Dünyanın en büyük ve en tehlikeli tekelinin İlaç tekeli olduğunu, sanırım bilmeyen tek Allah’ın kulu yoktur. Tamamen kapitalist bir ticarî yapı olan bu tekelin, önce hastalıkları ürettiği, sonra da büyük kampanyalarla ilaç ve aşı sattığı, söylentileri çoktan aşmış durumda.
Sayın Cumhurbaşkanımızın son on yılda, iki veya üç sefer, dayatılmak istenen bir aşı furyasına Sağlık Bakanlığı’nın rağmına karşı koyduğu, hâfızalarımızda henüz silinmedi.
Bu tekel, sadece hastalık ve ilaç üzerinden doymak bilmez iştihalarına her türlü gayr-i meşru sahaları açmaya çalışmıyor, beri taraftan gıdalarımızın bozulması için de uğraşıyor.
Paketlenmiş gıdaların insan sağlığını tehdid ettiğini, bunun beraberinde hasta nesiller getireceğini, ilaca muhtaç bir beşeriyeti netice vereceğini bilerek ellerini ovuşturmanın da ötesine geçerek, âdeta teşvik ediyor.
Bu kadarla da kalmıyor, insan bedeninin gıdalarla inşa edildiğini, hastalıklara duçar olmamasının da ancak doğru gıdalar ve doğru beslenme ile mümkün olduğunu, herkesten daha iyi bilen bu tekel, gıda üreticilerinin gıdalarının faydalarını anlatmasına cebrî yasaklar getirmek için Sağlık Bakanlığı’nı kullanıyor.
Maalesef Sağlık Bakanlığı da, ilaç sektörünün istekleri istikametinde çıkarılmış mevzuatın arkasına sığınarak, gıda üreticilerini yasaklarla âdeta ölüme mahkûm ediyor. Bilgiyi suç sayan bu mantık, Ortaçağda bile gülünç iken, maalesef Sağlık Bakanlığı bugün bilgiyi yasaklamakta bir beis görmüyor.
Çok basit bir örek vereyim: ÇÖREK OTU (YAĞI)
İki cihânın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Peygamber Efendimiz (A.S.V) Kütub-u Sahiha’da mevcud bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyuruyor:
“Kara habbede (çörek otu) her dert için bir şifa vardır.”
Yukarıdaki mantığı esas alacak olursak, Sağlık Bakınlığı’nın Peygamber (A.S.V)’ı inkâr, bu Hadis-i Şerifi de yasaklaması iktiza ediyor. Zirâ, Hadis’in bugünkü kelimelerle ifâdesi şöyledir.
“Çörek Otunda her hastalık için bir şifâ (ilaç) vardır...”
Bu inkâr ve yasağa teşebbüs edilir mi, bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki, Tıbb-ı Nebevîye konu olmuş, alternatif tıbbın omurgasını teşkil eden gıdaların binlerce üretici ve satıcısının başı İlaç tekeli ve Sağlık Bakanlığı’nın hoyratça yasaklamaları ile fena halde derde girmiş durumdadır.
Çoğu ülkemizde yetişen bu şifalı gıda ve bitkilerin tanıtımını yasaklamaya çalışan bu uygulamanın AK Parti iktidarında tavan yapmış olması da gerçek bir talihsizliktir.
Evet, uluslar arası yüzlerce ilmî araştırmaya konu olan çörek otunun yüzlerce hastalığa karşı koruyucu ve iyileştirici tesir gösterdiğini bilmeyen bir müessese varsa o da Sağlık Bakanlığı mı olmalıydı?
Size bir sır vereyim mi? Aslında Sağlık Bakanlığı da, bütün doktorlar da bunun böyle olduğunu bal gibi biliyorlar, ancak bilinsin istemiyorlar. Zirâ dünyanın en vahşi tekeli, öyle emrediyor. Çünkü insanlar doğru gıdalarla doğru beslendiklerinde hasta insanların sayısı azalacak ve kapitalizmin bu dehşetli tekeli zarar görecektir. Bu kadar kesin, bu kadar net...
İki örnekle ufkunuza çiğ bir ışık taşımak isterim:
Birincisi: En iyi markalardan birinin yoğurdunu bir ekmeğin üzerinde yaz güneşine bırakıp iki hafta takib ettim: Bozulmadı, küflenmedi, karınca ve böcekler gibi sokak hayvanları da yemedi. Çünkü ineğin yeminden, haftada bir vurulan ağır antibiyotik aşı ve iğnelerden, raf ömrü uzunluğu endişesiyle süt ve yoğurda ilave edilen ağır kimyevi katkılara kadar bir yığın ilaç, yoğurdu gıda olmaktan çıkarmıştı. İçinde bakteri yaşamıyor ki, bozulup küflensin. İki hafta zarfında sadece sıvı kaybı sebebi ile biraz hacmi küçüldü, o kadar.
İkincisi: Beş altı yıl önce Hayvancılık Bakanlığı köylere kısmen hibe, kısmen uzun vadeli geri ödeme ile inek dağıttı. Bizim köyümüz de devletin bu âlicenablığından nasibini almıştı. Muhtemelen bu vesile ile köyümüze bir anda üç yüz civarından devlet destekli inek girmişti.
Bu meseleyi bir virgül ile beklemeye alıp sizleri önce bir çocukluk hatırama götüreyim. Köyümüzde bilhassa kış aylarında, yem kıtlığından, bilhassa yük hayvanlarından eşek veya katır gibi bir hayvan ölünce leşi götürülüp köyün yakınındaki bir dereye atılırdı. Aynı akşamda da köyün bütün köpekleri leşin başına üşüşür; sabaha sadece kemikleri kalırdı. Bu alışkanlık hâlâ devam ediyor, bir farkla tabiî.
Bir Yaz ziyaretimde, elli derece sıcaklıkta aynı derede onlarca bozulmamış inek leşi görünce şaşkınlığımı gizleyemeyip etrafımdakilere sordum. Yoğurda dair söylediklerimin benzeri cevaba şaşırmadım tabiî.
Meğerse devletin inekleri, iklim şartlarına intibak edemeyip patır kütür ölüyorlarmış. Vatandaş da sigortadan parasını alabilmek için kesme yoluna da gitmiyor, öldüğünü belgeledikten sonra götürüp dereye atıyor.
Ve bu leşler, haftalarca hiçbir şekilde şişmiyor, bozulmuyor, kokmuyor; köpekler ile yırtıcı hayvanlar tarafından yenmiyor. Bu ineğin etini de, süt ve mamullerini de yiyen değil, yemeyen bahtiyâr değil mi?
Sağlık ve Tarım Bakanlığı’nın yapacağı bir iş varsa, vicdansız ilaç tekeline değil, bu milletin sağlığına çalışmak olmalı. Bunun da yolu, gıda bilgilendirmesini yasaklamak değil, mümkün olduğunca ilaç adı altında insanımıza dayatılan bu sentetik toksit ve zehirlerin kullanılmasını sınırlamak ve sıkı kontrol etmek olmalı.
Sayın Bakanım Receb Akdağ Bey, mevzu bir makale ile izah edilemeyecek kadar uzun ve mühim, bu meselede yapmanız gereken şey; gıda bilgilendirmelerini yasaklamak değil, bu saçma sapan mevzuatı millet menfaatleri istikametinde değiştirmek olmalıdır. Unutmayınız ki, biz kısık seslileriz. Sesimiz ancak bu kadar çıkıyor...