Geçenlerde bir tartışmaya şahit oldum.
Siyasi görüşleri birbirine taban tabana zıt ama ikisi de inançlı ve hatta namazında niyazında iki tanıdığın tartışmasıydı. Birinin, siyaseten ana muhalefet partili olduğunu önceden biliyordum. Aile çevresi de öyleydi. ODTÜ mezunuydu da. Ramazan’da orucunu tutuyor, vakit namazlarını da bize özenerek birlikte -çoğu kez camide- kılıyorduk.
Diğer arkadaş ise sayısal fazlalığı olan bir cemaate mensuptu. Öyle ki konu emeklilerden açılıp önce siyasi tartışmaya, oradan Ergenekon’a ve sonra da birbirini tehdit etmeye dönüşüverdi. Ne oluyor, demeye kalmadan halk partili olan arkadaş odayı hışımla terk etti.
Münferit bir olaymış gibi gözükse de toplumdaki farklı kesimlere mensup insanlarda görülen sivrilmenin keskinleşmenin kuvvetli bir emaresi olarak görüyorum.
Son bir yıldır izlediğimiz olaylar, başta Ergenekon bağlamında gelişip sonra TSK’ya sıçrayan gelişmeler insanları olumlu-olumsuz biçimde oldukça sarstı. İktidar-muhalefet arasındaki kavgalar da bu sivriltme olayını iyice körükledi. Yani şimdi herkes kendi siyasi fikrinde oldukça keskin görülüyor.
Bu duruma siz de muttalisiniz.
Haber kanallarını izliyoruz. Hem “İslami” yayın yapanlar ve hem de “Laik” çizgide olduklarını iddia eden TV’ler, radyolar ve gazeteler yalan-yanlış bilgilerle insanları sivriltiyorlar. Doğru da olsa haberlerin veriliş “biçimi” de insanları keskinleştiriyor.
Bu konuda, tek dertleri dünya olan “dünyevileri” anlamak zor değil. Her türlü yalana ve dolana başvurabilirler. Sahip oldukları makam ve mevkilerinin ellerinden çıkacağı, rantlarını kaybedecekleri korkusunu yaşıyor olabilirler. Hatta iktidar partisinin gizli gündemi olduğundan dolayı, tek parti hâkimiyetini sürdürmeleri durumunda insanları “kıtır kıtır” keseceklerine de inanmış olabilirler.
Peki, böyle bir inanç nasıl sükûn bulabilir?
“İslami” kanalları sabah akşam izleyen kesimlerde de inanılmaz bir “siyasileşme” var. Şu andaki bu sivrilen siyasileşme, tıpkı 1970’lerdeki hareketi andırıyor. İslami kesimin büyük çoğunluğu “camiyi ve cemaati bırakıp radyo dinlemeye (şimdi TV izlemeye, gazete sayfalarında kaybolmaya) koşuyorlar.” (Meyve, 4. Mesele)
“Siyasî geniş daireleri merakla takip eden, küçük daireler içindeki vazifelerinde zarar eder” diyen Bediüzzaman’ın isabetini bir kez daha görüyoruz.
“Haricî siyaset memurları ve erkân-ı harpler ve kumandanlara bir derece vazifece münasebeti bulunan siyasetin geniş dairelerine ait mesaili, basit fikirli ve idare-i ruhiye ve dîniyesine ve şahsiyesine ve beytiyesine ve karyesine ait lüzumlu vazifesini geri bıraktırmakla onları meraklandırıp ruhlarını serseri, akıllarını geveze ve kalblerini de hakaik-i imaniye ve İslamiyeye ait zevklerini, şevklerini kırıp havalandırmak ve o kalbleri serseri etmek ve manen öldürmekle dinsizliğe yer ihzar etmek tarzında, kemal-i merakla, onlara göre mâlâyâni ve lüzumsuz mesâil-i siyasiyeyi radyoyla ders verip dinlettirmek, hayat-ı içtimaiye-i İslamiyeye öyle bir zarardır ki, ileride vereceği neticeleri düşündükçe tüyler ürperir.”
