Kendisini tezkiye ettiren de yine nefistir. Zannettiği gibi temiz ve pak, hatadan hali, ayıplardan müberra olsaydı büyük küçük her davada ilk işi kendisini müdafaa ettirmek olmazdı zaten. Edebiyle susar, köşesinden izlerdi olup biteni.
Evet insan Mabuda layık bir tarzda nefsini hata ve ayıplardan uzak görüp, gösterip, her daim temize çıkarmaya meyletmektedir. Oysa ki bu tezkiye hissimizi tam aksi yönde kullanmak manasına gelmektedir. Her fıratta nefisimizi temize çıkarmaya çalışıyorsak Yüce Allah’ın kendisine yöneltmemiz için fıtratımıza dercettiği bir hissimizi gaflet içinde yasak bölgede kullanmış ve ayıpların en büyüğünü etmişizdir. Ayette emredildiğinin tam aksine, minicik, basit konularda bile tüm kuvvetimizle nefsimizi temize çıkarmak çabasına girip kimi zaman kendimizi küçük düşürmüş, kimi zaman haklılığımızı ispat edip Hakkın bizi korumasına fırsat vermemişizdir.
İnsan ne cahil, ne kör, ne çiğ bir mahluktur! Mabuduna layık bir tezkiyeyi nefsi hesabına çalıştırmak da neyin nesidir! O nefis değil midir ki Firavuna “Ben Rabbinizim!” dedirten? O nefis değil midir ki Karun’a “tüm bu malı, mülkü ben kendi ilmimle kazandım” dedirtip yerin dibine malıyla birlikte gömdüren. Bundan daha büyük düşman mı olabilir? Daha dehşetli tehdit mi vardır? Bu hatarlı saflıklarımızdan sıyrılıp ancak Cenab-ı Hakk’ı hatadan hali, meayipten müberra tutup O’nu medih ve sena etmeliyiz. Güzelden ancak güzel sudur eder. Öyleyse tüm hayır ve hasenatın mercii Rabbimdir. Tüm ayıp ve kusurlar ise bendendir demektir haddini bilmektir.
Kendini bilmek, haddini bilmektir. En büyük ilim, haddini bilmektir.
Karun girer miydi yoksa yerin dibine. Haddini bildirseydi nefsine.
Sonsuz medih ve sena ancak O’nadır. Tüm güzelliklerin yagâne mercii olan Cemil-i Zülcelal! Şüphesiz ki sen tüm çirkinliklerden ve kusurlardan ve ayıplardan ve noksanlıklardan müberrasın. Senden ancak güzellikler sudur edebilir. Öyleyse tüm bu ayıplar ve hatalar benim nefsimdendir. Habibinin hürmetine, bizi O’nun güzel edebiyle edeplendir. Bizi Kur’an ahlakıyla ahlaklandır Ya Rabbi! Amin.