Üç kıtaya yayılmış kocaman bir imparatorluğun ilk zamanları daha. Osmanlı, İç ve Batı Anadolu’yu, İstanbul’u, Rumeli’yi ele geçirmiş ama Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu, Suriye’yi, Irak’ı, Mısır’ı, Arabistan’ı ve Kuzey Afrika’yı ele geçirememiş ve ayrıca İran’ı da dize getirememiştir. İktidarda II. Beyazıt vardır. Kabına sığmayan Trabzon serdarı Yavuz Selim babasının feragati ile sultanlığı almıştır. İran’da da yakın geçmişte Safavi devleti Şah İsmail ile kurulmuştur ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu toprakları üzerinde askeri, siyasi ve mezhebi etkisi görülmeye başlamıştır.
İrani bir millet olan ve tarihte hep İran coğrafyasıyla hareket eden Kürtler bu sefer Şah İsmail’in mezhepsel baskısını ve ötekileştirmesini görünce arayış içine girdiler. Zaten İran’da ilk defa Şii bir hükümet devleti ele geçiriyordu ve bütün İran’ı zorla Şiileştirmeye çalışıyordu. Daha önceleri Akkoyunlu ve Karakoyunlu saraylarında görev almış İdris-i Bitlis’i Kürt aşiretlerinin liderlerini tek fikir altında toplayıp Osmanlı Sultanı’na bağlılıklarını bildiriyor. Yavuz Sultan Selim bu bağlılıktan memnuniyetini fermanla Kürtlere iç işlerinde serbest olmalarını sağlayan yarı özerk bir yapı vererek ifade ediyor ve kendi düzenlerini devam ettirebiliyorlar. Tanzimat döneminin yeni idare yapılaşmasına kadar bu yapı devam ediyor ama önemli olan şu ki nasıl Anadolu’ya ilk giren Selçuklu Türklerine Kürtler ne kadar yardım etmişse Osmanlı Türklerine de bütün Anadolu’nun fethinde, İran ve Mısır yollarının açılmasında yine yardımcı olmuşlardır.
Tanzimat dönemi merkezi yönetim yapılaşması Kürtlerin aşiret sistemini değiştirmeye çalıştığı için ilk huzursuzluklar ortaya çıkmıştır. Osmanlı’nın son döneminde Türkçülüğün siyaset olarak uygulanması Türkler ile Arapların arasını açsa da Kürtler ile aralarını millet olarak açmamıştır. Bundandır ki Osmanlı’nın en zor günlerinde dahi onları yalnız bırakmamıştır.
Yine Kurtuluş Savaşı yıllarında Kürt önderleri ve Ankara hükümeti yabancıların dış müdahalesine karşı iki milletin kurtuluşunu beraber görmüşlerdir. Hatta Kuzey Irak’ı kapsayan Musul vilayeti Kürtleri hep Ankara Hükümeti ile hareket edip İngilizlerle mücadele etmişlerdir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Şeyh Said isyanı gibi huzursuzluklar yeni Ankara hükümetinin yeni din politikasından olmuştur. Laiklik ismi altında dinin tasfiyesi karşısında genel olarak dindar olan ve silah gücü olan Kürtlerin isyanı ortaya çıkmıştır. Sonraki yıllarda Cumhuriyetin tek tip yetiştirme projesine boyun eğmeyen Dersimlilere karşı büyük harekât başlatılmıştır. İki büyük isyan binlerce kişinin ölümü ve binlercesinin sürgün edilmesi ile neticelenmiştir. Problemin temelinde ise devletin seküler milliyetçi siyaseti yatıyordu. Çünkü yeni ideoloji Kürtlerin hem inançlarına hem kültürlerine büyük darbeler vuruyordu. Bunun içindir ki Kürtler yeni sistemle hiçbir zaman barışık olamamışlardır.
12 Eylül darbesi bütün biriken yabancılaşmalara, anlaşmazlıklara bir kıvılcım görevi görmüştür ve neticesinde PKK’yı doğurmuştur. Anarşi ortamı otuz yıl boyunca 30-40 bin kişinin boş yere ölümüne neden olmuştur.
Son dönemde yine bir Bitlisli büyük bir rol oynamıştır: Said Nursi. 31 Mart olaylarında hemşerilerinin ve on bölük askerin isyana karışmamasını sağlaması, Osmanlı-Rus Savaşı’nda Gönüllü Kürt Alayı komutanlığı, bazı ayrılıkçı Kürtlere gereken cevabı vermesi, İstanbul’da İngilizlere karşı yayın mücadelesi, Ankara hükümetinin meşruiyetini fetvasıyla kuvvetlendirmeye çalışması Türkler ve Kürtler arasındaki en büyük köprülerden biri olduğunu göstermiştir. Bu esnada laiklik perdesi altında dinsizlik politikasına boyun eğmemiş, Kürtlüğünü korumuş, demokrasiyi ve adaleti her dönemde savunmuştur. Şeyh Said’in teklifini “millet eğitimle aydınlatılmalıdır ve iki kardeş milleti birbirine kırdıramayız” diyerek reddettiği gibi risaleleriyle iki taraftan imanlı gençlerin yetişmesini sağlamakla terör bataklığını en çok kurutmayan çalışan kişi olmuştur. Çünkü o da Yavuz Sultan Selim gibi düşünüyordu ve ona biat ediyordu:
İhtilâf u tefrika endişesi
Kûşe-i kabrimde dahi bîkarar eyler beni
İttihadken savlet-i a’dâyı def’a çaremiz
İttihad etmez millet, dağıdar eyler beni ( Sultan Selim)
Günümüzde Türkiye, Adnan Menderes’ten sonra büyük oranda halkın devam eden desteği bir partiyi tek başına iktidara taşındı. Bundan dolayıdır ki ülke kendi dinamiklerine ve potansiyel etki alanlarına yönelebildi. Böylece iki büyük sorun olan dindarlık ve Kürtlük sorunlarına eğilebildi.
Yine çevre ülkelerde büyük bir ilgiyle takip edilmeye başlandı. Ama bugün ise İran’ın mezhep politikası, Esad ve El-Kaide gibi terör zihniyetli yapılarının cenderesinde kalıyor Türkiye politikası. Oysa ülkesinde biten bir terör, Irak’ta beraber hareket etmeyi bekleyen bir Kürt yönetimi ve Suriye’de iki cani gruba karşı beraber siyaset yapabileceği bir Kürt gücü varken beklemek Doğu ve Güneydoğu Anadolu sınırlarında kalmış bir Osmanlı politikasını andırıyor.
(AD)