Olması gereken zihin ve kalplerin toplumsal şükür anlayışına hazırlanmasıdır.Zira mesleğimiz hakikat olduğundan imanın toplumda yaşanılır kılınmasında bir zorluk olmamalıdır.
Ferdi ve şuuri halden, toplumsal ve külli şüküre geçiş gerekiyor. Diğer bir anlatımla, imandan hayata geçmemiz ve imanlı hayatı toplumla yaşamamız,paylaşmamız muacceliyet kesbetmiş durumda. Aksi takdirde muhakemesiz taassubkarane aculiyet hareketleri siyaseti işgal edecek, bu da batıdaki mevcut islamofobi karanlığını körükleyerek islamın üzerindeki perdeyi kalınlaştıracaktır.
Evet, olması gereken ferdi şükürden toplumsal şüküre imandan hayata geçiştir. Elbette her şey önce ferd de başlar, sonradan topluma ve hayata mal olur. Ve elbette ferdi sorumluluklar her zaman devam etmelidir, edecektir de. Ancak halen inanç ve değerlerimizi topluma mal etmekte, hayata taşımakta, yaşanılır ve görünür kılmakta sıkıntılar çekiyoruz. Hatta toplumsal olarak kısmen de olsa yaşanmaya başlanmış bir çok konu ve değerlerde dahi zihnen geriden geliyoruz. Zira, almış olduğumuz laik ve pozitivist eğitim zihinlerimizi bir şekilde işgal etmiş ve inanç ve değerlerimizi içimizde saklamamız gerektiği noktasında bize emrediyor, bize dayatıyor. Bunları derken, dini hayatın ferdi bazda kamil manada yaşandığını ima etmiyoruz,elbette. Ama zihinlerimizin istikbale açık ve hazır olması gereğini hissettiğimizi ve bu ihtiyacın farkındalığını sıkça vurgulamamız gerektiğini söylüyoruz.
Toplumsal hayata geçişten bahsederken, burada ani,radikal,acul,hazırlıksız bir geçişten değil, hikmete, tertile, tedrice uygun, olgunlaşarak devam eden zaman boyutunu ıskalamayan hakikatli bir toplumsal seyrü süluk sürecini kastediyoruz
Geçen hafta Risale Akademide oldukça verimli olduğunu hissettiğim bir “Şükür Risalesi Çalıştayı” düzenlendi. Çok güzel, faydalı, maslahata dönük fikirler serdedildi. Şükür, insan ve kulluk ilişkisi ve bilinci manasında ilginç düşünceler, konular dile getirildi, oldukça istifadeli de oldu. Ancak çalıştayda daha çok ferdi şükür bazında konular dillendirildi, düşünceler ifade edildi. Bendeniz ise bu yazıda şükrün külli ve toplumsal boyutunu anlatmaya çalışacağım. Zira, buradan zihinlerimizin toplumsal şükür boyutuna hazırlanması noktasında bir eksiklik hissettiğimi belirtmek istiyorum. Şöyle ki,
Şükür risalesinde, şükrün birçok çeşiti, envaı olduğu ancak en camii, en umumi fihristesinin namaz olduğu belirtiliyor. Çünkü namazın bütün ibadet ve şükürlerin çekirdeği, özeti olduğu vurgulanıyor. Namazı biz sadece ferdi sorumluluk boyutuyla ele alıp cemaatii şuur boyutunu düşünmez isek eksik kalır. Bunu Cuma namazı,bayram namazları,hac ve haccın kongre özelliği ve şeairler boyutunda düşünmez isek, külli,vahidi ve tevhidi yönünü göremeyiz,idrak edemeyiz. Gene şükür risalesinde şükrün mikyasları, ölçüleri “iktisat, kanaat, rıza ve memnuniyet” olduğu belirtiliyor. Bu hallerin sadece ferdi ilgilendirdiği, topluma dönük yönünün olmadığı düşünülebilir mi? Bu gün ekonomi bakanlığı diye idari bir yapı var, bu toplumsal iktisadın teşkilatlanmış şeklidir. Biz bu kuruma, iktisat bakanlığı dolayısıyla da şükür bakanlığı desek ne olur, güzel olmaz mı? Hürmet ve memnuniyetten bahsederken toplumu ve insanlığı nazara almadan, insan ilişkilerini yatayına dikeyine düşünmeden hürmeti nasıl anlatacağaz? Kanaatten bahsederken, kanaatkar olmanın yardıma muhtaç insanların ihtiyaçlarını düşünme,onların imdadına koşma,dertlerine derman olma ve bundan lezzet alma,böylece yaşadığımızın farkına varma şeklindeki duygu taşması halini ve şuunaat boyutunu idrak edemeden kanaatkarlık ile nasıl halleneceğiz? Gene ayet ve hadisle sabit olduğu şekliyle şükrün nimeti artırdığından bahis vururken, şükrün bir nevi dikey boyutu doğrudan Halikı Rahmana dua, niyaz ve namaz iken, diğer yatay toplumsal boyutunun, zekat,sadaka ve yardımlaşma olduğunu,bunun da toplumsal yardımlaşmayı, dayanışmayı, kardeşlik ve insanlık duygudaşlığını geliştirdiği olgusunu nasıl geri plana atacağız?
