Toplum yaralarını imanıyla sarıyor

'Türkçülük görünümleri altında milletin yüzlerce yıldır biriktirdiği değerlere saldırılıyor.'

H. Hüseyin Kemal'in röportajı:

Türklerin Psikolojisi kitabının yazarı Prof. Erol Göka, "toplum saldırıya uğradıkça, imanının beslendiği değerlere daha çok sarılarak, kendi yaralarını sarmış" dedi.

Göka'nın sözleri şöyle:

Türkiye’de toplum kendini sizce nasıl tanımlıyor?

Toplum kendisini nasıl tanımlıyor sorusu bir kimlik sorusu aslında. Toplumumuz kimliğini ortaya çıkartmaya çalışan anketlerde kimliğini en çok “Müslüman,” “Türk” ya da “Müslüman-Türk olarak tanımlıyor. Kimliğinin en belirgin özelliklerini bu şekilde tanımlayanlar, toplumun kahir ekseriyetini oluşturuyor. Toplumun yarısına yakını mütedeyyin olduğunu söylüyor; diğer yarısı “Müslüman” kimliğinden asla taviz vermemekle birlikte, kendisini pek dindar hissetmiyor. Toplumumuz ordusuna güvendiğini ama Meclise güvenmediğini beyan etse de demokrasiden çok memnun. Vesayet sisteminin kalkmasını istiyor, ama etnik ve dinî farklılıkların kendisini özgürce ifade etmesi konusunda kafası çok karışık, sanki içeriden ve dışarıdan bizi birbirimizi düşürmeye çalışanlar olduğu konusunda endişeli, bu beka endişesi bazen vehim düzeyine ulaşabiliyor.

Bazı kesimler tarafından halkın sürekli cahil ve özgürlük arayışı içinde olmadığı söylenir. Buna katılıyor musunuz?

Bu halka sürekli kabahat bulan, onu beğenmeyen o kadar çok “aydın” kılıklı karanlık adam var ki… Halk arasında “çıktığı kovuğu beğenmemek” lâfı var ya, bizim karanlıklar tam onlardan; halkı anlamaya çalışmak, ona uygun bir perspektif geliştirmek yerine, tüm beceriksizliklerini attıkları bir rezervuar olarak görüyorlar. Halka olan bu sevgisizlikleri görülmesin diye önlerine “halkçı” yaftası asıyorlar. Bilmiyorlar ki, kendi geleneğine sahip çıkmazsan, kendi halkının erdemlerini savunmazsan senden ne kendine, ne insanlığa gelecek bir hayır yoktur…

TOPLUM, SALDIRIYA UĞRADIKÇA İMANIN BESLEDİĞİ
DEĞERLERE SARILMIŞ

Cumhuriyet dönemini göz önüne alırsak halk kendine çok yabancı kültürel bir dayatmayla karşılaşıyor. Bu toplumda ne tür yaralar, hastalıklar açmış olabilir?

Evet, güya “arı-duru Türkçe”, “Asya kültür tarihimize dönüş” gibi Türkçülük görünümleri altında milletin yüzlerce yıldır biriktirdiği değerlere saldırılıyor, işgal altına alınıyor. Ben de birçok meslektaşım gibi böyle bir saldırıdan doğrusu çok daha örselenmiş olarak çıkacağımızı sanıyordum. Ama şimdi sevinçle görüyorum ki, bu toplum saldırıya uğradıkça, imanının beslendiği değerlere daha çok sarılarak, kendi yaralarını sarmış… İçimizden çok azına musallat olmuş fanatizm illetini görmezden gelirsek iyiyiz çok şükür.

EN BÜYÜK HASTALIKLARIMIZDAN BİRİ MEŞVERETİ REDDETME

İyi bir devlet işleyişinin de sağlıklı bir beden gibi olması, kendisini asla hissettirmeden tıkır tıkır çalışması lâzım. Her yerde üniformalar, dayatmalar, bağırış çağırış, zapturapt görürsek o toplum sağlıklı bir devlet işleyişi oluşturamamış demektir.

Siz Türkiye'de devlet yönetiminde ne tür hastalıkların olduğunu düşünüyorsunuz?

En birinci hastalığımızı konuştuk, halkı küçük görme, devleti kutsal tapınılacak bir aygıt sanma… İkinci hastalığımız, başarısına hayran olma, halkın takdir ettiği birkaç icraatın ardından gurura kapılarak, meşvereti, danışmayı reddetme, her dediğini doğru diye düşünme, ilâhlaşma… Kim iktidara gelirse gelsin tez zamanda yakalandığı yaygın bir diğer hastalık da tarafgirlik, işi ehline vermek yerine, uzayan kol bizden olsun diye düşünme…

Yeni Asya

Güncel Haberleri