İşin en ilginç yanı ise nedir biliyor musunuz?
Bakıyorum da bu kadar siyasi gelişmeleri haber yapıp taraftarlarını sivrilten medyadan “İslami” olanları, işin en özüne hiç temas etmiyor. Bu kadar gelişmenin temelinde yatan esas sebep “Kemalizm” olduğu halde yanından bile geçmiyorlar ve asla hiç söz etmiyorlar.
Oysa tüm darbeciliğin, hilenin, entrikanın, sırlanmanın, ihtilallerin, su-i istimallerin, kendi şahsi menfaatlerini toplum menfaati içinde aramaların, suları bulandırmanın, Ergenekon’un, Kafes’in, Sarıkız’ın, Eldiven’in, fail-i meçhullerin, Kürtçülüğün, Türkçülüğün vs. arkasında Kemalizm ideolojisi vardır.
İslami kesimin basın-yayın organları, yazarları, konuşmacıları, siyasileri bunlardan asla söz etmiyorlar. Ya bu saydıklarımıza inanmıyorlar; ya da kendilerine göre ince siyaset yapıyorlar.
Ama onları dinleyen, izleyen, okuyan insanlar acayip sivriliyorlar ve sivriltiyorlar.
Bu kesim, acaba Kemalizm’den kasten mi söz etmiyorlar, yoksa “… semerini döver” gibi mi yapıyorlar?
Bize orta yol lazım.
Nur talebeleri yine burada müsbet hareketi esas tutmaları gerekiyor. Sivrilen toplumda yine katalizör rolünü üstlenmek bize düşüyor. Nur göstermek gerekiyor. Suyu bulanmadan durultmak lazım. Müslümanları da müspet harekete davet etmek vaciptir. Çünkü bulanık suda ancak Kemalistler balık avlar.
Peki olaylara ilgisiz mi kalacağız?
Tabii ki hayır! Her kesimi itidal içinde doğru ölçülerle aydınlatmak görevimiz. Ama bunu siyasi zeminde yapmak doğru değil. “Şeytanın ve siyasetin şerrinden” kaçınmamızdaki ölçü dâhilinde yapmak gerek.
Elbette “Her bir adam vatanıyla, milletiyle, hükümetiyle alâkadardır. Fakat bu alâkadarlık, muvakkat cereyanlara kapılıp millet ve vatanı ve hükümetin menfaatini bazı şahısların muvakkat siyasetlerine tabi etmek, belki aynını telâkki etmek çok yanlış olmakla beraber; o vatanperverlik, milletperverlik hissinden ve vazifesinden herkese düşen vazife bir ise, kendi kalb ve ruhundan idare-i şahsiye ve beytiye ve diniye ve hâkeza, çok dairelerde hakikî vazifedar olduğu hizmet ve alâka ve merak on, yirmi, belki yüzdür. Bu ciddi ve lüzumlu bu kadar alâkaların zararına olarak, o bir tek lüzumsuz ve ona göre mâlâyâni olan siyaset cereyanlarına feda etmek dîvanelik değil de nedir?”
“Üstadımızın bize gayet aceleyle verdiği cevabı bu kadar” diyen ve “ Biz de, o acele ifadeyi acele kaydettik; kusura bakmayınız.” diyen Risale-i Nur şakirtlerinden Feyzi, Emin (r.h.)’ lara Allah’tan rahmet diliyoruz. (Kastamonu L., 34-35)
Tekrar başa dönersek;
Şimdi ben hâlâ o halk partili arkadaşı nasıl itidal çizgisine getirebilir, siyasi düşünmekten alıkoyar ve onu kazanırım diye düşünüyorum.
Ve yine o çok siyaset bilmiş o dindar arkadaşı siyasi düşünmekten, siyasi yaklaşmaktan ve tarafgirlik hastalığından kurtarıp da hükümetin seyyiatına taraf olmaktan nasıl kurtarırım diye düşünmeden edemiyorum.