Toplumsal şükürsüzlük içinde olduğumuzu nereden anlıyoruz, derseniz. İçinde bulunduğumuz güncel, toplumsal kargaşa ve fitne ortamından derim. Din kardeşlerimiz arasındaki tarafgirlik, fanatiklik, kötü zan almış başını gidiyor. Ve ortada olan,ehli insaf o,hak perest kesimler ise yok denecek kadar az. Herkes kendisini bir tarafta konumlama gereğini hissediyor. Ağırlıklı olarak da insanlarımız maalesef,siyasetin ve gücün yanında konumlanmayı tercih ediyor.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, birinci dünya savaşının kader noktasında sebeplerini izah ederken toplumdaki şükürsüzlükten dem vuruyor ve müslüman bir toplumda islamın ana esaslarından olan namaz,oruç,zekat gibi emirlerin ihmalini ve toplumda görünür ve yaşanılır olmamasını savaşın manevi ve hakiki gerekçesi olarak öne çıkarıyor. O nedenle bizde şuan yaşanılan fitne, fesat, gıybet, zan, tarafgirlik, iftira, tecessüs ortamına hangi imani ve İslami konulardaki ihmalimizle fetva verdirdiğimizi düşünmemiz icab ediyor.
Tasavvufta ağırlıklı olarak ferdi, şahsi kemalden ve kalbin seyrü sülukuntan bahsedilirken, Risale-i Nurda, imanı tebliğden ve toplumun,toplumsal yaşamın seyri sülukünden bahsedilir.Toplumun kemalinin, seyri sülukunun, manevi terakkisinin ise,tedrici aşamaları olarak “iman,hayat ve şeriat” süreçleri olduğu ifade edilir.Bu aynı zamanda ahirzaman müceddidi olan Mehdi-i Ali Resul ile Risale-i Nur ve Nur talebelerinden oluşan canlı,şuurlu,akıl bir Şahsı Manevinin yol haritasıdır.
Peki bugün bizler, Nur Ekolünün mensupları olarak Risale-i Nuru niçin ferdi anlayış sınırları içine hapsediyoruz. Niçin toplumsal hayata taşımakta endişe ediyoruz. Niçin daha görünür boyuta taşımıyoruz ya da taşıyamıyoruz. Bu konuda çekincelerimiz ve ihtirazi kayıtlarımız nelerdir?
Bunu derken risalelerin yazılı ve görsel medyada konuşulur ve tartışılır hale gelmesi yönündeki memnuniyetimizi de elbette belirtmek isteriz.Ancak tarafların aleti olarak değil hakikatin kendisi olarak bahsedilmesini tercih ederiz.Ve dahası noktasında ve hakikatli bir gündem teşkil etmesi noktasında yeterli göremeyiz.
Görmüyor muyuz, biz risale-i nuru, nuru imanı, hayata hayat yapmakta geciktikçe, bazı radikal, muhakemesiz siyasal İslamcı aculiyet hareketleri imanı hayata mal etmeden,imanı topluma yaşatmadan,toplumu by/pas edip yanlış ve eksik şeriat anlayışlarını siyasete taşımaya ,siyasete alet yapmaya çalışıyorlar yada mecbur kalıyorlar. Zira, siyaseti merkeze aldıklarından diğer kutsal değerleri bir bakıma araçsallaştırıyorlar. Ve şeriatı demokratik anlayışla değil diktatoryal basiretsizlikle okuyorlar. Korkarız ki bu hal acul ve fetus bir doğuma yol açmasın.
El İyazü billah…